“Maddiyat ve maneviyatı dengeleyin. Formülünüz ‘ilim + gönül’ olmalı.“
OKTAY SİNANOĞLU DİYOR Kİ: Ben baktım, Türk Bayrağı, Atatürk karşımda, cam çerçeveli olduğu için bayrağın üstünde kendi yansımamı görüyorum. İçimden yemin ettim, dedim ki: ‘Amerika’ya gideceğim ve orada söz sahibi olacağım, ondan sonra gelip o namussuzlarla burada uğraşacağım. O zaman anlamıştım ki burada kalırsam Amerika’nın kölesi olurum, oraya gidersem Amerika’nın efendisi olur, buraya gelip onlarla daha rahat mücadele ederim.’ Ve işte bizi gönderdiler. Hiçbir zaman Amerikan vatandaşı olmayı düşünmedim. Aklımdan dahi geçmedi. Ben atalarımdan beri Türk kimliğimle varım. Ne yaptıysam o sayede yaptım. Ona, buna yaranayım diye değil. Otuz yılda bak milleti ne hale soktular. Simdi de ‘açlıkla’ terbiye ediyorlar. Ayarlı basının köşe yazarlarından biri geçenlerde Avrupa Birliği’ne girmenin yararlarını anlatırken, ‘O zaman bu ay yıldızlı pasaport ile Avrupa kapılarına gitmenin utancından kurtulacağım‘ diyor. Tanrı, bu millete acısın. Yıldız Teknik’te Özel ders açtık, yepyeni şeyleri dünyada ilk defa anlatıyorum, dışarıda herkesin benden öğrenmek istediği şeyleri Türkiye’de Türkçe anlatıyorum. Alakası olmayan, fizikten matematikten insanlar geliyor, asıl gelmesi gerekenler yok! * * * ABD içinden göçmüş bir ülkedir, tabii pat diye göçmez, arada bir canlanır, tekrar bir şeyler olur ama içinden çok zayıf tarafları vardır. Dünyada en büyük borcu olan devlettir. İç ve dış borç olarak… Ama bir devingen tarafı vardır, arada bir şey çıkarırlar bir sene öyle idare ederler, sonra yine inişe geçerler. Öyle pek göründüğü gibi bir güç değildir…’ |
Oğuz Çetinoğlu: Oktay Sinanoğlu, Türkçe konusunda da çok hassastı. Anlatır mısınız nasıl bir Türkçeye taraftardı?
Prof. Dr. Tolga Yarman: Evet öyle… Hoşuna gitmeyen bir kelime duyduğunda, bunun Türkçesi’ni zikredip, “ihtarda hoşgörülü” olmayacak kadar, radikaldi…
O’nun da sabrının bir sınırı vardı…
Böylesi sorunlarla karşı karşıya kaldığımızda, biz eğitimciler, “Düşünceyi, acaba hangi mekanizmayla, daha az zahmetli olarak aktarabiliriz?”, sorusuna, cevap ararız…
Harika bir hocaydı, kuşkusuz… Ama sonuna doğru, yorulmuştu… Tahammül sınırları, zorlanıyordu.
İste, “Türkçe elden giderse, Türkiye elden gider”, yönündeki derin kaygısının pençesindeydi…
Bakın size bir sırrımı vereyim:
-Kim ki, Türkçe bilim dili değildir, o Türkçe bilmiyordur, derim…
Türkçe yazmaya da konuşmaya da bayılırım… Hem Fransızca hem İngilizce Dersler verdim, veriyorum. Almancaya hâkimiyetim, daha az iyi sayılmaz…
Fakat eğer Türkiye’de yabancı dilde ders veriyorsam, dersin çeşitli evrelerinde durup, dediklerimi muhakkak Türkçe özetlerim. Bunun iki nedeni var: Birincisi, Çocuklar yabancı dile yeterince aşina değiller. İkincisi ve daha önemlisi burada, Oxford’da ya da Sorbonne’da ders vermediğime göre, Çocuklar benim Türkçemden mahrum kalmamalılardır…
Oktay Hoca, daha da radikaldi.
