Grozni’den Arabistan’a Ehli Sünnet Tartışmaları

88

Geçtiğimiz yıl, Çeçenistan’ın başkenti Grozni’de 27 Ağustos 2016 tarihinde Çeçenistan Lideri Ramazan Kadirov’un himayesinde ve Ezher Şeyhi Dr. Ahmet Tayyib’in başkanlığında, Ehli Sünnet ve Alcemaat’in temsilcisi olduklarını iddia eden 200 Müslüman din âliminin katıldığı uluslararası bir toplantı düzenlendi.

Akabinde bu toplantıya tepki olarak Selefi akımlara mensup ve yine kendilerini Ehli Sünnet’in temsilcisi olarak tanımlayan bazı Müslüman din âlimleri, Moritanya Müftüsü Şeyh Ahmet bin Murabıt’ın başkanlığında 12 Eylül 2016 tarihinde Kuveyt’te bir uluslararası toplantı tertip etti. Suudi Arabistan Yüksek Âlimler Heyeti Genel Sekreterliği, Çeçenistan’da yapılan toplantıda alınan kararları kınayan bir bildiri yayınladı. Dünya Müslüman Âlimler Birliği Genel Başkanı Yusuf Kardavi, Grozni Toplantısı’nı, “Dırar Konferansı” olarak değerlendirdi. Tepkiler ve savunmalar, Arap dünyasında Ehli Sünnet ulemasıyla sınırlı kalmadı. Irak’ta önemli bir Şii kitleyi temsil eden Mukteda as-Sadr’ın bile tartışmaya katıldığı görüldü. As-Sadr, Grozni kararlarını “Mutedil Ehli Sünnet’in Baharı” olarak yorumladı. Bu konuda Ezher Şeyhlerini desteklediğini belirtti.

Grozni Toplantısı Türkiye hariç diğer İslam ülkelerinde geniş yankı uyandırdı. Toplantıyı, Güney veya Arap Müslümanlığına karşı Kuzey Müslümanlığı imajı ile tartışmaya açanlar da oldu. Grozni Toplantısı’nın konu başlığı “Kimler Ehli Sünnet ve Alcemaattir? Fıkhi, İtikadi ve Ameli Bakımdan Durumun Tespiti ve Çağdaş Sapmalar” şeklindeydi. Toplantı iki gün sürdü ve bir sonuç bildirisi yayınlandı. Bu toplantıya tepki olarak gerçekleşen Kuveyt toplantısı ise, “Ehli Sünnet’in Gerçek Anlamı, Şiddet ve Fanatizme Karşı Duruşu” başlığını taşıyordu.

Her iki toplantının da Ehli Sünnet olgusunu fanatizme, şiddete ve grupsal taassuplara karşı bir duruş olarak tanımlamış olmaları, sosyo-teolojik ve tarihi bir gerçekliğin ifadesidir. Ancak çağdaş İslamcı akımların Ehli Sünnet geleneğine olan aidiyetleri konusunda, çok farklı tezler ve teo-politik görüşler ortaya koyuldu.

Grozni Toplantısı’nın sonuç bildirgesinde çağdaş Selefi akımlar, Ehli Sünnet’in kapsamı dışında tutuldu. İhvan-ı Müslimin akımı da, çağdaş selefi bir akım olarak tanımlandı ve Ehli Sünnet geleneği dışında tutuldu. Siyasal mücadelelerini dini bir temele oturtan bütün İslamcı akımlar, İslam’ı siyasallaştırmakla itham edildi. Bu fanatik grupların Ehli Sünneti temsil etmedikleri belirtildi. Çağdaş Selefi Hareketler, erken dönem Harici sosyal akımların çağdaş bir uzantısı olarak mütalaa edildi. Terör ve şiddet yöntemlerini meşrulaştırmak için, Selefi akımların Ehli Sünnet söylemini ve Allah’ın ayetlerini bir araç olarak kullandıkları ileri sürüldü. Her türlü devrimci girişimin Ehli Sünnet geleneğinin temel inançlarına ve tutumlarına aykırı olduğu belirtildi. Devlete isyan etmenin, harici bir tutum olduğu ve hiçbir şekilde Ehli Sünnet’in tarihi misyonu ile uyuşmadığı açıklandı.

