GİRİŞ:
Ahmet Kabaklı, milletimizin son dönemlerde yetiştirdiği, üstün vasıflı, geniş ufuklu, yüksek kabiliyetlere sâhip mümtaz bir şahsiyettir. ‘Benlik’ zaafının zerresini şahsiyetine bulaştırmamış kâmil bir insandır. İnsanlık âbidesidir.
Devrimci olmadan yenilikçi, fanatik olmadan vatan ve millet sevgisi ile dopdolu, bağnaz olmadan iyi bir Müslüman, tabuları olmayan muhafazakâr, küresel kültür bağımlısı olmayan aydınlıklar yolcusu bir meş’ale idi. Arkasında tarikatlar, cemaat ve partiler yoktu. Siyâsî bir lider, şeyh, emrinde ordusu bulunan bir komutan, milyarlara hükmeden işadamı, milyonları peşinden sürükleyen pop yıldızı, sinema oyuncusu değildi. Buna rağmen çok seviliyordu. Hayranlar kütlesi, pek çok kişinin gıpta ettiği sayıda idi.
Sıcaktı, candandı, mütevazı idi, samimiydi. Âlim ölçüsünde bilgiliydi. Fakat hiç kimseye asla tepeden bakmamış, büyüklük taslamamıştır. Harput’tan şâhin gibi uçtu, alperen oldu, gönüllere kondu, vakit-saat gelince ilahî dâvete uydu ve cennete göçtü.
Milletimizin, Ahmet Kabaklı’lara çooook ihtiyacı var. Yetişmelerine vesile olması niyazı ile…
Oğuz Çetinoğlu: Ahmet Kabaklı Hocamız ile ilgili engin ve derin çalışmalarınızla tanınıyorsunuz. Rahmete vesile olur niyazı ile çalışmalarınızın bir bölümünü okuyucularımızla paylaşır mısınız? Uygun görürseniz hayatından başlayalım…
Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen: Ahmet Kabaklı, Harput Sarayhatun Camii’nde müezzinlik yapan Kabaklılardan Ömer Efendi ile Pertekli Bölükbaşılardan Münire Hanım’ın oğlu olarak 24 Mayıs 1924 tarihinde Harput’ta dünyaya geldi. Babasını 1926 yılında daha iki buçuk yaşında iken kaybetti. Babasıyla ilgili hiçbir hâtırâsı olmayan Kabaklı’nın fakir bir çocukluk ve gençlik devresi başladı. 1931 yılında girdiği Elazığ Numune Mektebi’nde ilk ve orta öğrenimini tamamladı. Elazığ Lisesi’nden, 1944 yılında mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun parasız yatılı imtihanını kazanarak girdiği Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü 1948 yılında bitirdi.
Mezun olduğu yıl Diyarbakır’da öğretmenliğe başladı. Burada görev yaptığı sırada Diyarbakırlılardan çok ilgi ve itibar gördü. O Diyarbakır’ın verimkâr bir kültür muhiti olduğunu biliyordu. Kendisine Halkevi’nin çıkarttığı Karacadağ Dergisi’nin yöneticiliği verildi. Başta Ziya Gökalp olmak üzere Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı gibi Diyarbakır’ın fikir ve edebiyat sahasında yetiştirdiği evlâtlarını hatırlatan toplantılar yaptı. Divan Edebiyatı geceleri düzenledi. Görevi sırasında öğrencileri ve velileri olmak üzere geniş bir Diyarbakırlı kitlesini kendisine bağladı. Böylece orada ciddî bir milliyetçilik havasının esmesini sağladı.