Yabancı dilde eğitimle, emperyalizmin damardan beynimize hulul ettiğini düşünüyor, giderek ana dilde yapılmayacak eğitimin, çocuğun gelişiminde olumsuz rol üstleneceğini düşünüyordu.
Dili ayrı öğretelim, dersi Türkçe yapalım diyordu… Bu bağlamda kolejlere de karşıydı, hatta işte ODTÜ’de, İngilizce dildeki eğitime de…
Genelde, kendisine, düşüncesinin üstüne oturduğu kökler itibariyle, evet, katılıyorum.
Ama Onunla hemfikir olmayacak çok sayıda, saygıdeğer bilim insanımız, vardır…
Bu konu eğitimbilimcilerin konusu olduğu kadar, ciddi bir siyasî kavga konusudur ve katiyen kolay değildir.
Şunu eklemeliyim…
Ben Galatasaray Lisesi’nde Türkçe okuma yazma öğrenmeye başladığım evrede, Franszızca okuma yazma öğrenmeye başladım.
Lise 1’den itibaren Almanca öğrendim. Almanca, Fransa’daki Üniversite yıllarımda, “yabancı dilimdi”.
MIT’de, doktoraya başladığım zaman, hemen iç İngilizce deneyimim yoktu… Başta evet zordu, ama birkaç ayda intibak sağladığımı ifade edebilirim…
Yani, o durumda dahi, “MIT’de ana dilde eğitim görmediğim için, bir kayıp içinde olduğumu” düşünmüyorum… Tersine harika oldu, bence öylesi… Ayrıca MIT’de ya da Berlin Teknik Üniversitesi’nde, ana dilde eğitim talebi, saçmanın ötesinde olur, değil mi?
Yine de Oktay Hoca’yı iyi anlamamız gerek:
O buradaki bilhassa İngilizce Eğitimi ile, çocukların dersi kavramalarındaki zorluktan çok, özümüzden kopartılabileceğimizi kaygısını, dile, getire gitti…
Ee işte o zaman, örneğin iki ODTÜ’lünün bir konuyu aralarında Türkçe tartışmalarına tanık olursanız, konuştukları dil, “Türkçilizce” oluyor, bundan rahatsızlık duyuyordu…
O’nun dediklerini tabii, dikkate almamız gerekiyor…
Yine de olayı eğitimbilimciler enine boyuna didikledikten sonra, siyasî bir seçim yapmamızın yerinde olacağını düşünüyorum…
Her ne pahasına olursa olsun, Türkçe ders anlatımı, Türkçe makale yazımı, bence de önemle desteklenmelidir.
Bu yapılmazsa, işte o zaman, gerçekten “By by Türkçe“, demek zorunda kalırız… Pekiyi bunu kimler yapar? Bilim adamları ve aydınlar… Onlar yazdıkça, onlar konuştukça gelişir, güzelleşir Bilim Türkçesi… Öğrencilerim çok iyi bilirler ki, Türkçe ders verirken ya da konuşurken, hemen hiç yabancı sözcük kullanmam.
Bir gün Sevgili Oğlum, Doç. Dr. Ozan Yarman (OY), beni (B) sigaya çekti.
OY: Pekiyi, Magnetic Field’e ne diyorsun?
B: Mıknatıs Alanı.
OY: Intensity?
B: Şiddet.
OY: Pekiyi, ya “Vector”e?
B: Yönlü büyüklük.
OY: Pekiyi, “Condansateur” ya da İngilizcesi ile “Capacitor”, buna?
B: Yüklük.
OY: “Vector Magnitude”, buna?
B: Yönlü Büyüklüğün Boyu
**
Oktay Hoca’nın aradığı işte zaten böyle bir şeydi… Abartıya kaçmadan, Temiz Türkçe ile geliştirilmiş olacak, bir bilim dili ve bunun “yabancı dilden anlatıma”, hiç bir biçimde feda edilmemesi…
Eklemeliyim:
– Kim ki, “Türkçe bilim dili değildir!”, diyor, bence, Türkçe bilmiyordur!..