Grozni toplantısına katılanlar, Ehli Sünnet’in kapsamını ise şu şekilde tanımladılar: “Geleneksel dini metinlere bağlı olarak Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerinin fıkhi hükümlerine göre davranan ve temel İslami metinlerini bu geleneklerin yöntemine göre algılayanlar Ehli Sünnet mensubudur. İtikadî bakımdan ise, Eşaariler, Maturidiler ve Tasavvuf’ta Cüneyt Albağdadi’nin ilkelerine bağlı olarak zikir, ahlak ve adap yolunda olanlar Ehli Sünnet kapsamındadır. Erken dönem itikadi, siyasi ve fıkhi mezhepler ortaya çıkmadan önce, Medine halkının dini geleneklerini otorite kabul eden Selefi Salihin ve Hadis Ehli de  Ehli Sünnet şemsiyesi altındadır. Modernizmin etkisi ile oluşan yeni Selefi akımların hiçbirisi Ehli Sünnet sayılamaz.”

Grozni Toplantısı’nın yine sonuç bildirisinde, Ehli Sünnet yönteminin asırlardır İslam dünyasında tekrarlandığı ve başarılı bir gelenek oluşturduğuna da vurgu yapıldı. Ehli Sünnet yönteminin Müslümanlar arasında fitne ateşinin söndürülmesinde etkili olduğu belirtildi. Fanatik ve şiddet yanlısı gruplarla ve siyasal oluşumlarla mücadele etmek için klasik Ehli Sünnet yönteminin devreye konması gerektiği açıklandı. Ehli Sünnet’in DAEŞ, tekfirci selefi akımlar ve siyasallaşmış fanatik dini örgütlere karşı durması gerektiği belirtildi. Bu örgütlerle mücadele etmek için geleneksel Ehli Sünnet yöntemlerinin sabırla devreye konması gerektiğine vurgu yapıldı.

Grozni Toplantısı’nı, Suudi Arabistan Yüksek Din Uleması Genel Sekreterliği bir bildiri yayınlayarak kınadı ve Rusya’nın İslam’ı siyasi amaçlarına alet etmek için söz konusu toplantının düzenlendiğini açıkladı. Bu toplantıda alınan kararların Müslümanları fanatik çağrılar ve söylemler çerçevesinde daha çok parçalayacağını ileri sürdü. Toplantıda alınan kararların mezhep kışkırtıcılığı yaptığı ve Müslümanları Ehli Sünnet söylemi çerçevesinde birbirine düşürdüğünü dile getirdi. Alimlerin ve fakihlerin temel dini nasları açıklamak için başvurdukları yöntemlerin farklı olabileceği, bu farklılığın temel dini kaynaklardan herkesin aynı şeyi anlamasına imkân tanımadığını belirtti. Bu bakımdan sahih dini geleneği, klasik dönem fukaha, ulema ve imam görüşlerine göre dondurmanın Kur’an ve Sünnetle bağdaşmadığını ifade etti. Suud Ulemasının bildirisinde İslam toplumunun, “Kur’an ve sünnetten başka hiçbir temel otoritesinin olamayacağı, ifade edildi.

Suud Yüksek Din Konseyi tarafından, Grozni Toplantısı’nda İslam dünyasında meydana gelen ideolojik ve siyasi fanatik hareketlerin söylemlerinin İslam dini ile ilişkilendirildiği, bu ilişkilendirmenin İslam’a saygısızlık olduğu belirtildi. Suud Din Konseyi, bu yönüyle İslam toplumlarında meydana gelen sosyal-siyasal krizlerin ve felaketlerin hiçbir şekilde Ehli Sünnet ve İslam inançları ile ilişkili olamayacağını açıkça beyan etmiş oldu. Hatırlatmak gerekir ki, Grozni kararları, sosyal ve siyasal krizleri ve İslam dünyasındaki şiddet ve terör hareketlerini çağdaş Selefi grupların din yorumlarına dayandırmıştı.

Grozni Toplantısı’na Ezher ulemasının başkanlık etmesi ve Mısır eski Müftüsü Ali Cuma’nın toplantıda aktif rol alması, Suudi Arabistan ile Mısır yönetimini karşı karşıya getirdi. Toplantıda alınan kararlar doğrudan doğruya Suudi Arabistan’ın Vahhabiliğe bağlı Selefi anlayışını ve Suudların Selefilik adı altında Vahhabiliği yayma konusundaki girişimlerini, Klasik manadaki Ehli Sünnet İslam anlayışının dışında tutuyordu.  Suudi Arabistan’ın din uleması buna çok sert tepki gösterdi. Suud yönetimini Basra Körfezi’nde, Yemen’de, Irak ve Suriye’de İran’ın Şii yayılmacılığı konusundaki projelerine karşı Ehli Sünnet’in temsilcisi olarak görenler, Mısır Ezher ulemasının bu fetvasını kabul edilemez buldular. Suudlar ve Selefi çevreler, Grozni Toplantısı’nı Rusya’nın Suudi Arabistan’ı Körfez’de yalnızlaştırma projesi olarak değerlendirdi.

