İnsanoğlu her an yardıma muhtaç duruma düşebilir. O halde her an yardıma hazır olmalıdır.
İnsanların en çok yardımlaştıkları dönem, Ramazan ayıdır. Fitre ve zekât, genellikle bu ayda verilir. Bu ayda insanlar yardımlaşma konusunda birbirleriyle âdetâ yarış halindedirler. Bu heyecan içerisinde bâzı inceliklere yeterli ölçüde dikkat edilmediği de gözlenmektedir.
Yardımsever olmak, hepimiz için bir insanlık görevidir. Bâzı kişi ve kurumlar, yardım organizasyonlarını gösteri hâlinde gerçekleştiriyorlar. Çok az da olsa, reklam maksadıyla gösterilerde ölçünün kaçırıldığı da olabiliyor.
Temelinde İslam bulunan kültürümüze göre, sağ elle yapılan yardımdan sol elin haberinin olmaması gerekir. Yardım edilen kişiyi, sağ göz görüyorsa yeterlidir. Sol gözün görmese de olur.
Fâtih Sultan Mehmed Han, kendi ifâdesiyle; ‘Alın terimle kazanmış olduğum paradan inşa ettirdiğim imarethânelerde, şehit akrabalarına ve İstanbul’daki fakirlere yemek verilsin.’ Cümlesinin yer aldığı vakfiyesinde, yemek yardımının nasıl yapılacağını da belirtiyor: ‘Yemek yemeğe bizzat gelmesinler. Güneşin loş bir karanlığında ve kimse görmeden, kapalı kaplar içerisinde evine götürülsün.’
Yardım kültürü Türklerde öylesine gelişip kök salmıştır ki, câmi avlularının kuytu bir köşesinde yardım taşları vardı. Sütun halindeki taşların duvar tarafında derince ve tas gibi oyuk bulunurdu. Durumu müsait olanlar, sadaka taşının oyuğuna yardım parasını bırakır, ihtiyaç sâhipleri de gelip ancak bir günlük ihtiyaçlarını, bu taslardan alırdı. Hiç kimse, bir günlük ihtiyacından fazlasını alma tenezzülünde ve aç gözlülüğünde bulunmazdı.
Yardımlaşma, çay ocaklarında bile zerâfetle uygulanırdı. İmkân sâhiplerinin, çaycıya şöyle seslendikleri duyulabilirdi: ‘Hâzım Ağa, 5 çay parası al. 2’si masaya, 3’ü askıya!’ Çay parası ödeyemeyecek kadar fakir olanlar da; ‘Efendi Ağam, bana bir çay getir, askıdan olsun‘ Derlerdi. İkramda bulunan kime ikram ettiğini, çayı için fakir ise, kimin ikramından yararlandığını bilmezdi.
* * *
15 Ağustos 1913 tarihinde, Bayburt’ta kaymakam olarak görev yapan Tunalı Hilmi Bey’in önderliğinde bir dernek kuruldu. Adı: ‘Müslüman Dilendirmezler Cemiyeti‘
Ana tüzüğünde cemiyetin maksadı şöyle açıklanıyor: ‘Hastalık, felâket, uğradığı bir kazâ sonucu sakat kalmış veya talihsizlikler sebebiyle çalışma gücünü kaybetmiş insanların dilenmesini engellemek.’ Tüzükte ayrıca; ‘İşsizliği bahâne ederek dilenciliğe girişmiş veya girişecek olanlara iş bulmanın, sadakanın en makbulü sayıldığı…’ ve fakat ‘Cemiyetin her işsize iş bulmaya borçlu olmadığı…’ belirtilmişti.
Tüzüğün başka bir maddesinde; yardımların ne şekilde yapılacağı ve gizlilik prensiplerine ne şekilde uyulacağı hakkında âmir hükümler bulunmaktadır.
İslâmiyet yardımlaşma dinidir. İslâmiyet’in tebliğinden önce de sonra da hiç bir din ve fikir sistemi, İslamiyet kadar yardımlaşma konusuna eğilmemiş yardım anlayışını ve bu anlayışın uygulanışını bu kadar geniş boyutlara ulaştıramamıştır.
Yardımlaşma konusu, hem Kur’an-ı Kerim’de hem de Hadis-i Şerif’lerde bütün Müslümanlara emrolunmuştur. Çünkü yardımlaşma, toplum halinde yaşamanın hem gereği, hem de sonucudur. Huzurlu, güçlü ve sağlıklı bir toplum oluşturmanın en önemli şartlarından biri, yardımlaşmadır. ‘Zorlaştırmayınız, kolaylaştırınız‘ emrini veren Cenab-ı Allah, yardım konusunu da kolaylaştırmış, maddî ve aynî yardımda bulunamayacak kişilerin, dille de yardımda bulanabileceği müjdesini vermiştir. Bu şekildeki yardım, dua olabilir, iyi bir temenni olabilir, gönül alıcı bir söz olabilir, hatta bir tebessüm bile olabilir. Daha da kolayı var: kötülük yapmamak, herhangi bir kişinin, zararlı olmayacak herhangi bir işine engel olmamak da yardım sayılmaktadır.
Yardım, iyiliktir. İyilik öyle bir tohumdur ki bir kaya parçasının üzerine bırakılsa bile orada yeşerir.
Yardım etme imkânınız ve yardım edenleriniz bol olsun aziz ve muhterem okuyucularım.