“Pasif direniş ya da şiddet içermeyen direniş (ahimsa), insanoğlunun sahip olduğu en büyük güçtür. İnsan yaratıcılığının tasarladığı en güçlü silahtan da daha güçlüdür.” (Mahatma K. Gandhi)
Hinduizm’in temel doktrinlerinden birisi olan “Ahimsa”ya uygun olarak Gandhi, İngilizlerin tuz tekelini protesto etmek amacıyla 1930 yılında 24 gün süren bir yürüyüş organize etmiş; bu yürüyüş; tarihe “Tuz Yürüyüşü” olarak geçmiştir.
Bu politik bir gösteri değildi. Ama bir toplumun hakkına, hukukuna, milli varlıklarını korumak adına sömürgeci İngiltere’ye karşı düzenlenmiş; şiddet içermeyen ama Hindistan’dan çıkıp gitmesine yönelik toplumsal bir tepkiydi.
Özellikle kapitalizmin baş aktörleri Amerika ve İngiltere’nin; yoksul ülkelerin doğal zenginliklerini, enerji kaynaklarını, topraklarını ele geçirmek için uyguladıkları siyasi, ekonomik, kültürel ve askeri yaptırımlarına, türlü oyunlarına karşı pek çok toplumsal/tepkisel protestolar sayılabilir.
Ülkemizin yakın tarihinde de bazı ülkelerin, devletimiz aleyhine aldıkları haksız kararları protesto etmek adına milletçe sergilediğimiz, milli duruşumuzu gösteren benzer tepkiler yaşanmıştır.
Örneğin; 1998’de P.K.K. terör örgütünün başı bebek katili, eli kanlı Abdullah Öcalan’ı, İtalya’nın Türkiye’ye teslim etmemesi nedeniyle, İtalyan mallarına karşı milletçe bir boykot başlatılmıştık. Bu boykot süresince İtalya’dan yapılan ithalatımız yüzde 30 oranında düşmüştü.
Çok değil, bundan yedi yıl önce;
22 Aralık 2011’de Fransa Parlamentosu’nun sözde soykırım yasasının inkârını suç sayan yasayı kabul etmesiyle birlikte Türkiye’nin her kesiminden toplumsal tepkiler yükselmiş;
Siyasi tepkilerin yanı sıra başta iş dünyası olmak üzere; ‘Fransız mallarını almayalım’ çağrıları yapılmıştı. O dönemde kozmetikten gıdaya, bankacılıktan oyuncağa kadar hemen her alanda Fransız ürünleri Türkiye’de bulunurken, bine yakın Fransız şirketi ülkemizde faaliyet gösteriyordu…
İş dünyamızın temsilcileri boykot kararının uygulanmasıyla Fransız ekonomisinin ciddi şekilde etkileneceği görüşünde birleşirken, vatandaşlarımızın bu tepkiselliğini desteklemişler; sonuçları oldukça etkili olmuştu.
Ülkemizin yaşadığı terör sürecine bakıldığında;
Başta PKK-PYD-YPG-DEAŞ-FETÖ terör örgütleri olmak üzere; DHKP/C-MKP-TKP/ML-MLKP vd. terör örgütlerinin insanlarımıza, ülkemizin ekonomik yapısına verdiği zararın büyüklüğü ortadadır.
Terörün ülkemiz ekonomisine vermiş olduğu zararın maddi anlamda mutlaka bir karşılığı vardır. Ancak bu hain terör örgütlerinin insanlarımıza, insani değerlerimize, milletimizin birlik ve beraberliğine, milli, manevi dünyamıza verdikleri direk, ya da dolaylı zarar ne ile ölçülebilir?
1984 yılından beri terör belasıyla uğraşan devletimizin; bu uğurda seve, seve evlatlarını feda edip de, ”vatan sağ olsun” diyebilen böylesine yüce bir milletin, canından canı giden Şehit analarının, babalarının, eşlerinin, evlatlarının, diğer aile fertlerinin yangın yerine dönen yüreklerindeki ateşi söndürmek mümkün müdür?
Suriye iç savaşıyla birlikte;
Irak’ın kuzeyinden başlayarak, Suriye sınırımızın ötesinde yapılanmaya başlayan ama asıl amacı bu bölgede; ”sözde bir Kürt devletini” kurmak olan; PKK-PYD-YPG terör üçlüsü ile bunlara destek veren DEAŞ kelle avcılarının bölgesel faaliyetleri; ulusal egemenliğimizi tehdit eder hale geldiğinden beri; devletimiz bu alçaklara yönelik ezici gücünü kullanmaya başlamıştır.
Yaklaşık bir aydan beri Suriye sınırımızın ötesinde; Mehmetçik, ÖSO güçleriyle birlikte tamamen terör çetelerini temizlemeye yönelik bu harekâtına başarıyla devam etmektedir.
