Periyi Tanımak

179

Kayıptım sofalarında tavanı çatlak hanların

Krallığında betonun, dumanın ve asfaltın

Kan döken şafağında kambur lambaların

Arasına sıkışıp kabuk tutmuş duvarların

 

Gömülürken kızıl kubbeye ölü şiirin gölgesi

Güldüler bana hep şu İzmit’in sağır direkleri

Günahların ateş camdan, buz kumdan çölleri

Kurudu renklerim demir kuraklıkta günler griydi

 

Sonra, sonra bilmem ne olduysa o geldi, o chiqutita!

Koparken tırnaklar etten, çürürken düşler çarşaflarda

Diz çökmüşken zihnim dipsiz karanlıklara çığlık çığlığa

Belki de hiç bilmeden geldi, uyup o kırkikindinin aklına

 

Akıl sır erdiremedi topal gözlerim ilkin, yalnız uyuşup kamaştı

Mandalina kokuyordu avuçları, turuncuydu parmaklarının uçları

Koşuşuyordu sincaplar vadilerinde kaşlarının, hele o ceviz ağaçları!

Cennetin ışıklı avlusunda çiniydi kirpikleri, eliyle işlemişti sanki tanrı…

 

Periler karınlarını öperler aşık kelebeklerin, gülüşürler gökkuşağının çatı katında

Masal söylerler yanağına yorgansız çocukların, pamuk helva saklarlar çantalarına

Sabahları bağdaş kurup başucunda güneşin, mandolin çalarlar gagası yanık kuşlara

Gece koyarlar başlarını bulutlara, zamanı öğütürler yüce bir değirmen gibi uykularında

 

Düşe kalka açılabilince gözlerim, bildim ben serçe parmağına düşmüş tunç akşamüstlerinden

Bildim ben ayaklarına tırmanışından karıncaların, bildim ben selam duruşundan ulu çağıltıların

Bildim ben âlemlerin titremesinden işitince sesini, bildim belinde dönüp durmasından Venüs’ün

Ellerini geçirip kaburgalarımın içinden yüreğimi söküp mabedinden can üflemesinden bildim ben…