Daha orta mektep talebesi iken öğretmenlerimizin teşvikiyle okuma keyfine alışmıştım. Önce Türkçe kitabımızdaki yerli-yabancı yazarlar, sonra Muazzez Tahsin Berkant, Kerime Nadir, Esat Mahmut Kara Kurt çok okunan yazarların romanlarına başlamıştım. Varlık’tan sonra Çağlayan Yayınevi de küçük boyda kitaplar yayınlıyordu. Bunların içerisinde hemen bir çırpıda okuduğum kitapların başında da polisiye romanlar geliyordu. Fransızların Arsan Lüpen’ini, İngilizlerin SherlockHolmesve MaykHammer’ini, Amerikalıların NatPinkerton’unun bütün meceralarını öğrenmiştim. Polisiye kitaplar hem heyecan veriyordu,hem de kitapalışkanlığı sağlıyordu.TomMiks, Teksas ve Kinova resimli kitapları gibi heyecanla kahramanların ikinci macerasını bekleyebiliyordum.
1950’li yıllarda Peyami Safa’nın(1889-1961) yazıları için Milliyet’e abone olmuştum. O yıllarda İstanbul Gazeteleri taşraya üç gün sonra giderdi. Peyami Safa’yı daha yakından tanıyınca Server Bedi ismiyle yazdığı polisiye romanlarını almaya başladım. Annesinin ismini kullanan yazarımız Server Bedi yerli polis ve zeki suçluları anlatıyordu. Romanlarının kahramanı ise Cingöz Recai’ydi. Biranda aklıma gelen 54 adet Cingöz Recai serisinde şunlar vardı: Selma ve Gölgesi, Kendini Yitiren Adam, Yerin Dibinde Sesler, Kaybolan Adam, Çalınan Gönül, Gece Tuzağı, Zeyrek Cinayeti(çok sevdiğim bir polisiye romanıydı), Ateş, Sultan’ın Mücevherleri, Kral Faruk’un Elmasları, Domuz Sarayı, Korkuyorum, Beyaz Cehennem, Beklenen Nişanlı, Rüya Gibi, Alnımın Kara Yazısı, Sabahsız Geceler. TRT tarafından Yücel Çakmaklı yönetiminde filme çekilen Cumbadan Rumba’yı da buna dahil edebiliriz.
“PEYAMİ SAFA, SERVER BEDİ’NİN EVİNDE OTURUYOR”
Server Bedi 2. Meşrutiyet Döneminin izlerini ve yansımasını da burada aktarıyordu. Bir de baktım ki bu romanlar Yeşilçam tarafından beyaz sahneye aktarılmış. Metin Erksan Beyaz Cehennemi filme almıştı. Cingöz Recai’nin Maceraları’nı ise Ayhan Işık ve Sema Özcan oynamıştı. Okuduğumuz romanın filmini de görmek ayrıca bir hava veriyordu izleyene. Ohh ne güzel! O yıllarda sinema bir ayrıcalıktı. Zaman geçti Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerini tanımıştım. Üstad’ın “Peyami Safa, Server Bedi’nin evinde oturuyor” demesini ilk önce anlamamıştım ama sonra fark ettim ki Peyami Safa geçinmek için polisiye romanları yazıyor. Sadece o mu? Bittabi bir yandan da gazetecilik yaparak, günlük köşe yazılarına vakit ayırıyordu. Psikolojinin bütün unsurlarını görebileceğimiz, geçmişlebağını koparmayan hem muhafazakar ve hem de inkılapçı Peyami Safa adıyla yayınlanan romanları ise bir başka lezzetteydi. Kahramanları şahsiyet sahibiydi. Peyami Safa keşke gazete yazıları değil de hep roman yazsaydı, edebiyat tarihimiz biraz daha rahat bir nefes alabilirdi. Sevindiğim bir husus varisleri bilmem kaçıncı kuşaktan İtalya’da olmasına rağmen onca yolu katedip Peyami Safa’nın bütün eserlerini neşreden Ötüken Yayınevi her türlü takdirin fevkindedir.
Polisiye romanları akıllı bir tasırım içeriyor. İçerde sosyo demografik özellikleri bulabiliyor, gelişmelerin modelleşme biçimini fark edebiliyor, iyi analizlerle bu iki alanın birleştiğini rahatlıkla algılayabiliyorsunuz. Yazarın kültürel sermayesi kibar hırsız veya zeki katili, şehir hayatıyla çakıştıran yanıyla kendini ele verebiliyor. Böyle bir yaklaşım batılı Pierre Bourdieu’nun “alan teorisi”yle de örtüşüyor.
