“Biz Söğüt’e 423 çadır halkı olarak geldik. Anadolu’ya daha önce gelen Oğuz boylarıyla birleşerek Osmanlı Cihan Devletini kurduk. 600 küsur senelik ömrünün büyük bölümünde nizam-ı âlemi tesis eden devlet olduk. Bu devletimizin yıkılmasından sonra Büyük Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyetini kurduk. Bize Akdeniz Bölgesinde Yörük, Marmara’da Manav, Trakya’da Muhacir, İç Anadolu’da Türkmen, Erzurum’da Dadaş, Elazığ’da Gakkoş, Trabzon’da Çepni, Kars’ta Terekeme derler. Nerede olursak olalım müşterek adımız olarak da Türk derler.”
Bu sözlerin sahibi gerçek bir Yörük. Annesinin sütü kesilince üç yaşına kadar keçilerinden birinin memesinden süt emerek büyüyen Mehmet Özer Bey Marmara Yörük Türkmen Dernekleri Federasyonu ile Kocaeli Yörükleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin Başkanı. Yaşı yetmiş ama hala ellili yaşlarda gösteren, bir gönül ve hizmet adamı. Kocaeli’de 17. Yörük Yayla Şenliklerini düzenleyen ekibin başkanı. Yıllardan beri Söğüt Şenliklerini bugüne taşıyan emektarların öncülerinden.
Şenlikte bu mütevazı ve sakin tabiatlı adamın yani Mehmet Özer Bey’in hali ve sözleri ile şenliğe katılan binlerce Yörük’ün genel karakteri bana son dönemlerde yaşananları yeniden düşünmeme sebep oldu.
*****
Anadolu 19. yy. sonu ve 20. yy. başlarında Balkanlardan, Kafkaslardan, Kırım‘dan ve diğer kaybettiğimiz topraklardan büyük göçler aldı.
Balkanlarda ayrışmanın olmaması için Osmanlı Devleti son yüzyılında Anadolu’ya hiç yatırım yapmadığı gibi Anadolu’nun bütün imkânlarını da Balkanlarda yaptığı yatırımlara harcamıştı. Anadolu bu sebeple ilkel bir tarım toplumu halinde, fakir, sermaye birikimi olmayan, eğitim seviyesi düşük, sağlık şartları berbat bir durumda idi.
Buna rağmen Milli Mücadeleyi bu Çılgın Türkler insanüstü fedakârlık ve kahramanlıklarla başardı. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda 11-12 milyon olan nüfusumuzun yaklaşık 5 milyonu muhacirlerdi. Muhacirlerin de çoğu zaten Türk’tü. (Balkanlarda Türk asıllı olmayan Müslümanlara da Hıristiyanlar Türk diyordu.)
Bu asil Türkler, benzeri tarihte ancak ve sadece Medine’li Ensar’ın Mekke’den hicret eden Hazreti Peygamber ve arkadaşlarına gösterdiği misafirperverlikle kıyaslanabilecek, müthiş bir engin gönüllülük örneği gösterdi.
Varını yoğunu paylaştığı muhacir kardeşlerine asla yabancı muamelesi yapmadı, bu “vatanın sahibi benim size ne oluyor” tavrı içinde bulunmadı.
Osmanlı döneminde devleti yöneten bazı densizlerin “etrak-ı bi idrak” yani idraksiz Türkler diye küçümseyişine de, sonraki dönemlerde “cahil köylüler” muamelesine de vakar ve sorumluluk hissi içinde sabır gösterdi.
Sanki Şeyh Edebali, Osman Gazi’ye “Ey Oğul!” diye başlayan nasihatini, vatanın birliği ve huzurundan kendilerini sorumlu hisseden bütün Türklere söylemiştir:
“Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana.. Suçlamak bize; katlanmak sana.. Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana.. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana.. Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana..“
Asli unsurun bu olgunluğu sayesinde, Banu Avar’ın tarif ettiği kaynaşma ve bütün alt unsurlarıyla birlikte, müşterek Türk kimliği meydana geldi:
“Türk milleti deyince içinde yaşayan tüm unsurlarıyla bir kültür etrafında birleşmiş bir millet anlaşılır. Annem Balkan göçmeni, Babam Çerkez, Kürtlerle evlenmişiz, Kırım’dan da Trablusgarp’tan da Araplardan da aile bireyleri var. Alevi de var Sünni de var. Nereye koyacaklar beni?! Herkes evlenmiş birbiriyle neye göre ayırıp sınıflandıracaklar bizi? Biz Türküz! Hangi kökenden gelirsek gelelim, kendimize Türk diyoruz. Tüm alt unsurlarıyla bu milletin bir adı vardır.. Bu ad TÜRK’tür.“
*****
Alev Alatlı bu müşterek kimlik içindeki etnisite olarak Türklerin (Yörüklerin/Türkmenlerin) bu üst kimlikteki isim hakkını “kul hakkı” olarak nitelendiriyor: “Türklük bir üst kimliktir. Üst kimliği kaldırırsanız bu iş parçalanır. Bu ülkenin ve Osmanlı’nın ve Selçuklu’nun kurucusu… Kurucu hakkı vardır. Bu yüzden kul hakkıdır diyorum. Ben bir Müslümanım ben biliyorum ki Baybars’ı, Kılıçarslan’ı olmasaydı Mekke, Medine’ de kalmazdı. En azından bu hakka saygı için Türk ismi orada (Anayasada) kalmalı.”
*****
Hükümetçe oluşturulan ‘Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan isimlerden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Görebildiğim kadarıyla tarihte ilk defa Türk kimliği kendisini kaybeden olarak konumlandırıyor ve savunma haline geçmiş durumda. Daha önce Türklüğünü vurgulama ihtiyacı hissetmeyen kesimlerde bile “ben Türküm” vurgusunun güçlendi” diyerek şunları kaydetti:
“Buna yol açan belli başlı sebepler de bazı semboller üzerinden yürütülen zamansız ve izansız tartışmalar. Türk bayrağı, TC amblemi, anayasadaki Türk milleti tanımı gibi marjinal tartışmalar gündeme getirildikçe bu ateşin büyümesi kaçınılmaz. Medyanın bayıldığı bu tür tartışmalar koca bir toplumu ateşe atıyor farkında olan yok.
Bugüne kadar kendisini Türk olarak tanımlayanların kimlikleri zaten devlet tarafından savunulduğu için kendileri savunma yapma gereğini hissetmemişler. Ancak bugün gelinen noktada devlet aradan çekiliyor ve Kürt kimliği Türk kimliğinin diyalektik karşıtı olarak şekilleniyor. Bu son derece tehlikeli bir durum. Tarihte ilk defa iç çatışma potansiyelini taşıyan bir döneme girebiliriz.”
*****
Zeybek oyunlarındaki gibi sakin, vakarlı ve sabırlı tavırlarını koruyan bu insanları hafife alanlar hep aldandı. Zira uysal atın çiftesinin pek olduğunu tecrübe edenler öğrenmiş olmalıdır.
Atatürk’ün “Toroslara çıkın bir bakın. Nerede kara bir Yörük çadırı görürseniz, dumanı da tütüyorsa dünyada hiç bir güç bizi asla yenemez” dediği bir kara Yörük çadırında aklıma gelenler bunlardı.