Çetinoğlu: ‘Kendimiz kalarak gelişmek ve geliştikçe özümüze dönmek‘ şeklinde özetlenebilecek düşüncelere sâhipti. Detaylarını sizden öğrenebilir miyiz?
Prof. Yarman: İşte bir parça açıkladım, esasen… “Özümüzde kalalım”dan ziyade, hassalarımızı bilelim, onlar çok nadide, onlara sahip çıkalım, onları bir defa katiyen unutmayalım ve onları geliştirelim, onlarla birlikte ve ve onları geliştirerek, gelişelim.
Şimdi kimi arkadaşlarımı belki kızdıracağım ama, “Kardeşim, barışı, kardeşliği, adaleti, toplumsal adaleti, dayanışmayı; “Komşum açken, ben tok uyuyamam!”, diyen bir millete sen; kalıbına bile dokunmadan, getirip, alternatif olarak “Sosyal Demokrasi”yi sunuyorsun. Bunun özüne elbette saygım var… Tarihî gelişmesine öyle…Kurumlarına, kurallarına, yine öyle… Kavgasına öyle, ama be mübarek, şunu hiç değilse bir Türkçeleştir öyle bir söyle, örneğin işte “Çağdaş, Toplumcu, Özgürlükçülük”, de, bir şey de, ama olduğu gibi apartma, ne olur, yahu!… Yaptığını yaparsan, yalnızlaştırıyorsun, kendini…
“Demokrasi”, giderek örneğin, “laiklik”, sözcüklerini dahi, henüz Türkçeleştirememiş olmak, bence bir aydın ayıbıdır.
Oysa iste “Cumhuriyet”, Halk Yönetimi… “Demorasi” ise, düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki kısıtları kaldıran, yani “Özgürlükçü” Halk Yönetimi…
“Laiklik”, inanç barışı… Cumhuriyet’in laiklik anlayışı ise, inanç barışını elbette kapsar, ama aynı zamanda “inançta aklîlik”, anlamını taşır… Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş felsefesinde bu vardır… Ama şimdi öyle mi!..
Türkçe konuşmazsanız, insanların kafası karışıyor…
Laik, laikçi, anitlaikçi, kayık, kayıkçı, halayık, lâyık, gibi bir alay, söz ve anlam saçağı peydah oluyor…
Oktay Hoca’nın ortaya koyduğu sorun buydu…
Internete, “örütbağ” dedi… Tutmadı… Olsun… Başka bir şey deriz, oluverir…
Çetinoğlu: Uzun yıllar Amerika’da yaşadı. ‘Devşirilme’ baskılarına direndi. O dönemde Türkiye ile birlikte pek çok ülke, Amerikanlılaştırılıyordu. Oktay Sinanoğlu o modaya kapılmadı. Hatta ‘Amerikalılardan nefret ediyordu‘ denilebilir. Konu ile ilgili görüş ve gözlemlerinizi lütfeder misiniz?
Prof. Yarman: “Amerika” diye genelleştirmek, hakça olmaz… Bizlerin bulunduğumuz yerler, ABD’nin dolayısıyla, Dünya’nın en cennet yerleriydi… MIT, Berkeley, Yale, CALTECH, buralar ve daha niceleri, Dünya’nın önder, bilim merkezleridir…
Buralardaki hocaların, giderek öğrencilerin hemen hepsi, örneğin Vietnam’daki savaş makinesine çok karşıydılar… Bugün Orta Doğu’da, Kuzey Afrika’da, Afganistan’da olup bitenlere bakış açılarının aynı olduğunu söyleyebilirim…
Oktay Hoca işte, örneğin bugün, her yıl bir milyon insanın kanını içerek yaşayan Savaş Makinesi’ne, onun bütün denklemlerini, marifetlerini biliyor olarak, şiddetle karşıydı…
Bir de tabii, özümüzden kopmamak, evet, önemli…
Biliyor musunuz, MIT’deki çalışma masamın baktığı duvarda, kocaman bir Türk bayrağım vardı. Ben koymuştum…
Hintli Hocalar, derslere, laboratuvarlara, işte “mihrace kıyafeti” benzeri kıyafetleriyle giderlerdi. Derslere yalınayak ve köpeği ile giden öğrenci de vardı… Bütün bunlar bir arada olaraksa, MIT’nin ve benzer cennet merkezlerin zenginliğiydi…
Şunu da ekleyeyim: Ben derse kravatla giden her halde tek öğrenciydim… Hala derse muhakkak kravatla giderim J…
“Devşirilmemenin” bir önemli silahı, kendi düşüncenizin olmasıdır.
