Yüzleşme

92

Okumayı sevmeyen bir milletiz; okumayı sevmeyince de, dağarcığımızdaki kelime hazinesi ne kadarsa o kadar düşünebiliyoruz ancak. Düşünce önemli bir kavram, eğer özgürce düşünüp bir şeyler üretemezsen, ancak şimdi olduğu gibi birilerinin direktifiyle ve nasıl isteniyorsa o istikamette düşünmeye çalışırsın. Ne diyor devlet, Türk modeli araba üretelim, tamam amenna, Türk modeli bir araba üretelim derken;  sen arabanın motorunu üretmiyorsun ki! Hazır düşünülüp, tasarlanmış piyasada dolaşan bir motoru süsleyip-püsleyip, cicili-bicili hale getirip yollara salacaksın. Sizi bilmem ama bana çok komik geliyor. Gönül isterdi ki devlet böyle bir projeyi gündeme getirdiğinde, Türk mühendislerinden bir veya bir kaçı, ellerinde motor projeleriyle devletin kapısına dayansınlar ve buyurun efendim bizim zaten böyle bir projemiz vardı, sizin harekete geçmenizi bekledik desinler.

Kelime dedim de, lise çağlarındaki bir Japon genci yetmiş iki bin kelime kullanıyor, İngiliz genci yetmiş bin, Alman elli iki bin, Yunan otuz bin. Ya bizim lise çağındaki gencimiz; beş bin kelimeyle iktifa ediyor ancak. Bu kadarcık bir kelime dağarcığıyla ne okuduğundan zevk alırsın, nede düşünüp, yazabilirsin.

İşte bu yüzden kulaktan dolma sözlere, doğmalara, ve dedikoduya fazlaca itibar ederiz. Hayatımızda hiç görmediğimiz, tanımadığımız, sırf başkalarının yönlendirmesi ve telkinleriyle insanlar hakkında karar veririz…

Geçmiş yıllarda Hüseyin Üzmez, Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın konferansına gelmişti. Konuşmasında bir anekdot nakletti, ismini vermediği bir zattan bahsederek; Vatan Gazetesi sahibi Ahmet Emin Yalman hakkında: “Bu adam vatan haini, mason, ne kadar kötülük varsa hepsini üzerinde taşıyor, mutlaka icabına bakılmalı der. Hüseyin Üzmez, bu adamın dolduruşuyla Malatya’da 1952 yılında Vatan gazetesi sahibi Ahmet Emin Yalman’ı vurur. İyileştikten sonra Ahmet Emin Yalman, Kocaeli Ceza evine Hüseyin Üzmez’i ziyarete gelir ve sorar: “Kardeşim sen beni nerden tanıyorsun da gelip beni vurdun, suçum neydi benim?” der, tabii bizimki verecek cevap bulamaz.

Gene Türkiye’nin yetiştirdiği ünlü avukatlardan Burhan Apaydın ve Orhan Apaydın kardeşler. Aman  Allahım rahmetli Ergun Göze, adamlar hakkında Tercüman gazetesinde kendi  köşesinde demediğini bırakmıyor, veryansın ediyor, günlerce yazılar yazıp , adamcağıza söylemediğini bırakmıyor. Tabii bizlerde karşımızda iki sahtekâr, komünist kardeş avukatlara diş bilemeye başlıyoruz, tanımıyoruz adamları, bir yazılarını okumadık, kimseye yaptıkları kötülüğü de duymadık amma velakin, sırf Ergun Göze öyle söylüyor diye adamlara düşman olduk. Yeniçağ gazetesi yazarlarından Cazim Gürbüz’ün anlattığına göre meğerse bu iki kardeş avukat, tam Nihal Atsız ve Alpaslan Türkeş‘in hayranları imiş. Hatta Yaşar Okuyan’ın Cumhurbaşkanına hakaretten davasına Okuyanı rahmetli Türkeş Burhan Apaydın‘a gönderiyor  ve “git o seni kurtarır” diyor.

1980 Eylül’ünden sonra Orhan Apaydın, Barış Derneği davasından içeri düştüğünde, aynı cezaevinde yatan bizimkiler, onun hakkında da pekte hayırlı şeyler düşünmüyorlar.

Bu konuda ölümünün 25. Yılında Cemil Meriç’i de anmadan geçmeyelim. JURNAL isimli eserinde şöyle yazar  rahmetli Meriç: “Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?” Kim bilir memleketimizin tarihinde kaç düşünce adamını feda ettik? Onun içinde ne cihan şumûl bir edebiyatçı çıkarabildik, nede düşünce adamı?      Bu konuda gene rahmetli Seyit Ahmet Arvasi, bir esrinde şöyle der.” Karşıma Tanrı diye çıkardıkları birisini ameliyathanemdeki masama yatırır, her tarafını incelerim, işe yarar bir yanını bulursam, tutar, kaldırır, bağrıma basarım, yok eğer aradığımı bulamadığım takdirde hiç itibar dahi etmem elimin tersiyle iterim” der.

Bu konuda sayısız örnekler vardır. ABD’li düşünür  Eric Hofer‘de, “KESİN İNANÇLILAR” kitabında gene bu konularda sayısız örnekler verir.

Son sözümüzü söyleyecek olursak; Kesin hüküm vermeden, okuyup, araştırıp, ve hatta çok, çok düşünüp, sağlıklı muhakeme yapıp öyle karar vermeliyiz. Aksi takdirde kendimizi bırakın, çevremize ve memleketimize çok yazık ederiz…

 

Önceki İçerikÂsım’ın Nesli
Sonraki İçerikMirac Kandili ve Evrensel Prensipleri
İdris Türkten 1 12 1949 tarihinde Tokat/Artova da doğdu. İlkokulu Artova Gaziosmanpaşa ilkokulunda, Ortaokul ve Liseyi Turhal da okudu. Berlin Teknik Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünün 2. Sınıfından ayrıldı. Kocaeli Petkim Petro Kimya Fabrikasından emekli oldu. Ülkü Ocakları ve Milliyetçi Hareket Partisi teşkilatlarının her kademesinde görev yaptı. İYİ Parti Kocaeli İl kurucuları arasında bulundu ve İYİ Parti yönetim kurulunda bir dönem görev yaptı. Halen Kocaeli Aydınlar Ocağı İdari Sekreterliği görevini yürütmektedir. Editörlük ve güncel Köşe Yazarlığı yapmaktadır. Biri kız, iki erkek evladı var.