Vefatının 21. Yılı Vesilesiyle AHMET KABAKLI Hayatı ve Fikriyatı – 2

67

Ahmet Kabaklı’nın Kişiliği ve Mücâdele
Hayatı-1

İSA KOCAKAPLAN

Ahmet Kabaklı, doğumundan ölümüne kadar devam
ettirdiği hayat çizgisi bakımından gençlere örnek olacak özellikler taşır. En
başta geçirmiş olduğu çok sıkıntılı çocukluk devresi O’na memleketini daha çok
sevdirmiştir. Çocukluğunda bazı günler aç kaldıklarını, zâten fakirlik içinde
kıvranan ülkede yardımlarına koşacak kişilerin bulunmadığı gerçeği annesinin ‘yetim yüzü soğuk olur’ cümlesinde
somutlaşmıştır. Bu sıkıntılı hayata rağmen Kabaklı Harput ve Göllübağ’la
ilişkisini hiç kesmemiştir.

Biz O’nun bu sıkıntılı çocukluk günlerine
bakarak şunu söyleyebiliriz: Vatan karnımızın doyduğu yer değildir. Biz
vatanımızı karnımızı doyurduğu için değil, onda hâtırâlarımız, mânevî
değerlerimiz bulunduğu için severiz. Demek ki vatan sevgisi maddî menfaate
bağlı değildir, olmamalıdır. Aksi hâlde daha büyük maddî menfaat karşılığında bu
sevgi yön değiştirebilir.

Ahmet Kabaklı’nın hayâtından çıkarılacak bir
başka sonuç da hiçbir zaman ümitsizliğe kapılamamamız gerektiğidir. O,
Anadolu’nun mahrumiyetler içindeki bir şehrinde, mahrumiyetler içinde bir âile
ocağında doğmuş, sıkıntılar içinde eğitimini devam ettirmiş ve üniversiteyi
Yüksek Öğretmen Okulunda yatılı öğrenci olarak okumuştur. Çalıştığı ve kendini
yetiştirdiği için Türk basınının en önemli yazarlarından biri olmuş, en önemli
kurumlarında hocalık yapmış, sahasında önemli eserler vermiş ve herkesin saygı
duyduğu, milletinin değerlerine bağlı bir önder olmuştur. Demek ki içinde
bulunduğumuz sıkıntılar çalışmak ve irâde ile aşılabilir, ülkemize hizmet
edebilecek yerlere ve duruma gelinebilir. Bu bakımdan Anadolu gençliği için
Kabaklı, ümit aşılayan bir örnek kişidir.

Yine hocalık görevi sırasında ortaya koyduğu
eserlerle, prensipli çalışan öğretmenin öğrenci yetiştirme yanında eser de
verebileceğini, vermesi gerektiğini göstermiştir.

O, kalemini milleti ve devleti için kullanmış
usta bir gazeteci ve fikir adamıdır. Yazdığı gazete ülkenin en büyük ve etkili
ilk üç gazetesi arasında yer aldığı hâlde, Ahmet Kabaklı bu konumunu asla maddî
çıkar için kullanmamıştır. Kendisine servet sağlamamıştır. Bu bakımdan iş
ahlâkı, gazetecilik etiği bakımından da örnek alınacak birkaç gazeteciden
biridir.

O, toplum insanıdır. Köşesine çekilip yazı ve
eser vermekle kalmamış, müesseseler kurarak toplumla bütünleşmeye çalışmıştır.
Millî kültürü yaşatmak uğruna atılan her adımı desteklemiş ve yapılan her mücâdelenin
içinde yer almıştır. 1980 öncesinde yaşanan dil kargaşasında da ‘yaşayan Türkçe’yi’ bir mesele hâline
getirmiş ve yazdığı gazetenin sütunlarını her gün dil meselesine ayırtmıştır.
Bunun sonucunda, çeşitli ilim ve kültür adamlarının yazı ve çalışmalarından
oluşan cilt cilt eserler kültür hayatımıza kazandırılmıştır.

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından başlatılan
ve yarım kalan ‘1000 Temel Eser
projesinin, Tercüman Gazetesi tarafından ‘1001
Temel Eser
’ adıyla devam ettirilmesine ön ayak olarak, kültürümüzün temel
taşı olan eserleri bize kazandıran yine Ahmet Kabaklı’dır.