Mısır’daki Selefi Nur partisi, hatırlanacağı gibi, demokratik seçimlerle cumhurbaşkanı seçilen Mursi’ye karşı düzenlenen askeri darbe ve darbe sonrasında yapılan protestolarda, halkı kurşunlatarak bastıran cuntacı subaylarla işbirliği yapmıştı. Mısır’da Suud güdümlü Selefilerle cuntacı subayların ittifakı, İhvan’ın yenilgisi ile sonuçlanmış ve askeri darbenin başarıya ulaşmasına önemli katkı sağlamıştı.

Grozni Toplantısı’nda; Sisi’nin Din Danışmanı, eski Başmüftü Ali Cuma’nın ve Ezher Şeyhi Ahmet Tayyib’in etkili rol oynamaları ve Suudi Arabistan Vahhabiliği’ni Ehli Sünnet dışı tutmaları, Suud yönetimini Arap dünyasında yalnızlaştırdı. Bu süreç daha önce Suud yönetiminin Mısır’daki uygulamalarına karşı çıkan İhvan-ı Müslimin üyelerini de yeniden Suudi Arabistan’a yaklaştırdı.

Grozni Toplantısı’nda çağdaş Selefi akımların dışlaması, onların şiddet, fanatizm ve terör yanlısı örgütlerin ideolojik tabanı olarak değerlendirilmesi sadece Suudi Arabistan ile Mısır ittifakını bozmadı. Aynı zamanda Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan’ın ilişkilerini de bozdu. Yemen kökenli ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin himayesiyle çalışmalarını sürdüren, mutasavvıf Ali Cifri’nin Ezher Şeyhi ile birlikte modern Selefi akımları; şiddeti, terörü, iç çatışmaları, devrimleri ve protestoları besleyen bir ideoloji olarak mütalaa etmesi, iki ülkenin ilişkilerinin bozulmasına neden oldu. Her iki tarafın ideologları birbirlerini suçladı.  Böylece körfezde İran yayılmacılığına karşı ortak tutum sergilemesi gereken iki Arap ülkesi de ortaya çıkan durumdan dolayı birbirlerine mesafeli durmaya başladı.

Hatırlatmak gerekir ki, Arap Baharı denilen süreç başladıktan ve Mısır’daki demokratik süreç askeri darbe ile kanlı bir şekilde bastırıldıktan sonra Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır, uzun süre Libya’da ve Yemen’de birlikte operasyonlar düzenlediler. Bu iki ülkedeki şiddeti ve grupsal fanatizmi, askeri müdahale ile temellendirdiler. Grozni’deki “Kimler Ehli Sünnettir?” toplantısı ile birlikte, bu ülkeler arasındaki ideolojik ittifak da bozulmuş oldu.

Sonuç olarak konu dini, siyasi ve küresel çapta önemli tartışmaları beraberinde getirdi. Konunun Türkiye üzerindeki etkisini ayrıca düşünmek gerekir. Klasik manada Kuzey Müslümanlığı kavramı, Maturidilik ve Tasavvuf Türk Müslümanlığı kavramsallaştırmasıyla örtüşür; Rusya ve Ezher geleneğiyle örtüşmez. Modern Selefi akımlarla da eşleştirilemez. Öyle ki, Körfez’in Vahhabileri, Ezher’in bürokratik vesayetçi uleması ve Rusya’nın köklerini unutmuş Müslüman beylikleri; yaşamadıkları, hissetmedikleri bir Ehli Sünnet söylemi üzerinden politika yapmaktadırlar…

Peki, Ehli Sünnet geleneği üzerinde tartışan bu taraflardan hangisi gerçekten Ehli Sünnet Müslümanıdır ve o kimliği taşımaktadır?  Güncel sosyolojik gözlemlerle bu tartışan grupları tarihsel bir geleneğin çağdaş türleri olarak görmek mümkün müdür? Doğrusu bu soruya tartışmanın taraflarının yaptığı gibi tepkisel bir cevap vermek mümkün değildir. Mukaddes imajları, metinleri ve gelenekleri politik malzeme olarak kullananlar için, mukaddes olana hürmet göstermek, çoğu kere onu kullanarak muhataba saldırmak olarak anlaşılıyor. Allah büyüktür…