Ne demiş Atatürk; “Efendiler! Eğer bu memleket parçalanacak olursa genel şerefsizliğin enkazı altında şunun bunun şahsi şerefi de parça parça olur.” Şerefi / şerefsizliği cümle içinde kullananlar iyi okusunlar.
Ne yapmış Uluabatlı Hasan; 29 Mayıs sabahı üzerine saplanan oklara rağmen Bayrağımızı surlara dikmiş. Nasıldı o meşhur replik: “Bursa’ya bir girişim vardı (kabadayı uslûbuyla); ayyy, çıkışını hiç sorma! (efemine uslûpla)”
Ne dedik: İstanbul’un Fethinin bilmem kaçıncı yıldönümünü kutlayanlar neden işgal edildiğiyle ilgilenmezler. Piyeslerde Ulubatlı rolünü oynayanlar bile o bayrağın direkten indirilişine ses çıkarmazlar. Sahne sanatlarıdır, herkesin rolü ayrıdır.
Nedir ‘Bayraktar‘lık: Osmanlı‘da bayrağı taşımakla ilgili bir ünvan, Kıbrıs‘ın Millî Mücadele’si TMT’nin liderlerine verilen sıfat, Türkiye‘de ise sadece bir soyadı. Çanakkale Savaşlarında bayrağın / alay sancağının hikâyelerini yaşlı gözlerle dinleyen asker ve siviller Lice’deki hıyanet hikâyesini armut sapından gözlükleriyle trenmiş gibi izliyorlar.
E alıştınız tabi televizyon ekranlarından göre göre “kim kimi düdüklüyor” mevzularına ve ailece seyretmekten çekirdek Türk ailesinin 2 bin yıllık namus geleneğini her akşam çitlediniz; “Bayrak namustur, bayrağa uzanan el o milletin namusuna uzanmıştır” desek kafanızın facebook’unda yansa yansa ‘ilişki durumu’ ampulu yanacak.
Biliyorum; evli sekreterle ‘ilişki’ kurmak uğruna evli profesörün öbür evli doçenti üstelik profesör eşinin okulunda boğazlayarak öldürmesi kadar ilginizi çekmemiştir Diyarbakır 2. Hava Kuvvet Komutanlığı avlusunda gönderden indirilip atılan Türk Bayrağı.
Tanıştırayım; Solomos Solomu, 14 Ağustos 1996’da Magosa’daki Türk Bayrağını indirmeye çalışırken direkten mermiyle indirilen Kıbrıslı Rum. Fragmanını hayrına zip yapıp gönderelim de ‘Hava’cılarımız görüntü görsün. Neticede İç Hizmet Kanunu‘na göre askerîyeyi de “koruma ve kollama” görevi bizim sayın seyircilerimiz.
Bir tarihçi olarak hatırlatayım; 8 Haziran 2014, 8 Şubat 1919’da adaşım Süleyman Nazif‘in yazdığı gibi “Kara Bir Gün“dür. Tıpkı 10 Kasım gibi bir matem günüdür. Ve 4 Temmuz (İndependence Day) 2003 Süleymaniye‘deki gibi Çuval (The Hood Event) hatta Çuvallama / Çuvallanma olayıdır. Yalnız bu defa sınırımızın dışında değil bizzat içinde ve bin yıllık Türkmen şehri Diyarbakır‘da ve dahi ordumuzun harîm-i ismetinde olmaktadır hadiseler. Gitti Hilmi Özkök, gitmedi Necdet Özel. Ne bekliyor, otobüs mü?
Dipnot olarak, kızını arayan İngiliz Babaya teşekkürü unutmuyorum: Michael Todd; Türk askerleriyle Türkmen yöneticiler arasında yanlışlıkla ve 3 gün boyunca çuvallanan – halkımızın tabiriyle – elin gâvuru hakkını aramak için Amerikan Hükümeti‘ne 10 milyon dolarlık tazminat davası açmıştı.
“Biz yalnız çocuklarız gözüm, hüzünle inlemedeyiz
Ki ümidi balkona astık, yağmuru dinlemedeyiz”
Bu Caniklioğlu Ahmet’ten olsun..
“Rüyalarını kızıl bir kıyamete yor
Burçlarda şerefsizlik kol geziyor”
Bu Metinoğlu Süleyman’dan olsun..
“Sana bizim gözümüzle bakmayanın Mezarını kazacağız
Seni selamlamadan uçan kuşun Yuvasını bozacağız”
Bu da Arif Nihat Asya’dan, “Bayrak Şairi“nden olsun.
‘Yiğitlerim, gazilerim emin olsun. Allah’a, Kuran’a, Vatan’a ve Bayrağa yemin olsun.‘
Abdürrahim Karakoç’un sene-yi devriyesi şahit olsun: “Bir gün bu ‘beleşten beylik’ düzeni bozacağız” Söz olsun!