Bu bakımdan Avrupa ile ilişkilerimizde kendi
kültür ve medeniyetimize güveni ve kişilik sâhibi olmayı temsil eden, önemli ve
örnek bir fikir adamımızdır.

Kabaklı, kendi târihîmize bütüncü bakışı
temsil ve telkin etmesi bakımından da değeri ve etkisi inkâr edilemeyecek bir
kültür adamıdır.

Bu maddeleri daha da uzatmamız mümkündür.
Ancak yapılması gereken, ölçüsüz övgüler yerine, bu insanların eserlerini
tanıtmak ve okutmaktır. Prof. Dr. Mehmet Kaplan’ın çok sık tekrar ettiği bir
sözü vardı: ‘Bir kişi hakkında yazılmış
elli adet yazı okuyacağınıza o kişinin bir eserini okuyun. Daha çok şey
öğrenirsiniz
.’

***

Yahya Kemal’in ‘Selimnâme’ isimli terkib-i bendinin hemen girişinde şöyle bir kıt’a
yer alır:

Devr-i
Sultan Selîm’i yazmak içün

Seyf-i
meslûl kıldı hâmesini

Halk
Yahya Kemâl’e rahmet okur

Gûş
ederken Selîmnâmesini

Kıt’a şöyle anlaşılabilir:

Sultan
Selîm devrini yazmak için

Kalemini
kınından sıyrılmış kılıç gibi kullandı

Halk
Selîmnâme’yi dinlerken

Yahya
Kemal’e rahmet okur

Öyle zamanlar ve durumlar olur ki yazar ve
şâirler o muhataralı dönemlerde kalemlerini kılıç gibi kullanmak mecbûriyetinde
kalırlar. Yavuz Sultan Selîm gibi kısacık ömrünü zaferlerle donatmış bir
hükümdar, bir sanatkârın kınından sıyrılmış bir kılıca çevrilen kalemiyle
anlatılabilirdi. Yahya Kemal’in muhteşem Selîmnâmesi böyle meydana geldi ve biz
onu okur ve dinlerken Yahya Kemal’e fâtihalar gönderiyoruz.

Gazeteci Ahmet Kabaklı da yazdığı 55 yıl
boyunca (ilk yazısı 1946’da yayımlanmıştır), kalemini kınından sıyrılmış kılıç
gibi kullandı. Paragrafa ‘gazeteci Ahmet
Kabaklı
’ şeklinde başladık, çünkü bunun yanında ‘Hoca Ahmet Kabaklı, Edebiyat Târihçisi Ahmet Kabaklı, Yayıncı ve Vakıf
yöneticisi Ahmet Kabaklı, Şâir Ahmet Kabaklı, düşkünlere yardım için çırpınan
Ahmet Kabaklı, Türkçe âşığı Ahmet Kabaklı; en önemlisi Harput’tan İstanbul’a
gelen, Bâbıâli’nin o tekin olmayan ve kaypak ortamında zirveye çıkabilen ve
tertemiz kalabilen bir Ahmet Kabaklı
’ vardır. Aile reisi müşfik Ahmet
Kabaklı’yı aile fertlerine, onların kalem ve dudaklarına bırakıyoruz.

Kınından
sıyrılmış kılıç

Ben yaşım icabı 1970’ten itibâren, öğretmen
okuluna başladığım ve kendimi zamanın fikir hareketleri ortasında bulduğum yıldan
sonrasını, Ahmet Kabaklı’nın yazıları ile birlikte yaşadığımı söyleyebilirim.
Ortaokul yıllarımda aralıklarla okuduğum Tercüman Gazetesi, daha sonra lise
yıllarında bizim mektebimiz olmuştur diyebilirim. Edebiyat Fakültesi’ne
gelmeden çok önce hocalarımı, Ahmet Kabaklı ile beraber Tercüman gazetesinin
ikinci sayfasında tanımıştım. 1975’te İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesine geldiğimde isimlerini bildiğim Mehmet Kaplan, Faruk K. Timurtaş,
Necmettin Hacıeminoğlu vb. hocalarımın yüzleri ile de karşılaşmıştım. O
günlerin Tercüman’ı, eski Tercümancılarla birlikte benim de burnumda tütmekte,
gözlerimi buğulandırmaktadır.

