İsyan

50

A’raf sûresinin 33. Ayeti kerimesinde: “Kul innema harreme Rabbi…ve’l-bagye bigayri’l-hakkı…” ifadesi geçmektedir. Ve şu anlamdadır: “Rabbim,…haksız yere isyanı…yasaklamıştır.”

Ayette geçen “bagy” kelimesi isyan manasındadır. Gerçek şu ki, ikinci, üçüncü derecede, zincirleme sıralamada şu anlamlara da gelir: Haddini aşmak; cana kıymak; mala zarar vermek; ırza geçmek; haysiyet ve hukuka saldırmak ve zulmetmek…

Fakat bir kelimenin birinci derecede manası, en kuvvetli anlamı, ilk akla gelen mefhum ve kavramı ilk sırada olan manasıdır.

İşte ayette geçen “bagy” kelimesinin, göze çarpan ilk ve en açık anlamı “isyan etmek”tir. İlk mana asıl, diğerleri tebeî yani ona bağlı olarak sözlüklerde yerini almaktadır.

Bilindiği gibi, İslâm Fıkhı’nda yani hukukunda “isyan” kelimesi “bagy” kelimesiyle ifade edilmektedir. Kısaca İslâm Fıkhı’nda “isyan” deyince, akla hemen “bagy” kelimesi gelmektedir.

“İsyan” kelimesi ise, vatandaşlar arasında olan bir eylemin adı değildir. Yurttaşın, hükûmet ve devlete karşı yaptığı silahlı eylemin ismidir. Şu veya bu sebeple halkın devlete başkaldırmasını belirtir. Devlete karşı ayaklanmayı gösterir. Kısaca “isyan” demek olan “bagy” kelimesi halkın devlete fiilen, eylemli olarak karşı gelmesinin İslâm fıkhında yer aldığı bir kelime olup, hukukî bir terimdir.

İşte İslam, isyan eylemini haklı bulmaz. Doğru görmez. İsyan etmekle; halk, haklı oluştan haksız duruma düşer. Bu yüzden merhum Hamdi Yazır’ın da belirttiği gibi haklı isyan olmaz. Yani isyanın haklı olanı yoktur. Çünkü hak aranırken, sayısız haksızlıklara sebep olunur. Büyük zulüm doğar. Hattâ ortada ne haklı ne de haksız kalır.

Hak Dini Kur’an Dili’nde bu ayeti kerimede geçen “ve’l-bagye bigayri’l-hakkı” yani “Haksız yere isyanı” ifadesi şöyle açıklanmaktadır: “Haddini aşarak cana, mala, ırza; yani haysiyet ve hukuka tecavüzü ve zulmü (Allah haram kıldı, yani yasakladı.)” “Bigayri’l-hakkı / Haksız yere” kaydı, isyanın manasını açıklamak ve te’kit (kuvvetlendirmek için)dir. Velhasıl “bigayri’l-hakkı” ifadesi, önceki “isyanı” anlamındaki “ve’l-bagye” kelimesini vasfetmekte ve nitelemektedir.

Çünkü “hak yere” olan yani haklı olan isyan yoktur. Kısaca haklı isyan olmaz. İsyan ettiğin an; haklıyken, haksız duruma düşersin. Zira haklı olmak başka, hak aramak daha başka bir şey. Hem haklı olacağız, hem de Hak yolda bulunacağız.

Yani davamız da haklı; bizi ona ulaştıracak yol, metod ve usûller de Hak olmalı. Yoksa hak davamıza, bâtıl ve Hak olmıyan yolla erişmek isteriz ki, bu asla doğru değildir. Zira kem aletle kemalat olmaz, diyen büyüklerimiz ne güzel söylemiş.

Demek istemişler ki, meşru olmayan metod ve usullerle, meşru ve kanunî olan davaya hizmet edilmez, edilmemeli. Edilse bile iyi bir sonuç alınmaz. Davaya gölge düşer, dava lekedar olur, kirlenir.

Evet, Allah; haksız yere isyanı yasaklıyor. Evet haklı isyan yok. İsyan etmekle, Hak yoldan çıkılmış; haklıyken haksız duruma düşülmüş olunuyor. Demek ki haklı olmak başka; Hak yolda olmak daha başka bir şey.

Müslüman hem haklı hem de Hak yolda olmalı. Hakkını meşru olan kanun yoluyla aramalı. Hakkını kanunla elde etmeye bakmalı. Haklı da olsa kanunsuzluğu din yasaklıyor. Çünkü isyanla, hak arayayım derken zulüm yapar. Haksız duruma düşer.

981

En’am suresinin 164. “Ve lâ teziru vâzireten vizre uhra.” Ayetine ters düşer. Çünkü ayet diyor ki mealen: “Kimse kimsenin günahını yüklenmez.” Kimse başkası yüzünden zulme uğratılamaz. Kimse başkasının suçundan sorumlu değildir. O yüzden dolaylı da olsa zarara uğratılamaz. Çünkü hakkın küçüğü büyüğü olmaz. Hak haktır. Din ve Şeriat çiğnenerek Din ve Şeriat istenemez.

Suçtan ancak suçlu mes’ûldür. O bulunup cezalandırılır. Bu iş de devlete düşer. Kişi kendini bizzat devletin yerine koyamaz. Kişi bizzat hakkını almaya kalkamaz. Kendisi bizzat suçlunun yakasına yapışamaz. Cezasını vermeye kalkışamaz. Aksi halde kendisi de suçlu olur. Haklıyken haksız duruma düşer. Öyleyse kimseye zulüm yapılmaz. Yapılmamalı.

Önceki İçerikYörükler Arasında Türk’ü Anlamak
Sonraki İçerik“Akil”in Biri Kuyuya Taş Attı
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.