BUGÜNKÜ POLİSİYE ROMANLARI
Polisiye romanlarda günümüze gelirsek çok okunan ve pazar bulan yazarların başında yine bir Fransız olan Jean ChristopheGrange geliyor. Türkiye’de ve dünyada aynı alakayla karşılanan Grange filme de alınan Kurtlar İmparatorluğu adlı romanıyla bunun ilginç bir örneği. Paris’te başlayan, İstanbul’da devam eden ve Nemrut Dağı’nda tamamlanan bir ülkücü serüven anlatılıyor romanda. Strasbourg Saint Denis’te yaşayan idealist gurbetçilerimiz yansıtılıyor. Kitabın ilerleyen bölümlerde iç hesaplaşmalar da var. Kitapta ayrıca tıpbın da karanlık amaca nasıl alet edildiği belirtiliyor. Pierre Bourdieu’nun alan teorisi burada da karşımıza çıkıyor. Aynı Grange’nin Kızıl Nehirler, Kaiken, Taş Meclisi, Leyleklerin Uçuşu, Sisle Genel Yolcu, Ölü Ruhlar Ormanı, Şeytan Yemini romanlarında oluğu gibi. Dünkü polisiye romanile,bugünkü polisiye romanlar arasında böylesine bir örtüşme var. Sadece mekanlar ve insanlar gelişmiş olarak karşımıza çıkıyor.
Bu defa da Antalya’ya 10 günlük tatile çıkarken aklıma bir polisiye romanı okumayı koymuştum. Henüz hiç bir eserini okumadığım Ahmet Ümit’i (1960-Gaziantep) seçtim. Hemşehrim olduğu için değil, hayatı da ilginç olduğu, eserleri çok maruf için herhalde. Moda gibi bir şey Ahmet Ümit. Kitap fuarlarında imzalatmak için en çok kuyruğu olan bir yazar. Marmara Üniversitesi Kamu Yönetimi’nden sonra Moskova Sosyal Bilimler Akademisi’ni de bitirmiş. Sokağın Zulası(1989) adlı şiir kitabıyla girmiş alana. Sonra devam etmiş Çıplak Ayaklıydı Gece, Bir Ses Böler Geceyi, Agatha’nın Anahtarı, Şeytan Ayrıntıda Gizlidir, Masal Masal İçinde, Olmayan Ülke, Sis ve Gece, Kar Korkusu, Patasana,Ninatta’nın Bileziği, Kukla, İnsan Ruhunun Haritası, Aşk Köpekliktir, Beyoğlu Rapsodisi, Sultanı Öldürmek, Kavim, Bab-ı Esrar, İstanbul Hatırası ve en son yayınladığı Beyoğlu’nun En Güzel Abisi adlı polisiye romanıyla devam etmiş.
Başkomiser Nevzat’ı da böylece tanımış oldum. Yılbaşı gecesi işlenenbir cinayeti ortaya çıkaran Başkomiser Nevzat özellikleriyle de ve zaafıyla da ortaya konuyor. Neticede başarılı sona ulaşıyor. Okuyucunun dikkatini çekmek için her hususa dikkat edilmiş romanda. Başlıyorsunuz ve bitiriyorsunuz. Dil akıcı, Türkçe temiz, sosyal alan kültürel ve ekonomik saha çok iyi değerlendirilmiş. Olaylar zincirindeki gerilim yerinde ve zamanında. Çok ferasetli bir tasarım özellikleriyle de polisiye romana dökülmüş. Yerli akıllı polis ve zeki suçlular yine netice alıyor. Ama her çalışmasında Ahmet Ümit evrensel ideolojisini sırıtmadan bir yerlere yerleştiriyor, mesajını ağzınızda eriyen dondurma gibi aktarıyor. Bir dönemin dinamizmini ideolojisiyle yansıtıyor. Siz bunu fark edebilirsiniz de fark etmeyebilirsiniz de. Ancak bu husus dış dünyaya da bir mesaj. Çünkü alıcısı bol olan bir uç pazar burası. Dolayısıyla Ahmet Ümit’in eserlerinin çoğu da değişik dillere tercüme edilerek yayınlanmış bir Türk Yazarı. Elif Şafak ve Orhan Pamuk’un yanında vitrinlerde yerini alabiliyor.