Yoksa, bakıyorsunuz, buradaki hemen bütün siyasî akımlar, kimse kusura bakmasın, yok oradan, yok şuradan, yok buradan, edinilmiş, konfeksiyon – hazır giyim şablonlar üzerine oturuyor…
Olur mu Allah aşkına böyle bir şey!..
Bir yandan “Ecdadım!” demeden laf etmeyeceksin, bir yandan ecdadının kemiklerini sızlatacak davranışlara, pasa imza atacaksın!.. Yok böyle bir aymazlık…
Oktay Hoca onun için Atatürk’e çok meftundu. Çünkü Gazi, bir şey apartmamış; beğenirsiniz, beğenmezsiniz, kendi sentezini arkadaşlarıyla birlikte kurgulamış, uygulamış…
Çetinoğlu: Oktay Sinanoğlu, Türkiye’nin değerini takdir edemediği bir yüksek şahsiyet. El attığı her konuda başarılı olmasına rağmen, nasıl oldu da kendisini Türkiye’yi idâre edenlere kabul ettiremedi?
Prof. Yarman: O bir canlı, saatli bombaydı…
Yalakaların korkulu rüyası…
Düşüncesi olan, bunu telaffuzda milim çekincesi olmayan bir şövalyeydi…
Kısacası, örneğin Atatürk zamanında yaşasa, herhalde baş tacı edilirdi.
Kafadan, Millî Eğitim Bakanı, Kültür Bakanı olurdu…
Ama O’nun, saygı duyacağı liderlerin yanında…
Baştaki eğer sizi kendisine iktidar tehdidi olarak algılıyorsa, sizi, kim olursanız olun, biçmekten kendini alamaz…
Oktay Hoca, yaşadığı zamanında, buradakilere çok bir fazlaydı…
Esasen iktidar gibi bir tutkusu yoktu. Olamazdı…
Bakın size bir sırrımı daha vereyim:
Siyasette zamanınıza iyi hakim olamazsanız, “özgün icraat” yapamayacağınız bir yana, elinizde makas, o düğün senin, bu açılış benim, habire, oradan oraya, kurdela kesmeye gitmeye, sıkışırsınız…
Oktay Hoca böyle bu dünyanın adamı değildi, elbette.
İtiraf etmeliyim ki, ben de, evet epey bir gayretim olmadı değil, büyük bir sorunlulukla eda ettim, her ne yaptı isem; yine görev düşer yaparım; şu ki, bakıyorum işte, son toplamda, o dünyanın adamı değilim…
Çetinoğlu: Türkiye için tasarladığı projeleri hayata geçirecek, hiç değilse topluma ve Türkiye’nin yönetimine tâlip olacak gençlere anlatacak bir OKTAY SİNANOĞLU VAKFI kurulması düşünülebilir mi? Bu işi kimler üstlenmeli?
Prof. Yarman: Bu vakıf evet muhakkak kurulmalı… Görev; Ailesi’nin yardımıyla, başta TÜBİTAK’ındır… Ama siyasî rüzgârlar, keşke yanılsam, buna ne kadar geçit verebilir… İlerici belediyeler, Hoca’nın adını, yaşatmak üzere, sokaklara, parklara, çeşitli kültür merkezlerine verebilirler, elbet… Buralarda hayatı kısaca anlatılabilir. Yazılar asılabilir, filimler gösterilebilir…
TÜBİTAK’ın ilk bilim ödülünü O almıştı…
Yani TÜBİTAK, Prof. Oktay Sinanoğlu’na sahip çıkmayacak… Bu Fransız Akademisi’nin Henri Poincaré’yi boş vermesi gibi bir şey oluşturur, mazallah!..