Türkiye o yıllarda, günümüzde çok övülen ve
nostalji gözyaşları ile hatırlanan 68 kuşağı ile, 68 kuşağı kullanılarak,
yıllar sürecek bir buhranın içine atılıyordu. Konsolosluk basmalar, adam
kaçırmalar, banka soymalar, milliyetçi öğrencilerin, öğretmenlerin ve bürokratların
üzerinde terör ve sürgün yoluyla baskı kurmalar artarak devam ediyordu. Bu
ortam Türkiye’yi 12 Mart 1971 muhtırasına götürdü. Ancak sağlanan sükûn ortamı
pek uzun sürmedi. 1974 yılında CHP-MSP hükümeti iş başında idi. Okullarda ve
devlet dâirelerinde milliyetçi kıyımı yine devam ediyordu. 1974 Kıbrıs Harekâtı
ülkeye biraz birlik havası getirdi. Elbette bu da çok sürmedi. Okullarından
atılanlar, sürülenler, kurtarılmış bölgeler, sokak ortasında adam öldürmeler artarak
devam ediyordu. 12 Eylül 1980 târihine kadar Türkiye bir kan gölü hâlindeydi.
Bu kan gölünde tam 5000 genç boğulmuştu. Bu sayı, İstiklâl Harbi’nde verdiğimiz
şehit sayısına çok yakın bir sayı idi. İnsanlar sokağa çıkmaktan korkuyor,
sabah işlerine giderlerken aileleri ile helâlleşiyorlardı. Bu dönemde hamaldan
bakana kadar kimler ölmedi ki? Sağdan ve soldan pek çok kişi ecel şerbetini
içti. Bu büyük buhranın, bu büyük yangının körükleyicileri arasında Sovyet
Rusya ilk sırada yerini alıyordu. Diğer ülkelerde ihtilâlle Komünizm rejimini
kurma arzusu, Marksist gençliği alev gibi sarmıştı. Terör ve anarşi bütün
hızıyla hüküm-fermâ idi. Bu ortama yardımcı olan yerli çıkar gruplarının
bulunmaması eşyanın tabiatına aykırı idi. Meselâ Gümrük ve Tekel Bakanı Gün
Sazak’ın öldürülmesinin ardında, Türkiye Cumhuriyeti târihînde kaçakçılığı
önleyebilen ilk ve tek Gümrük ve Tekel Bakanı olmasının rolü yok muydu?

İşte Ahmet Kabaklı böyle bir ortamda Tercüman
Gazetesi’nde yazıyordu. O zamanlar tirajı 750.000’i bulan bu gazete, ‘Türk milletinin elinden alınmış kendi
devletinin kurumları karşısında, milletin elinde kalmış görünen, onun
değerlerini savunan tek kaleydi
’ diyebiliriz. Burada Bizim Anadolu, Son
Havadis, Orta Doğu, Millet, Bayrak gibi günlük gazetelerin; bazı haftalık
gazetelerin ve aylık dergilerin varlığı inkâr edilemez. Ancak, kamuoyu oluşturma
bakımından bunların hiçbiri Tercüman gazetesi ile boy ölçüşecek seviyede
değildi. Amiral gemisi Tercüman gazetesi idi. Onun kaptanı da Ahmet Kabaklı.

Ahmet Kabaklı Türk kültürünü, Türk
öğretmenini, Türk gençlerini, Türk Devletini kınından sıyrılmış kılıç gibi
kullandığı kalemi ile devlet kurumlarına ve hükümetlere karşı savunuyordu.

Sıkıntılı anlarımızda Ahmet Kabaklı’nın ‘Gün Işığında’ köşesini okuyarak çok ferahladık.
Söylemek isteyip de söyleyemediklerimizi O’nun yazdığını ve söylediğini görerek
çok sevindik. Derdimiz olduğunda O’na koştuk. Ömrü boyunca Türk milletinin
derdini yazan, Türk kültürünü, edebiyatını, dilini savunan en güçlü ve etkili
kalem Ahmet Kabaklı idi.

(DEVAM EDECEK)

Önceki İçerikLise Terk!
Sonraki İçerikKur’an-ı Kerim’de Heykel
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.