ECNEBİ OKUYOR, YERLİ BAKIYOR
Ahmet Ümit benim dönemim için Arsan Lüpen, SherlockHolmes, NatPinkerton ile başlayan, Server Bedi ve Cingiz Recai ile devam eden, günümüzde bir popüler dünya yazarı olan Fransız Jean ChristopheGrange’nin safında yerini alıyor. Bir yabancı-yerli turist yağmuru var Akdeniz’e. Yabancıların elinde mutlaka ve mutlaka bir kitap; denizde, karada, havada okuyup duruyorlar!. Ne internet, ne televizyon ve ne de cep telefonları yabancıları gerektiği kadar alakadar ediyor. Ecnebilerin kitap öncelikleri trende, metroda, tramvayda, vapurda hala ilk sıcaklığını koruyarak sürüyor. Dolayısıyla batıda bir kitabın tiraji birkaç milyona kadar varabiliyor ve bir yazar sadece ve sadece yazdıklarıyla geçinebiliyor, tercümeleriyle elde edilen gelir ve şöhret de ikinci bir kar hanesi olarak sürüyor. Ah bir hidayet romanlarını bitirebilsek, günümüz insanını anlatabilsek çoğu şeyin üstesinden geleceğiz ama dur bakalım. Belki daha zamana ihtiyacımız var. Hele bir gökdelenler ve AVM’ler tamamlansın, bundan sonra Allah Kerim.
Ahmet Ümit Patasana’da Gaziantep yakınlarındaki antik Hitit kentinde bir kazıyı anlatıyor. Üç bin yıl önce yazılmış tabletleri konu ediyor. Hiç hamaset yok. O döneme ait tarih çok sıkıcıdır. Kitapda bir yudum su oluyor. Ama ideoloji yine var. Olmazsa olmazı Ahmet Ümit’in. Her şeyi dozunda veriyor yazar. Gözüne gözüne sokmuyor. Romandaki bazı kişilerde kendinizi bile bulabiliyorsunuz. Günümüzde sadece eleştirmek üzerine kurulan bir tarz görülüyor ki gerçekle sizi kucaklaştırmıyor, tam tersine geri bırakıyor. Zamanı ve mekanı ne olursa olsun insanı öne çıkardığımızda her şey yoluna girecek.
Gazeteci Mehmet Avni Özgürel’i 1980 Askeri Müdahalesi sonrası tanımıştım. Polisiye ve istihbarati kurguları vardı o sıkıyönetim günlerinde. Bulgaristan’da Diktatör Jivkoftarafından Türklere yapılan zulmü anlattığı Belene filminin de senaryosunu yazmıştı. Film TRT’de yayınlandığında büyük bir sükse yapmıştı. Bu defa Avni Özgürel 7 Şubat MİT Operasyonu, telefon dinlemeleri dahil bir polisiye senaryo daha yazdı. Adı Darbe. Sonbahar’da da vizyona girecek film. Başbakanı, MİT Müsteşarını oynayacak oyuncular da belirlenmiş. Son polisiye senaryo çalışması da bu olsa gerek; Avni Özgürel’den.
TURİZMDE YENİ FORMAT ÇOCUKLAR, EDEBİYATTA İSE?
Sis, Mutluluk, Leylanın Evi, Serenad, Kardeşimin Hikayesi gibi romanların Yazarı, sanatçı, yönetmen ve eski milletvekili Ömer Zülfü Livaneli son eserini Antalya’da Belek Rixos Otelinde yazmış. Bir ay kadar çekilmiş oteldeki odasına, yeni bir eserle çıkmış.
Antalya’ya birkaç dakika da bir uçak iniyor. Onca yerli-yabancı turist otellere akıyor. Muhteşem tesisler yapılmış. Her tesisin ayrıca konuklarınca okunabilecek birkaç dilde kitabı olan kütüphanesi mevcut. Hele Belek ve Kemer turistik tesisleri olmazsa olmazlardan. Turist profili de değişmiş. Almanya ikmale kalmış, Ruslar birinci sıradan ipi göğüslüyor. 72 milletten herkes var. İran’dan, ortadoğu’dan onlarca yabancı turist tercih ettiği mutfak ve giysi ile tatilini yapabiliyor. Araplar özel villalarda gününü geçiriyor. Hangi otelde hangi millet çoğunluğu temsil ediyorsa turist olarak, onların mutfak ve eğlence kültürü de programa alınıyor. Otellerde mehter gösterisi ve folklor oyunu da vardı turistlere. Ancak caz, pop, çıgan, dans müziği de bir başka gecenin programıydı. Çiğ köfte veya elanazik isterseniz sofranız gelebiliyor. Yok kalamar veya istakozyahni isterseniz de. Her millet kendi kültürünü yaşayabiliyor otellerimizde. Yeni format da çocuklar üzerine geliştiriliyor.
Akdeniz’deki tatilim bana günümüzde parelel yapı iddiası ile de örtüşen polisiye gelişmelerle birlikte “polisiye romanları” gündemime getirdi. İyi de oldu.