Bu gün sizlere “hukukun üzerindeki şüphe” den bahsedecektim. Çünkü Türkiye’de yine ilginç bir şey oldu ve çok üst düzey bir subay olan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Koramiral Veysel Kösele “askeri casusluk” soruşturması kapsamında tutuklandı.
Nereden bakarsanız bakın vahim bir olay. Koramiral Veysel Kösele sıradan bir adam değil. Belki de gelecekte Deniz Kuvvetlerini emanet edeceğiniz bir komutan olacaktı.
Demokrasinin ve hukukun bir gereği olarak, çok önemli bir makamı işgal eden Veysel Kösele’nin tutuklanma nedenleri, kamuoyunda paylaşılmalıdır. Ne Kösele’nin ne de Türk kamuoyunun “pardon” sözcüğünü duymaya tahammülü kalmamıştır.
Böyle bir paylaşım, hukukun üzerinde her geçen gün yoğunlaşan şüpheleri ortadan kaldıracaktır. Aksi halde Veysel Kösele’nin Koramiralliğe geliş süreci mercek altına alınmalıdır ki; bunu düşünmek Türk Milleti açısından çok korkutucudur.
Eğer Koramiral Veysel Kösele’nin tutuklanma ve yargılama süreci; Ergenekon, Balyoz, Atabeyler, şike vs. gibi soruşturma ve yargı sürecine benzerse, hukuk üzerindeki şüphe giderek derinleşecek ve hukuka güven kaybolmaya devam edecektir.
Uzun süren yargılamalar ve tutukluluk halleri, demokrasi ve hukuk adına üzüntü vericidir. Emekli Genel Kurmay Başkanımız İlker Başbuğ hapiste unutulmuş vaziyettedir. Ergenekon sanığı olan Bedrettin Dalan ve Turhan Çömez bunca yıldır yakalanamazken, milletin oyu ile milletvekilliğine layık görülenler içeride tutulmaktadır. Suçları varsa yargılamayı bitirir ve cezayı verirsin… Uzatmak niye?
Oda TV davasından tutuklu olup geçen hafta tahliye olan Barış Pehlivan ve Barış Terkoğlu’nun televizyon kameralarına; “20 aydır tutuklu olduklarını, buna karşılık mahkeme heyetinin kendilerine adlarını sormaktan başka bir şey yapmadığını” söylemesi, sıradan insanlar için çok korkutucudur. Aziz Yıldırım, şike davası ile ilgili inanılmaz iddialar dile getirmektedir. Yine tutuklu askerlerin aileleri televizyonlarda “hiçbir delil olmamasına rağmen babalarının ve kocalarının mahkum olacaklarını düşündüklerini” ifade etmeleri, hukuk ve toplum sağlığı açısından hiç iyi bir şey değildir.
Bu bize şunu göstermektedir ki; hukuku ve Türkiye’yi derinden etkileyen davalar, siyasi niteliktedir. Hukukun ve bahsettiğimiz davaların siyasi hüviyete bürünmesi, halkımızın hukuka ve adalete şüpheyle yaklaşmasına neden olmaktadır diye devam etmek istiyordum ki; Bingöl’den ilk önce 6 sonra da 8’e yükselen şehit sayısı, beni adeta boğdu… Nefes alamaz hale geldim. İnsan hayatının değer ifade etmediği bir yerde hukukun lafı mı edilir?
Hukukun üzerindeki şüpheyi anlatsam ne olur ki? Yazdıklarımdan dolayı hakkımda neler demediler… Karamsarlıkla suçladılar, iktidar düşmanı dediler, ikbal peşinde koştuğumu söylediler, türlü türlü sıfat takarak ilzam ettiler… Keşke haklı çıksalardı da ben yanılmış olsaydım. Terör karşısında dökülen her damla kan bir sonuçtur ve sorumluları vardır. Ama onlara göre bu terör değil “kürt sorunu” olduğu için şehitleri değil öncelikle adına “kürt sorunu” denilen şeyleri konuşmak gerekir. Kimsenin aklına gelmiyor; Irak’ta, Suriye’de, İran’da, Kıbrıs’ta, Yunanistan’da, Bulgaristan’daki “Türk Sorunu” nu ve “Büyük Türkiye” yi konuşalım diye…
Türkiye’nin dengelerini bozuyorlar diye benim gibi bir çok insan kendini yırtarken, gününü gün etmekle meşgul yığınlara dert anlatamadık veya anlamak işlerine gelmedi…
Dini kullanarak iktidar olup yine dini kullanarak iktidarı sürdürenlerin ülkemizi bu noktaya getirmesine Türk Milleti bile bile lades dedi. Şimdi yıllardır iktidar yalakalığı yapan TÜSİAD samimiyetsiz bir şekilde eleştirilere başladı. Kim inanır? Anlaşılan o ki; faturayı her zaman olduğu gibi adı “TÜRK” olan bu millet ödeyecek…
Bunu da Türkiye’de “Türk” sözcüğünü ağzına almaktan imtina eden Başbakan Erdoğan’ın, Bosna Hersek ziyaretinde “Türk Milleti” ifadesi kullanmasından çıkarıyoruz. Niye acaba? Malum halk arasında meşhur bir söz vardır; bayram değil seyran değil eniştem beni niye öptü diye, bir düşünün bakalım?
Sosyolojik yapısı çırpılmış, psikolojisi dağıtılmış, ordusu operasyona uğrayarak etkisizleştirilmiş, hukuku şüpheye boğulmuş, ekonomisi teslim olmuş, halkı borçtan ve fakirlikten bitap düşmüş ve her şeyi medya eliyle güllük gülistanlık gösterilmiş bir ülkede elbette sığınılacak tek kale “Türk Milleti”dir.
İktidar ve ana muhalefet; ülkede bir kürt meselesi var diyor ve “ver kurtul” stratejisinde birleşiyor. Halbuki bilmiyor ki; kürt diye bir millet, kürtçe diye bir dil yok… kürt edebiyatı yutturmaca, kürt mimarisi diye bir şey arada bulasın! Birileri senin içinden yüzyıllardır uğraşarak bir millet çıkarmaya uğraşıyor. Bunun için bir dil icat etmiş. Sen de bu ateşe odun taşımışsın.
Şimdi bunlar demokrasiyi, insan haklarını, çağdaş gelişmişlik düzeyi gibi ağdalı kavramları bahane ederek, gerçekte var olmayan bir kürt varlığını legalize edecek. Yarında Türkiye Cumhuriyeti’ni bugün icat ettikleri kürt varlığına teslim ederler. Bunun içinde mutlaka haklılık oluşturacak bir neden yaratırlar. Nasıl ki; Oslo’da mutabakata vardılar, bunu da yaparlar. Bunların ağababaları Turgut Özal “federasyon dahil her şeyi konuşalım” diye söylüyordu. Unuttunuz mu?
Ey Türk Halkı!!! Bütün bunlar olurken yani hukuk katledilirken, hükümranlık hakkın göz göre göre giderken, şehitler memleketin dört bir köşesinde toprağa verilirken… neredesin be!
Hiç mi aklın kalmadı, hiç mi onurun yok, hiç mi itiraz etmeyecek ve hakkını aramayacaksın, bir lafında mı olmayacak? Ben halen, belki duyarım diye ümitle “YETER BE!” bekleyişimi sürdürüyorum. En azından şehitlerin aziz hatırası için bu sesi duymak istiyorum…