Bir sivil darbe şekline bürünen yeni anayasa tezgâhı, eğer kabul edilirse; hangi sorunları yaratacağını göreceğiz. Yeni anayasa ülke ihtiyaçlarına cevap verecek bir değişikliği değil; rejim değişikliği ve demokratik parlamenter sistemi dışlayarak başkanlık sistemini getireceği açıktır. Yeni anayasa görüldüğü kadarıyla, millî kimliği ortadan kaldıracak bir sivil darbedir. Aslında anayasa darbesiyle terör, hedefleri bakımından örtüşmektedir. Türk Milletini yok farz ederek bir ortaklık devleti ve millî egemenliği ona buna paylaştırıcı bir derebeylik sistemi doğacaktır. Acaba Batının feodalite dönemine neden özenilir?
Türkiye’nin bir anayasa sorunu yoktur. Ülkemizin iktisadi sorunları, sermaye açığı, işsizlik, yolsuzluk, yoksullaşma, ahlaki değerlerde yozlaşma ve kamplaşma sorunları vardır. Bazılarının da kafalarında kimlik sorunu yer etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran, Millî Mücadeleyi yapan, millî iradeyle kavgalı olanların sorunu vardır. Anayasayı uygulayabilecek ciddi devlet adamı açığı bulunmaktadır.
Hâlâ terörü bastırmak amacıyla tavizci ve etnikçi bir anayasa yapacaksak; bugün Mehmetçiğin terörle yaptığı başarılı mücadelenin, vatan savunmasının ne anlamı kalacaktır?
Kamu düzeninin sağlanamadığı, terör örgütünün silah bırakmaya mecbur edilemediği, millî mutabakatlarda birleşilemediği, hukuk devletinin işletilemediği bir ortamda yeni anayasacılık bir çözüm olamaz. Yeni anayasacılığın anlamı, halksız halk savaşçısı bölücülerin açık yenilgisine rağmen, demokrasinin teröre yenik düşürülmesidir.
Efendim, millî irade yeni anayasa istiyormuş. Neredeyse ilkokul gençliği de bunu istiyor denecek! Millî irade Genel Seçimlerde “Benim Türklüğümü sil, ülkeyi çorbaya çevir, kamplara böl, beni de millî kimliksiz kıl” mı dedi? Tersine Türk Milleti, ayrılıkçılığı, etnik yobazlığı değil; vatandaşlık bilincini, Türk Milleti’ne aidiyet şuurunu geliştirmekten, millî birlik ve bütünlüğü korumaktan, dış baskılara boyun eğmemekten, Kıbrıs dâhil millî davaların yabancı insafına bırakılmamasından yanadır.
* * *
Terörün milletlerarası boyut kazandığı nihayet anlaşıldı. Terör sınır tanımamaktadır. Oysa terörle mücadelede bazı devletler ise sınır tanımaktadır. Ankara, İstanbul ve Hatay’da patlatılan bombalar ile Brüksel ve Paris’te patlatılanları farklı değerlendirme yanlışı yapanlar; teröre köstek değil; destek oldular.
Terörü azdıran Batılı ülkelerin, yabancı kaynaklı nüfusu marjinalleştirmeleri, gettolaştırmaları, aşağılamaları ve Haçlı Seferleri’ndeki İslâm düşmanlığına bürünmeleridir. Batı toplumlarında ekonomik refaha rağmen doğan manevi boşluk, yabancılaşma, ırkçılık ve sanayileşmenin sosyal hastalıklarına karşı ortaya çıkan kitlesel tepki terörü tetiklemiştir. Batının var ülkeleri çıkarları için kamplaştırıcı, etnik ve mezhepçiliği tahrik edici tutumu, Sabancı cinayetinde olduğu gibi katillerin sığınağı olmaları, yabancıları bütünleştirici değil; eritici politikaları uygulamaları, Orta Doğu’da sınırların değiştirilmesi. Dünyayı yangın yerine çevirmiştir. Milletlerarası terör, küreselleştirmeye de bir tepkidir.
İslâm ilgisi sadece şeklen olan, tekbirle kafa koparan, sözde İslami terörü haklı çıkarma görevini üstlenen İŞİD; desteği başta Batılı ülkelerden ve onların vatandaşlarından almıştır. Bazıları Batıdan dışlandıkları için öyle kolay dolduruşa gelmişlerdir ki, intihar saldırılarının malzemeleri olmuşlardır. Bu intihar saldırıları aslında E. Durkheim’ın altruistik intihar (diğergam intihar) tanımına girmektedir.