Diyarbakır’daki görevi iki yıl süren Kabaklı oradan askere gitti. Onu gece geç vakitte uğurlamaya meslektaşları, öğrencileri, halktan sevenleri olmak üzere büyük bir kalabalık geldi. Diyarbakırlıların kendisine karşı gösterdikleri bu saygı ve sevgi onu çok mutlu etti. Askerliğini 1 Kasım 1950-30 Eylül 1951 tarihleri arasında Manisa’da tamamlayan Ahmet Kabaklı’yı Millî Eğitim Bakanlığı 1951 yılında Aydın Ticaret Lisesine edebiyat öğretmeni olarak tâyin etti. Görev yaptığı Aydın’da 23 Ocak 1951 tarihinde Aydınlı Elbir ailesinden, Kız Lisesi matematik öğretmeni Meşkûre Hanımla tanıştı ve evlendi.
Hak ve adalet yolunda daha iyi hizmet yapabilmek için hukuk okumak istedi. 1955 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. 1 Nisan-1 Mayıs 1956 tarihleri arasında Tercüman gazetesinin açmış olduğu fıkra yarışmasına Ferhat Fırat imzası ve kendisine birincilik getiren ‘Üniversitede Münazaralar’ başlıklı yazısı dahil beş yazı ile katıldı. Yarışmayı kazanan Kabaklı, aynı zamanda Türkiye’de yarışmayla yazar olan iki kişiden birisi oldu. Bu sırada hâlen Aydın Ticaret Lisesinde Edebiyat öğretmenliğine devam etmekteydi.
1956 yılının güz döneminde Aydın Ticaret Lisesi’ndeki görevi sırasında Millî Eğitim Bakanlığı tarafından eğitim stajı için bir yıllığına Paris’e gönderildi. 1957 yılında Paris’ten dönüşünde İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsüne öğretmen olarak tâyin edildi. 1955 yılında Aydın’da öğretmen olduğu sırada başladığı Hukuk Fakültesi’ni 1959 yılında tamamladı. İstanbul barosu avukatları arasına katıldı. Kısa bir süre avukatlık yaptı. Çapa Eğitim Enstitüsündeki öğretmenliği 1969 yılına kadar sürdü. Buradaki görevine İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu’nda öğretim görevlisi olarak devam etti. Bu görevdeyken kendi isteğiyle 2 Haziran 1975 tarihinde emekli oldu. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nda edebiyat dersi verdi.
Kimya Yüksek Mühendisi Taner Kabaklı isminde bir oğlu ve iki torunu olan Ahmet Kabaklı, 17 Kasım 2000 tarihinde kalbinden rahatsızlandı. Önce Türkiye Gazetesi Hastanesi Kardiyoloji Servisi’ne kaldırıldı. Burada iki gün yoğun bakımda kaldı. Daha sonra anjiyo yapılması için 20 Kasım 2000’de Florance Nightingale Hastahanesi’ne nakledildi. 23 Kasım 2000’de tekrar kontrolden geçirilen Kabaklı, hemen ameliyata alındı. Başarılı bir ameliyatla kalp damarlarından beşi değiştirildi. Ancak yoğun bakım ünitesinde enfeksiyon kaptı. Buradan üç günde çıkması gerekirken yirmi gün yatmak mecburiyetinde kaldı.
Bu arada Kadir gecesine tesadüf eden 23 Aralık 2000’de 48 yıllık hayat arkadaşı, emekli öğretmen Meşkûre Hanım vefat etti. Hastaneden taburcu edildikten sonra sevgili eşi Meşkûre Hanımın mezarını ziyarete gidebildi. Hızla iyileştiği sanıldığı bir sırada akciğer enfeksiyonundan tekrar hastaneye kaldırıldı. Ahmet Kabaklı, 8 Şubat 2001 tarihinde Perşembe günü saat 14.20’de Florance Nightingale Hastanesi’nde Hakk’ın rahmetine kavuştu.
10 Şubat 2001 tarihinde Cumartesi günü tabutuna Türk ve Doğu Türkistan bayrakları sarılı cenazesi Fatih Camii’ne getirildi. Yakınları, öğrencileri ve sevenlerinden oluşan on binlerin katılımıyla öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazı sonrası eşi Meşkûre Kabaklı’nın yattığı Eyüp Sultan-Piyer Loti’deki aile mezarlığına defnedildi.
