Nasıl Bir Türkiye!

88

 

Yazıma bir benzetme ile başlamak istiyorum, sağlıklı yaşam şartlarını hepimiz biliriz ama kendi organlarımızın kendi bünyemizin bu sağlıklı yaşam şartları içinde nerede olduğunu, organlarımızın ne durumda olduğunu inceleme gereği duymayız. Biz de Türk insanı olarak biraz öyleyiz. Çevremizi, dünyayı iyi inceleriz ama kendimizi yeterince incelemeyiz.

İki yaklaşımımız var, biz ya mükemmeliz ya da adam olmayız şeklinde. Bunların ikisi de yanlış. Önce kendimizi doğru anlamak, doğru tanımak, ondan sonra çevremizdeki tehditleri görebilmek, değerlendirmek lazım. Takriben doksan bir yıldır çağdaş uygarlığın peşinde koşuyoruz ama yakalayamadık, acaba neden yakalayamadık? O mu kaçıyor, biz mi kovaladığımızı zannediyoruz? Ama kovalayamıyoruz. Buna iyi bakmak lazım. Doksan bir yıl az bir zaman değil. Asırların ihmallerini ortadan kaldırmak da mümkün değil. Politika, kartları doğru oynamayı gerektirir. Ülkenin coğrafyası değişmez. Ülkenin doğal kaynakları doğru kullanılmalıdır. Batılı emperyalist güçler coğrafyayı değiştirme ve doğal kaynaklarımızı elimizden alma gayreti içerisindedirler.

Zekâ bir Allah vergisidir ama doğru beslenme ile iyi eğitim ile zekâ akıla dönüşür. İyi insanlar yetiştirir ve zamanı, coğrafyayı doğal kaynakları doğru kullanmasını insanlarımıza öğretirsek kalkınır ve milli devleti kurarız.

Yeteri kadar iyi yetişmiş insanı olmayan mevcut yetişmiş insanlarını da harcayan bir ülkenin dışarıda düşman aramasına gerek yoktur.

Çağdaş uygarlık demek yüksek ekonomik refah, ileri teknoloji, çağdaş hukuk normları, çağdaş güvenlik şemsiyesi, çağdaş siyaset yöntemleridir.

Bunları ne doğuda ne batıda arayama gerek vardır. Türk tarihi bunun örnekleri ile doludur. Atatürk Türk Milleti için büyük bir şanstır ama onu iyi anlayamadık. Bu ülkede belli bir azınlık Atatürk’ün karşısında olabilir. Bu bir tehlike değildir. Çünkü açık tehlikenin her zaman önlemi alınabilir. Alınamıyorsa kabahat tehlikede değil önlem almayanlardadır. Fakat asıl tehlike Atatürkçüyüm deyip birden fazla Atatürk yaratanlardadır. AB’ye girmeyelim diyen de girelim diyen de Atatürk’ü referans gösteriyor.

Uluslararası Tahkim Yasası’nı beğenen de beğenmeyen de Atatürk’ü referans gösteriyor. Atatürk bir şablon değildir. Atatürk akılcıdır, gerçekçidir. İçinde bulunduğu şartlara göre karar veren bir liderdir.

Tarih beceriksiz yöneticilerin elinde olan milletlerin yazgısındaki tekerrürü yeniden gösterecektir. Milletlerin siyasetinde ancak menfaatleri vardır. Kimsenin kimseye dost olmayacağını bilmemiz gerekir.

Olaylar Türk Milleti’ne iki önemli kuralı yeniden hatırlatıyor; Yurdumuzu ve haklarımızı müdafaa edecek kuvvette olmalıyız.

Geçmişi bilmeden geleceği şekillendirmek mümkün olmadığı için geçmişin üzerine yoğunlaşarak geleceğin profilini çıkarmak gerekir.

Gelir dağılımının bu kadar bozuk olduğu bir ülke dirlik ve birlik aramanın ve bunları konuşmanın bir anlamı yoktur.

Türkiye’de siyasi partilerin nerede, nasıl kökler saldığını, kimlerle nasıl ilişkiler içerisinde olarak ortaya çıktıklarını da iyi tahlil etmemiz gerekir. Sağ ve sol diyoruz, bu da bize yetiyor.

Bu düşünce ışığı altında bazı sorular ortaya atalım, hepsine tek bir cevap verelim; Evet veya Hayır.

-Türkiye mevzuatıyla, yöneticisiyle, doğasıyla, komşularıyla barışık mı?

-Türkiye saygı duyulan, saygı duyan, seven, sevilen, güvenilen vatandaşlardan oluşan bir ülke mi?

-Türkiye eşit bilgiye, eşit emeğe, eşit tecrübeye, eşit zamanın verildiği bir ülke mi?

-İşin veya görevin ehline verildiği bir ülke mi?

-Dürüst, bilgili ve tecrübeli insanların siyasete egemen olduğu bir ülke mi?

-Adaletin zamanında ve hukuk kurallarına göre dağıtıldığı bir ülke mi?

-Seçilenin vatandaşa gerçekten vekil olduğu bir ülke mi?

-Hizmetin diyetinin vatandaşa ödetilmediği bir ülke mi?
-İnancın, dini duyguların siyaset aracı yapılmadan yaşandığı bir ülke mi?

-Hukukun üstünlüğünün tartışılmadığı, yasal olmayan suç, yargılama ve infazın olmadığı bir ülke mi?

-Temel konularda ortak bilincin, ortak sorumluluğun ait olduğu konularda saygının, sevginin hoşgörünün egemen olduğu bir ülke mi?

-Vazgeçilmez ve özgür bir kurum olması gereken medyanın, kamuoyunun yansıttığı ikinci derecede kamuoyu oluşturduğu politikacılara eşit mesafede olduğu bir ülke mi?

-En sade vatandaşından en sofistike vatandaşına kadar, herkesin veya en azından sağduyulu çoğunluğun hakkının, yetkisinin ve sorumluluğunun farkında olduğu bir ülke mi?

-Yasa yapanların herkesten daha fazla yasalara uyduğu bir ülke mi?

Bizce bütün bu soruların tek bir cevabı var; Kesinlikle Hayır. Sizce de öyle mi acaba?