Üstümüze düşeni muhakkak yapmalıyız…
**
Adres, telefon, e-posta değişiklikleri oldu, çok aramama karşın, bir süre görüşemedik… O’nu, çok özledim… Ablası’nın, yakından tanıma şansım olan Sevgili Esin Avşar’ın, yanı başına, defninde, Dostları, Sevenleri yanı sıra, Ailesi’yle kucaklaşmak, büyük bir teselli oldu, adeta… Geçende (27 Haziran 2015), TÜMÖD’ün düzenlediği, O’na Saygı Toplantısı’nın öncesinde, sırasında ve sonrasında Eşi ve 10 yaşındaki İkiz Çocukları Oya ve Alper’le, sarmaşabilmek, şakalaşabilmek, bir ödül oldu adeta. Şu ki, Oktay Hoca’yı, şimdi daha da çok özlüyorum… Hep özleyeceğim!..
Nur içinde yatsın!
……………………………………….
Not: Prof. Dr. Sayın Tolga Yarman’ın isteği sebebiyle, tercih ettiği üslup ve kullanılan kelimelere müdâhale edilmemiştir.
Prof. Dr. OKTAY SİNANOĞLU’NUN GENÇLERE TAVSİYELERİ: ‘Gençler, Türkiye’ de âdet haline gelmiş göstermelik işlerden kaçının. Sırf ‘üniversite bitirdi ‘ desinler diye, ananız babanız ‘Oğlumuz Amerika’da mastır yaptı’ diyerek öğünebilsin diye yüksek öğrenime gitmeyin. Sonunda ancak kendinizi kandırırsınız. Temel gayeleriniz, kendinizin ufak çıkarları ötesinde, kendiniz dışında, bu ülke, bu ulus, Türk dünyası, Avrasya, insanlık için olsun. Yüksek hedefler için çalışın. O zaman, kendi durumunuz da kendiliğinden düzelecektir. Maddiyat ve maneviyatı dengeleyin. Formülünüz ‘ilim + gönül’dür. Bu iki kanadın biri eksik olursa ne kendinize ne de insanlığa hayrınız dokunur. Gündelik siyaset, çıkar grupları, dışarıdan güdümlü gizli veya açık ‘cemiyet’lerden uzak durun. Atatürk’ün dediklerini bol bol okuyun, onları işte bu günler için demiş, yazmış. Türkiye’nin şerefli, refahlı, itibarlı ve bağımsız geleceği için Atatürk yolumuzu çizmiştir. Dış ülkelerden, onların yerli kuyruklarından medet ummayın. Gayeleri bize yardımcı olmak değil, Türk adını tarihten silmektir. Dünyanın neresinde olursanız olun, kimliğinizi, Türk dilini, Türk tarih ve kültür bilincini, binlerce yıllık geleneğini kaybetmeyin. Dış ülkelerde ne kadar kimliğinizi korursanız yabancılar da size o kadar itibar edecektir. Başkasını taklit etmeyin. Kendi yolunuzu çizip azimle yürüyün. O zaman herkes sonradan sizi taklit edecektir. Eğitimde önce bir meslek, gerçek bir beceri, bir altın bilezik sahibi olmaya bakın. Ne yaparsanız yapın, en iyisini yapın. Siyasetçinin en kötüsü olunacağına tamircinin parmakla gösterilen en iyisi olmak yeğdir. Bulabilirseniz Türk okuluna, eğitimin Türkçe verildiği okullara gidin. Konulara merak sarın, not için çalışmayın. O meslekte yararlı olacak bir yabancı dili öğrenin. Bülbül gibi konuşup yabancıdan ayırt edilemez hale gelmek hiç şart değil. Unutmayın ki Türk olmak bir kafa ve gönül işidir. Türk kültürüyle, diliyle, ata sevgisiyle Türk’tür. Soy sop meselesi karıştırarak, o her şeyimizi borçlu olduğumuz