Oğuz Çetinoğlu: Allah (cc) rahmet eylesin. Kabri nur ile dolu olsun.
Hocamızın şahsiyetinden de söz eder misiniz?
Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen: Ahmet Kabaklı, Cumhuriyetin ilk yıllarının yokluk ve yoksullukları içerisinde geçirdiği çocukluğundan beri hayatın zorluklarını bilen birisi olarak sâde ve abartısız yaşadı. O, memleket meselelerinde, yazılarında ve konferanslarında ciddî, özel hayatında inanılmaz derecede şakacı, cana yakın, sevimli, esprili, alçak gönüllü, şen, cömert sevgi dolu, babacan, merhametli bir insan olarak tanınırdı. Yakın çevresi O’nu Türkçe’ye, Türkiye’ye ve Türk insanına aşkla bağlı, ilim sâhibi, araştırmacı, bıkıp usanmadan çalışan, vefalı, yardımsever, merhametli, haklının ve mazlumların yanında olan, halktan kopmayan gerçek aydın, kadirşinas, yeni projeler üretme yeteneğine sâhip bir kâmil insan, kalemini menfaat için kullanmayan, çizgisinde direnen, yürüdüğü yoldan şaşmayan, dünya malına fazla değer vermeyen, bereketli bir fikir pınarı, uzun yıllar fikrini ve kalemini vatan, millet hayrına kullanan bir kahraman, bir mektep adam, haysiyet âbidesi, millete ve tarihe malolmuş bir şahsiyet… gibi daha bir çok özellikleriyle tanımakta ve anlatmaktadırlar.
Onun şahsiyeti aile çevresi ve bilhassa annesi Münire Hanımın söylediği ve okuduğu masal, efsâne ve türkülerin tesiriyle şekillendi. Annesinden sonra millî duygu ve düşüncelerle onu besleyen ve etkili olan ikinci kadın Türkçe öğretmeni Cemile Hanım’dır. Lisede ise hayatının değişmesine vesile olacak edebiyat öğretmeni Cahit Okurer, Fransızca öğretmeni Cemil Meriç, tarih öğretmeni Yahya Pehlivan, matematik öğretmeni Vehbi Güney gibi seçkin ve sahalarında iyi yetişmiş ve etkileyici öğretmenlerin tesirinde kalmıştır.
Öğrenci olarak girdiği Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Reşit Rahmeti Arat, Ahmet Caferoğlu, Ali Nihat Tarlan, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan’dan dersler aldı. Başta kendisine yakın bulduğu, ağabey gördüğü hocası Prof. Dr. Mehmet Kaplan olmak üzere diğer hocaları onun iyi bir meslekî eğitim almasında ve milliyetçi fikirlerinin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır.
O, 20. ve 2l. asrın alpereni olarak kalemiyle bütün Türk dünyasında gönüller fethetmiştir. O, milleti için, birliğin sembolü olarak gördüğü ve ideallerini süsleyen bir ‘alperen’ olmak istediğini şöyle ifâde etmektedir: “Benim bugüne kadarki hasretim ve geleceklerde yapmak ve anılmak için özlediğim şey, birçok yazılarımda kendisini anlatmaya çalıştığım alperen ahlâkı, alperen yaşayışı, alperen hürriyeti, milletimin her varlığını kuşatan alperen sevgisidir. Onun için Alperenlik hasretiyle yiğitliğe sarıldım. Her güzelliğin zaferi için çalışmaktan zevk aldım. … İşte ben, Çanakkale’den Bolayır’a, Rumeli’ye sallarla geçip kırk mübarek atlı ile Üsküb’ün, Belgrad’ın kalelerini alan kahramanlarla birlikte yaşadım.”
Farsça ve Fransızca’yı edebî eserleri tetkik edecek kadar bilen Ahmet Kabaklı, hem doğu, hem batı kültürüne, yetiştiği muhitten ve aldığı meslekî eğitimden dolayı da zengin bir Türk kültürüne sâhipti. Başta Anadolu’da olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde verdiği konferanslarda, radyo ve televizyon programlarında Türkün kültürünü, sanatını anlatmak için çaba göstermiş, yanık yürekleri serinletmiş ve cesaretlendirmiştir.