Bu süreçte milletimiz, tek bir yumruk halinde bu operasyonu desteklemektedir. Devletimizi yönetenler; bu terör yapılanması tamamen ortadan kaldırılıncaya kadar, operasyonların devam edeceğini açıklamışlar, çok da doğru yapmışlardır.
Bu terör belasını destekleyen iç ve dış odaklar hepimizce bilinmektedir. Zaten onlar da bunu saklamamaktadırlar!
Amaçları birdir, birbirinin aynıdır. İstedikleri şey; bu coğrafyada gelişen, çağdaş yarınları yakalayan birlik ve beraberlik içinde büyüyen bir Türkiye olmamalıdır.
Amerika’nın, İngiltere’nin, Mondros’u aziz milletimize yaşatan, Sevr ile bizi dünya coğrafyasından silmek isteyen bildik Avrupa ülkelerinin bu terör örgütlerine verdiği desteği, bu ülkelerin siyasi yaklaşımını, şer odaklarının ülkemize verdikleri zararı unutmak, görmezden gelmek mümkün müdür?
ABD yaptığı açıklamalarıyla; Suriye’de bu terör örgütleriyle kucaklaşmakta, bu alçakları Amerika’nın sadık dostu olarak tanımlamaktadırlar! Bu hainler sürüsüne Amerika’nın verdiği eğitim, yapmış olduğu tırlar dolusu malzeme, silah yardımı ne içindir?
Artık her şey ayan beyan ortadadır! ABD emperyalizmi Ortadoğu’da kendi kapitalist çıkarlarını koruyacak uydu bir devleti, ”sözde Kürt devletini” kurmanın rüyasını görmektedir! Ancak devletimiz, hiç de beklemediği şekilde bu Amerikan rüyasını kâbusa çevirmiştir.
Devletimizin terör örgütü olarak açıkladığı PKK-PYD-YPG üçlüsünü, Amerika’nın bölgesel müttefikleri olarak tanımlaması; ABD’nin nasıl bir dostumuz olduğunun çarpıcı göstergesidir! Zaten böylesi dostluk düşman başınadır.
Artık ok yaydan çıkmış, Türkiye kendi göbek bağını kendisi kesecek güçlü bir devlet olduğunu; Fırat Kalkanı operasyonu sonrasında, Afrin harekâtıyla da göstermiştir.
Ülkemiz son terörist yok edilinceye kadar Membiç’e de, Fırat’ın doğusuna da gideceği mesajını çok net vermiştir.
Pekiyi, böyle bir dönem yaşanırken;
Tıpkı 1998’de İtalya’ya, 2011’de Fransa’ya uyguladığımız gibi; devletimize karşı böylesine hasmane tutum içinde olan Amerikan yönetiminin; USA menşeli mallarına/yiyeceklerine karşı tüketiciler olarak bir boykot başlatmayı hiç düşündük mü?
Her gün yediğimiz Amerikan fast-food’undan yemediğimizde, cola’sından içmediğimizde karşımıza çıkacak tabloyu düşünebiliyor musunuz?
Sadece bu iki kalemden milyonlarca ret, milyonlarca USD zarar. Kullandığımız Amerikan menşeli diğer ürünlerini de düşündüğünüzde?
Aslında bunların yerine koyacağımız o kadar güzel yerli yiyeceklerimiz/içeceklerimiz/mallarımız var ki.
Bu tepkisel yaklaşım tabii ki, bu ürünleri satan iş yerlerine değil, oralarda satılan Amerikan menşeli ürünlere olmalıdır. Böylesi ürünleri satan iş yerleri, belki bir süreliğine mağdur olabilir!
Ancak sınırlarımızın ötesinde ulusal güvenliğimizi tehdit eden, Mehmetçiklerimize ateş açan bu terör örgütlerine eğitim veren, silah sağlayan bu had bilmez Amerikan yönetiminin devletimize verdiği zarar düşünüldüğünde; bu mağduriyet nedir ki?
Gerekirse bu mağduriyeti, yerli ve milli söylemlerle milletimize çağrılarda bulunan siyasi erk, uygulayacağı mali kolaylıklarla da giderebilir.
Afrin harekâtının 24’ncü gününde TSK’den yapılan açıklamada; 31 vatan evladımızın Şehit olduğu, 142 evladımızın yaralandığı bildirilmiştir. Şahadet mertebesine erişen tüm kahramanlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Milletçe başımız sağ olsun.
Ama ABD, bu hainlere hala destek olmakta; bu terör sürülerine verdiği/vermeye devam ettiği silahların namlusu, Mehmetçiklerimize çevrilmiş ateş etmeye devam etmektedir.
Bu arada ülkemizde yiyeceklerinden, temizlik malzemesine, elektronikten, giyimine türlü Amerikan menşeli mallar da tüketilmeye devam edilmektedir…
İşte tam da bugünlerde, milletçe Amerikan mallarının kullanılmaması yönünde yapacağımız yerli ve milli tercihimiz; bu had bilmez Amerikan yönetimine çarpıcı bir mesaj olacaktır.
Hiç düşündük mü?