şerefli atalarımızı karalamaya çalışan iç düşmanların kitaplarına, yaygaralarına kulak asmayın. Kültür genleri, ırk genlerinden daha önemlidir. Vatanı, milleti için her türlü fedakârlığa hazır bir taban gerekiyor. Bu taban son elli yılda hayli eritilmiş, kafası, gönlü karıştırılmış, birbirine düşen kesimler, dışa bağımlı sahte aydınlar, içinde vatanının geleceğini düşünmeyen, daha da acısı vurdum-duymazlaşmış kalabalıklar oluşturulmuştur. Bu durumda gerçek bir önder çıkabilse bile başarılı olma şansı pek azdır. Simdi yapılacak iş hızla bu toplumun yeniden kaynaşmasına, bilinçleşmesine, vatanını, milletini kendisinden önce düşünen insanların çoğalmasına önayak olmaktır. Türkiye’yi tekrar Kuvayi – i Milliye ruhu, Atatürk ruhu kurtaracaktır.’ |
Prof. Dr. OKTAY SİNANOĞLU’nun YAYINLANMIŞ (İLMÎ ESERLER DIŞINDAKİ) KİTAPLARI:
1-TÜRK AYNŞTAYN’I / Oktay Sinanoğlu Kitabı: Türkiye İş Bankası Yayınları, 2001
2-BÜYÜK UYANIŞ: Otopsi Yayınları, 2003
3-NE YAPMALI?: Alfa Yayınları, 2003
4-Bir Nev-York Rüyası / ‘BYE-BYE’ TÜRKÇE: Otopsi Yayınları, 2004
5-HEDEF TÜRKİYE: Otopsi Yayınları, 2005
6-TÜRKÇE GİDERSE TÜRKİYE GİDER: Bilim+Gönül Yayınevi, 2007
7-2050’YE 5 KALA: Bilim+Gönül Yayınevi. İstanbul, 2009
8-DAYATMALAR KÂBUSU: Bilim+Gönül Yayınevi. İstanbul, 2013
9-TÜRKİYE, NEREDEN NEREYE: Bilim+Gönül Yayınevi. İstanbul, 2013
10-ADAM: Bilim+Gönül Yayınevi. İstanbul, 2013
11-BATININ BATIŞI VE DÜNYADA YENİ UFUKLAR: Bilim+Gönül Yayınevi, 2014
12-İLERİSİ İÇİN: Bilim+Gönül Yayınevi, 2015
13-GÖÇMEN HAMAMI: Bilim+Gönül Yayınevi, 2015
Prof. Dr. TOLGA YARMAN 1963’de Galatasaray Lisesi’ni bitirdi. Üniversite öğrenimini Fransa’da gördü; Institut National des Sciences Appliquées de Lyon Mühendislik Okulu’ndan, 1967’de mezun oldu. Doktora çalışmasını ABD’de yaptı; Massachusetts Institute of Technology’den, 1972’de ‘Bilim Doktoru’ unvanını aldı. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’de, 1982’de Profesör oldu. İTÜ, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, California Institute of Technology, İ.Ü. Mühendislik Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültesi, Brüksel Özgür Üniversitesi, Feyziye Mektepleri Vakfı Işık Ünivertsitesi ve Galatasaray Üniversitesi’nde öğretim görevlerinde bulundu. Halen, T.C. Okan Üniversitesi öğretim üyesi. Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) (Ankara, 1983), Anadolu Bilim ve Teknoloji Stratejileri Araştırma Enstitüsü (BİLTES) (Eskişehir, 1987), Türkiye Sosyal, Siyasal ve Ekonomik Araştırmalar Vakfı (TÜSES) (İstanbul, 1988), Tarih Vakfı (İstanbul, 1991), Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) (İstanbul, 1994) ve Bilim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği (BESAM) (İstanbul, 1998), kurucu üyesi oldu. Bir dönem (2009 – 2011 arası) TÜMÖD İstanbul Kolu Başkanı olarak görev yaptı. 