Sevenleri onu, sevgi yüklü olmasından Alperen’e, eserlerinde doğruluğu ve dürüstlüğü anlatmasıyla Yusuf Has Hacib’e, Türk dilinin korunması ve geliştirilmesi için yaptığı mücadele ile Kaşgarlı Mahmud’a, bilgeliği ve otoritesi yönüyle Dede Korkut’a, dünyanın neresinde Türk varsa onların dertleriyle hemhal olmasından dolayı dervişe, gaziye, akıncı beyine, her çağrılan yere gitmesiyle Evliya Çelebi’ye benzetmişlerdir.
Oğuz Çetinoğlu: Siz, öğrencisi oldunuz mu?
Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen: Ben Kabaklı Hocanın klasik anlamda öğrencisi olmadım. Çevresinde bulundum. Üniversite, Türk Edebiyatı Vakfı’nda öğrencisi imişim gibi ilminden, feyzinden istifâde ettim. Yazılarını, kitaplarını, sohbetlerini ve konferanslarını dinledim.
Oğuz Çetinoğlu: Ahmet Kabaklı’ya saygınızın, hayranlığınızın oluşmasındaki etkenler nelerdir?
Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen: Biraz önce de ifade ettiğim gibi O’na hayranlığım evimizde okunun Tercüman gazetesindeki yazıları ile başlar. O’nu, Üniversitede edebiyat öğrencisi, ardından öğretmenlik ve üniversite hocalığı sırasında daha yakından tanıma fırsatı buldum. O’na Türk kültürüne yaptığı hizmetler ve milliyetçi bir çizgi izlemesinden dolayı ortaokul öğrenciliğimden beri sevgi ve saygı beslediğimi söyleyebilirim. Bu sevgi ve saygım O’nunla ilgili yazı çalışmaları yapmaya başladığımda daha da arttı. Bana göre, Kabaklı’nın hayat hikâyesi başlı başına bir roman konusu oluşturur. Yokluklar Türkiye’sinde yokluk içinde yetişip Türkiye’nin en saygın edebiyat ve fikir adamı olmak kolay değildir.
Bir de buna dürüst gazeteci kimliğini ekleyebiliriz. Onun ilk yazısından son yazısına kadar 13.500 civarındaki yazısını tespit ettim. Bu sayı Anadolu basını da taransa daha da artabilir diye düşünmekteyim. Onunla ilgili altıbuçuk ay süren çalışmadan sonra bibliyografyayı tamamladığımda uzak ve yakın dönemin önemli konuları ve resmini görme fırsatı buldum.
