Urvetül-Vüska

64

Büyük İslâm İnkılâbı / Değişimi -asırlarca önce- sıdk / doğruluk ile kizbin / yalancılığın arasını; iman / inanç ile küfür / inançsızlık arası kadar birbirinden uzak kılmıştı.

Fakat, zaman geçtikçe gele gele birbirine yaklaştı! Öyle ki, siyaset propagandası; yalana ziyadesiyle revaç verdi. Bazen yalanı çok rağbetlendirdi. Yalana ziyadesiyle başvurulur oldu.

Fenalık, kötülük ve yalancılık aldı yürüdü! İslâm âlemi olarak, hemen kendimize gelip, kendimize çeki düzen vermeliyiz. Kesin olarak bilmeliyiz ki:

Necat ve kurtuluş; yalnız ve yalnız ve sadece sıdkla, doğrulukla olur.

“Urvetü’l-vüska” yani en muhkem, en sağlam tutulacak kulp; sıdk ve doğruluktur. Dosdoğru olmaktır.

Kısaca, en sağlam ve onunla bağlanacak zincir doğruluktur. Yani “Olduğun gibi görünmek, göründüğün gibi olmaktır.”

Ama, bir maslahat / bir fayda ve bir maksat ve hatta bir zaruret için kizb / yalancılık ise; zaman onu neshetmiş / kaldırmış ve hükümsüz bırakmıştır.

Maslahat ve zaruret için bazı âlimler “muvakkat” fetvası yani geçici olmak kaydıyla, olur fetvası vermişler. Fakat bu zamanda O FETVA VERİLMEZ.

Çünkü, o kadar su-i istimal edilmiş / kötüye kullanılmış ki, yüz zararı içinde, ancak bir menfaati / bir yarar ve faydası olabilir.

Onun için hüküm maslahata / faydaya dayandırılamaz. Yalana -geçici de olsa- fayda var diye izin verilemez.

Evet, maslahat ve yarar dahi olsa, yalan söylemeye illet ve esas sebep olamaz. Çünkü, muayyen / belli bir haddi / sınırı yok. Su-i istimale / kötüye kullanmaya müsait / uygun bir bataklıktır. Bundan dolayı, fetvanın hükmü ona dayandırılamaz.

Öyle ise, “Ya doğru söylemeli, ya da susmalı.” yani yol ikidir, üç değil. Ya doğru, ya yalan, ya sükût / susmak değildir. Ya nedir? Ya doğru söylemek, ya da susmaktır.

Zamanımızda ise insanın, devlet ve hükümetlerin dehşetli yalanları ortadadır. Vaktiyle Irak için söylenen yalanları; yapanlar itiraf etmek zorunda kalmışlardır.

Şimdi ise mâlûm devletler başka devletler için, yeni yalanlar peşinde koşmaktan utanç duymuyorlar. Bundan asla geri kalmıyorlar. Yeni yeni tezvirat ve iftiralar uydurarak; haksız ve korkunç, üstelik halklara yönelik saldırılarına güya sebep ve bahane bulmaya çalışıyorlar. Umumun emniyet ve barışını sabote ediyorlar. Yeryüzündeki asayişi yerle bir ediyorlar.

Evet, bütün bunları o -sözde- büyük büyük devletler; kizb ve yalan anahtarlarıyla saldırı, tecavüz ve zulüm kapılarını açıyorlar, açtırıyorlar.

Bütün bunları maslahatın su-i istimali ile yapıyorlar. Oysa “Kem âletle kemalât olmaz.” / “Bozuk âletle düzgün bir şey yapılamaz.” Maalesef sahte kanıtlarla, milletlerin başına musallat ettikleri belâ ve musibetleri güya haklı göstermeye çalışıyorlar!

Ama unutulmasın ki, “Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.” İşte bu sebeplerden ötürüdür ki, yalana, hele bu zamanda geçici de olsa, cevaz vermek, caiz görmek, uygun bulmak asla ve kat’a doğru ve yerinde bir anlayış değildir.

Nitekim zamanımızda gördüklerimiz ve daha önce yaşanılanlar; 1. ve 2. Dünya Savaşları ve fecî sonuçları, dehşetli inkılâp ve değişimlerin; insan ve insanlıktan neleri alıp götürdükleri ve bütün bunları ne gibi yalanlara dayanarak yaptıklarını yakın tarih; tüm gerçekleri ile gözler önüne sermektedir.

X

Öyleyse, her söylediğimiz doğru olmalı. Fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazan zarar verse sükut etmek / susmak. Yoksa, yalana hiç fetva yok.

X

Öyleyse, her söylediğimiz hak olmalı. Fakat her hakkı söylemeye hakkımız yok. Çünkü hâlis olmazsa, sû-i tesir / kötü etki eder. Hak haksızlıkta sarf edilmiş olur.

 

 

Önceki İçerikRusya ile ABD Arasında
Sonraki İçerikMüzikbilimci, İletişim uzmanı, MÜZDAK Başkanı Dr. Öğr. Üyesi GÖKTAN AY Beyefendiyle, tertiplemiş olduğu 25. İSTANBUL TÜRK MÜZİĞİ FESTİVALİ hakkında konuştuk.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.