1983’te SODEP MKYK Üyesi olarak çalıştı. 1989-91 arası, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) İstanbul İl Yöneticisi olarak göreve seçildi. Aynı zaman diliminde, SHP İstanbul İl Kültür ve Eğitim Komisyonu Başkanı olarak pek çok etkinliğin öncülüğünü yaptı. Bu dönemde “Çağdaş Toplumcu Demokrat Düşünceyi” başlattı. Bu çerçevede, ülkemizdeki siyasal oluşumlara, özellikle de, SHP ve CHP içindeki, genelde ülkemizdeki siyasal hareketlere ve bölünmüşlüğe dönük, pek çok makale yazdı, araştırmalar geliştirdi, siyasalar önerdi. O arada “CHP Açılırken Solda İnsan Hareketleri” başlıklı bir kitap yayınladı. (1992) “Doğabilim” birikimleri uzantısında, bir bakıma, “toplumcu demokrasi” kuramı ve “toplumcu bir ahlak öğretisi” olarak hazırladığı, “Un Système de Croyance Cosmique” başlıklı kitabı, Belçika’da basıldı (1997). 2006’dan itibaren, dort yıl boyunca her hafta, konuklarıyla birlikte, “Enerji Savaşları” adını verdiği, Bölgemiz ve Türkiye üzerinde gelişen askerî ve siyasî girdapları, teknik girdiler itibariyle, derinlemesine tahlil eden ve çıkış yolları dokuyan, bir televizyon programı gerçekleştirdi… Son on beş yıldır Einstein’ın Görecelik Kuramı ile Modern Atom Kuramı’nı birleştirmek üzere geçekleştirdiği çalışmalar, o arada çağrılı olarak kaleme aldığı iki kitap (“The Quantum Mechanical Framework Behind the End Results of the General Theory of Relativity: Matter is Built on a Universal Matter Architecture”, Nova Publishers, New York, ABD, 2010, “Superluminal Interaction as the Basis of Quantum Mechanics: A Whole New Unification of Micro And Macro Worlds”, Lambert Academic Publishing, Almanya, 2011), çeşitli dünya ilim merkezlerinde yükselen yankılar bulmaktadır.
|
Prof. Dr. Sayın TOLGA YARMAN’IN, 06 Eylül Pazar günü yayınlanan 1. Bölüm ile ilgili açıklaması:
Röportaj Metni’nin kısaltılması ve Çok Değerli Üstat Oğuz Çetinoğlu tarafından yayına hazırlanması sürecinde, gayrı iradî, birkaç hata vukua gelmiş görünüyor.
Bir hata, 6 Eylül 2015 günü yayına giren yazının ilk bölümünün 5. Paragrafı’nda göze çarpıyor. “Siyasetle yoğun meşgul olduğum süreçte, çalışmalarım yayına değer bulunmadığı için başka bir konu, seçmiş”, değilim… O aralar (1980’ler – 1990’lar), taa başından beri hep aynı konuyu çalışagittim… Evet, bu alanda yaptıklarım “kavga konusu” oluşturuyordu… Ancak işte, nihayetinde, Sevgili Oktay Sinanoglu’nun, yaptıklarıma istisnaî derecede değer atfetmesi ve “orada gizli” olan derinliği görmesi ve onaylaması (1998), bu açıdan çok önem taşıyor… Bilhassa, O’nun “derin görüşünün” benim için, çok nadide bir örneğini teşkil ediyor…
Üstat Oğuz Çetinoğlu’na, her hal-u kârda ve kalbî olarak, çok teşekkür ediyorum… Sevgili Oktay Sinanoglu’nun aziz hatırası önünde, derin saygı ve şükranla eğiliyorum. Nur içinde yatsın!.