Bunların bazılarını konu başlıkları halinde şöyle sıralayabilirim: Türkçe, dil, edebiyat, kültür-sanat, şiir, makale, deneme, hatırat, tiyatro, eleştiri, mülakat, biyografi (Yunus Emre, Mevlana, Yahya Kemal, Rauf Denktaş, İsa Yusuf Alptekin, Mehmet Kaplan, Ahmet Hamdi Tanpınar vs.), sohbet, folklor, tiyatro, mektup, tarih, musiki gibi konu ve türlerin yanı sıra kitap, dergi, gazete ve ansiklopedi tanıtımı, toplum, gençlik, siyaset, yönetim, dış ve iç politika, sağlık, İstanbul, gençlik, belediye, şehir hayatı, bayramlar, çocuklar, Almanya’daki işçiler, işçi çocukları, terkedilmiş çocuklar, ramazan eğlenceleri, TRT, okuyucu mektupları, diyanet, öğrenci olayları, çocuk vakfı, çocukların eğitimi, temaşa sanatlarımız, Karagöz okulu, basın, şehircilik, mimarî, üniversiteler, İstanbul’da asayiş, terör, İstanbul barosu, festivaller, turizm, Kıbrıs, âşıklar bayramı, ulaşım-trafik, çevre, ekonomi, ticaret, patrikhane, askerlik, kitap, kütüphane, spor, sinema, bale, opera, meslekler, esnaf ve sanatkârlar, meslekî problemler, propaganda, miting, aile hayatı, işçi hakları, sendika, anma yazıları (Abdülhak Hamid, Ziya Gökalp gibi), dernekler, eser yarışmaları, kanunlar, Atatürk, dış Türkler, avcılık-balıkçılık, devrimler, radyo programları, açık oturum, siyaset-savaş, şehit cenazeleri, güzellik yarışmaları, dinlenme tesisleri, grev-sendika, enerji, deprem, yeni ve eski edebiyat tartışmaları, hapishane, Bulgar zulmü, ortak Pazar, Avrupa topluluğu, ihtilaller, bölücülük, irtica, yolsuzluklar, af, bürokrasi, nevruz, YÖK, Göktürk abideleri, muhafazakârlık, milliyetçilik, Türkçülük, İslamcılık, öğretmenlik, öğretmenler günü, anneler günü, gazetelerin politikası, Ermeni meselesi, Gap projesi, Musul-Kerkük, başörtüsü, çarşaf ve sakala dair, PKK üzerine, insan hakları, arşiv ve muhtelif vs.
Bu tür yazılarında bilhassa yakın zamanımızda cereyan eden olaylarla ilgili önemli tespitler ve değerlendirmeler yapmıştır. Türkiye’nin yakın dönemi ile ilgili çalışma yapanların mutlaka Kabaklı Hocanın bazıları sıcağı sıcağına yazılmış objektif yazılarını okumaları gerekir diye düşünmekteyim.
Ben ayrıca kendisinin yazdığı yazılardan hareket ederek üç ayrı makale yayımladım. Bunlardan birisi ‘Ahmet Kabaklı’nın Yazılarında Mevlânâ’, diğeri ‘Ahmet Kabaklı’nın Gazete ve Dergi Yazılarında İstanbul’ ve sonuncusu da ‘Ahmet Kabaklı’nın Çocuk ve Çocuk Edebiyatı Üzerindeki Düşünceleri ve ‘Ejderha Taşı’ Adlı Eseri Üzerine Bazı Tespitler’ adlı makaledir. İnşallah bunlara yeni yazılar eklenecektir. İşte yukarıda tespit ettiğim bu kadar konu çeşitliliğine ve zengin bir kültür birikimine sahip yazarımıza nasıl hayranlık duyulmaz. Ayrıca zengin bir kütüphane oluşturacak kadar kitap biriktirmiş olması ve vakfetmesi bile kendisine saygı duyulmayı gerektirir diye düşünmekteyim.
Oğuz Çetinoğlu: Ahmet Kabaklı’yı görev yaptığı çevrelerde tanıyanlar, O’na gönül kapılarını açtılar. Kendisini tanıma imkânı bulan herkes O’nu gönül tahtına oturttu. Fakat bu insanların sayısı mahdut idi. Asıl sevgi-saygı çemberi ve hayranlar kütlesi, yazarlık hayatında oluştu ve gelişti. Merhum Hocamızın yazarlık hayatına nasıl başladığını hayat hikâyesini verirken belirttiniz. O’nun yazı hayatını da anlatır mısınız?
Yrd. Doç. Dr. Erol Ülgen: Ahmet Kabaklı’nın yazı hayatı daha 22 yaşında üniversite öğrencisi iken 20 Kasım 1946 tarihinde Son Saat Gazetesi’nde başladı. ‘Yunus Emre’mi Yalan Söylüyor. Gölpınarlı mı?’ başlıklı tenkit yazısıyla başlamıştır. 1947 yılından itibaren ‘Hareket Dergisi’nde ‘Ayın Hercümerci’ başlığıyla polemik, mizah ve hiciv yazıları yazmıştır. Diyarbakır’da öğretmenliği sırasında ‘Karacadağ Dergisi’ni yöneten Kabaklı giderek şiir ve yazılarıyla edebiyat camiasında tanınmıştır. Hareket ve Karacadağ dergilerinden başka Bizim Türkiye, Hisar, İstanbul, Çağrı, Türk Folklor Araştırmaları, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Mavera, Pınar, Kültür ve Sanat, Türk Edebiyatı gibi dergilerde de şiirler, makaleler yazmaya devam etmiştir.
