Türklerin Asimilasyonu

63

Yurtlarından ayrılan Türklerin gittikleri sahalarda yerlilerle karışmasından muhit (çevre), iklim şartlarına ve tesalüp nispetlerine (birleşme derecelerine) göre yeni yeni kabileler ve bu kabilelerin siyasi, içtimai amiller (sebepler) altında kaynaşmasından yeni yeni kavimler doğmuştur. Bu hadiseler içinde esefe layık (üzülecek bir husus) olarak dikkati celbeden (ve çeken) nokta, Türklerin ana dillerini kaybetmekte (Macar ve Bulgar Türkleri gibi) veya yerli dillerle muhtelif (çeşitli) nispette karıştırmakta gösterdikleri sür’attir. Milli benliğin korunması cihetinden mühim olan bu lisan (dil) temessülü (belli bir şekil ve surete girme) kolaylığı yeni bir dil öğrenmekte yerlilere nazaran daha müstait (isdidatlı ve) daha kabiliyetli olmaktan ileri gelmiş olabileceği gibi yerlilerin daha kalabalık bulunmalarından ve her gittikleri yerde idare mevkiine kendileri geçmek itibariyle hakimiyetlerini kabule daha çabuk alıştırmak saiklerinden (sebeplerinden) de tahassul etmiş (meydana gelmiş) olabilir.

Son asırların Osmanlı İmparatorluğu devrinde mesela Girit’e, Arnavutluğa, Şam’a veya Bağdad’a gitmiş Türklerin oralarda Grek ve Arap ve Arnavut dillerine temessülleri bizim neslin gözüyle gördüğü vakıa (ve olay)lardan olduğu gibi, bugün şark (doğu) vilayetlerimizde dedenin yalnız Türkçe, babanın hem Türkçe hem Kürtçe, torunun yalnız Kürtçe konuşmakta olduğu Türk köylerinin bulunması da aynı noktayı te’yit edecek (doğrulayacak) ve bütün Türklüğün intibahını (uyanışını) davete değecek bir hadisedir. (Türk Tarihinin Ana Hatları, Methal Kısmı, Yazan: Hey’et, İstanbul – 1931, s. 15)

Radyonun, televizyonun, gazete ve dergilerin olmadığı çok eski ortamları göz önüne getirin. Haberleşmenin gerçekten çok büyük zahmetlerle yapıldığı devirleri düşünün. Tabiat şartları ve sert iklimlerin yaşandığı bölgeleri hayal edin. Bu ağır şartların, yöre halkını, adeta esir aldığını tasavvur edin. İşte bu sebeplerden ötürü çevresiyle doğru dürüst iletişim kuramayan Doğu ve Güneydoğulu insanımız; çok düşük bir seviye ve düzeyde seyreden bir haberleşme ve iletişim atmosferinde çakılıp kalmıştır. Asırların geçmesiyle de, doğuda Farsça’nın, Güneyde Arapçanın etkisiyle Türkçesi dumura uğramış / körelmiş ve gittikçe başkalaşmıştır.

Giderek, konuştuğu dil; günümüzde nev-i şahsına münhasır yani kendi şahsına has, yeni bir görünüş kazanmış. Zamanla milli benliğinden uzaklaşarak; maalesef bölücü telkinat ve yayınların da etkisiyle bazıları kendilerini ayrı ve gayrı bir unsur olarak görmeye başlamıştır. Bunda, dıştan ekilen nifak ve şikak tohumlarının da payı, şüphesiz büyük olmuş; menfi semere ve netice vermekte gecikmemiştir. İşte, bütün bu durumlar; bir milletin belli bir müddet zarfında, kendini farklı görmeye başlamasıyla da sonuçlanabilir ki, nitekim kimileri için böyle olmuştur.

Buna somut bir örnek: İçinden Al-i Osman’ın / Osmanoğulları’nın çıktığı ve günümüzde

Karacadağ ve çevresinde yaşayan Karakeçili Türk aşireti; Türkçe’yi unutmuş olup, bugün

Kürtçe konuşur hale gelmiştir. Oysa, Batı Anadolu’daki soydaşları Türkçe konuşmaktadır.

İşte bu, coğrafi, fiziksel ve tabii şartların; kavimler üstünde oynadıkları rollerinin en bariz ve müşahhas bir misalidir.

Dirençli bir millet olmasına karşın Türkler Doğu – Güneydoğu Avrupa coğrafyasında asimilasyona da uğradılar. Özellikle Hıristiyanlığın etkisi ile iki büyük Türk halkı, eridi, gitti. Bunlardan birincisini Kumanlar oluşturmaktadır. Genelde Macarlarla eşleştirilen bu Türk halkı, Hıristiyan olduktan sonra Macarlaşmıştır. Kalan Kumanlar da Ruslar ile yüzyıllara dayanan ilişkilerinden dolayı onların arasında erimişlerdir. Prof. Gumilev diyor ki:

 “Viladimir Monomoh tarafından bozguna uğratılan Polovesler, Rus knazlarıyla dostluk kurmanın yollarını arıyorlar; kabileler halinde Hıristiyanlığa geçiyorlar; o sıralar birçok rakip sultanlığa bölünmüş olan İslam dünyasının temsilcisi Selçukluların saldırılarını

püskürtüyorlardı.” (Eski Ruslar ve Büyük Bozkır Halkları, I, s. 391)

Bu Hıristiyanlaşma ve peşinden gelen Slavlaşma; Bulgar Türklerinin Balkan kolunun da kaçınılmaz kaderi olarak daha önce başlamış bulunuyordu. Bugün komşumuz olan Bulgarlar, hakiki Türk halklarının başında gelenlerdendir. Ne acıdır ki Bulgaristan halkı, şimdi Türk düşmanlığını bayrak edinmiş bulunuyor. Bulgarlardan küçük gruplar Kırım’da Kırım Tatarları adıyla anılmakta ve Başkurt Türkleri arasında da bunlardan bulunmaktadır. (Yabancı Kaynaklara Göre TÜRK KİMLİĞİ, Rıza Zelyut, 4. Baskı Ağustos 2009, s. 342 – 343)

Gerçek manada Din, Dil ve Tarih bilgisizlik ve şuursuzluğu; Şark Mes’elesine de sathi ve yüzeysel bakışla sonuçlanmakta ve bu nazar bizleri; birbirimize yabancı gözlerle baktırmakta. Nitekim bu yüzden kime ve kimlere alet olabileceğimizi ve zaten yazık ki olduğumuzu üzülerek müşahede etmekteyim.

Evet, Kürt kardeşlerimiz ve bizler, Şark Mes’elesine bir de bu açılardan bakmayı ve düşünmeyi denesek ve bunu şiar edinsek; inanın işin mahiyeti kökten değişecek, gerçekler gün gibi ortaya çıkacaktır.

 

 

 

 

 

Önceki İçerikDomino Fırtınası
Sonraki İçerikÖnü Kesilen ve Avutulan Türkiye
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.