Asıl ününü Türk basınında duyuran Ahmet Kabaklı, Son Saat, Tercüman, Yeni Haber ve Türkiye gibi gazetelerde idarecilerin ve geniş halk kitlelerinin dikkatlerini uyandıran kültür hayatımız ile ilgili konularda yirmi binden fazla fıkra ve makale yazmıştır. Tercüman gazetesindeki yazıları önce ‘Fıkra Müsabakamızın Birincileri’ başlığı altında yarışmayı kazanan diğer iki birinciyle birlikte aynı köşede dönüşümlü yayımlanmıştır. Eğitim stajı yapmak üzere Paris’e gitmesi sebebiyle yazılarını aralıklarla da olsa ‘Uzaktan Uzağa’ başlığı altında okuyucusuyla buluşturmuştur.
Bu ayrılık devresinde gazeteye Paris’ten ‘Paris Notları’, ‘Paris Mektupları’ başlıklarıyla yazılar yazmıştır. 1959 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nden mezun olmuştur. Avukatlık yapmaya başlamış, tam bu sırada gazete el değiştirmiş ve yeni sâhibi Nihat Karaveli kendisinden gazeteye yazmasını istemiştir. Bu teklifi kabul eden Kabaklı Tercüman’da 1961 yılından itibaren ‘Gün Işığında’ adlı köşesinde yazmaya devam etmiştir. Tercüman Gazetesi’nin sâhiplerinin değiştiği dönemlerde milliyetçi fikirlerinden dolayı zaman zaman sıkıntılar yaşamış, aynı zamanda tam iki sene yazdığı yazılardan hiç para alamamıştır.
11 Ekim 1961 tarihinde Tercüman’ın ortakları arasına Kemal Ilıcak’ta girmiştir. Daha sonra Kemal Ilıcak’ın imtiyaz sâhibi olmasıyla birlikte diğer kalem arkadaşlarıyla ‘Memleketi onarma ve kötülerden kurtarma mücadelesi’ne girişmiştir. Gazete milliyetçi-muhafazakâr bir çizgi izlemeye başlamış ve okuyucu sayısı daha da artmıştır. Kabaklı yazılarıyla Türk milletinin bilhassa gençliğinin kalbinde yer etmiştir. Dilimizin, edebiyatımızın ve kültürümüzün önemli meselelerini köşesine taşıyan Kabaklı, fikirlerini çekinmeden yazmıştır.
1986 yılında Tercüman’daki yazılarına bir müddet ara vermiştir . 1986’nın sonu ve 1987’nin başlarında Yeni Haber gazetesinde yazmaya başlamış, ancak bu gazetenin yayın hayatı kısa sürmüştür. Daha sonra 15 ay gibi bir zaman aralığında gazete yazılarına ara veren Kabaklı, boş durmamış yakın tarihimizi yorumladığı ‘Temellerin Duruşması’ ve senaryo olan ‘Şair-i Cihan Nedim’i telif etmiştir. 1 Şubat 1988 tarihinde tekrar yazmaya başladığı Tercüman’daki yazı hayatı 2 Mart 1991 tarihinde son bulmuştur. Kabaklı, 19 Mart 1991 yılından itibaren Türkiye gazetesinde ‘Gün Işığında’ adlı köşede yazmaya başlamıştır. Bu süre 19 Kasım 2000 tarihine kadar devam etmiştir. Türkiye gazetesindeki son yazısı ‘Damda Deve Aranır mı?’ olmuştur.
(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU)