Bazı konular var ki; bunları değerli okuyucularımızla yüz yüze görüşsek diyorum. Ancak, bunun imkânsızlığını da biliyorum. Bizler, siyasetin dışında ama, siyaseti de yakından takip eden, ilgilenen kişileriz. Milli endişe sahibi herkesi rahatsız eden bazı olaylar bizleri ümitsizliğe de sevk edebiliyor. Ancak, şuna eminim ki; bu ülkenin varlığına yönelik gaflet ve ihanet örneklerinin önünde yok olacağı güç Türk milliyetçileridir. Türkiye Cumhuriyeti adeta çapraz ateş altındadır. Milliyetsiz sağın küreselciliğe tutunmuş teslimiyetçi kanadı çapraz ateşin bir tarafını meydana getirirken; milliyetsiz solun devşirilmiş bir kesimi de yine küreselci ve teslimiyetçi bir tutumla, dün ideolojik olarak Türkiye Cumhuriyeti’nden alamadığı intikamı ve belki de rövanşı; bu defa küreselcilik adına almaya çalışıyor. Dün sınıf çatışması tezi ve sosyalizm, bugün ise; kapitalizm ve küreselcilik önünde teslimiyetçilik…
Bundan dolayı Milli Eğitim eski bakanının “Patrikhaneye niye karışalım, isterse ekümenik olur. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması geç bile kaldı.” ifadelerine şaşırmamak gerekir. Bu ifadeleri gerçek milliyetçiler söyleyemez. Ancak, dün milliyetçilerden geçinenler bugün bu cümleleri sarf edebilir. Milli menfaatler ve milliyetçilik kimsenin inhisarında değil diye böbürlenenler, biraz da milliyetçiliğe özenebilseler!
Bugün milliyetçiliği bir hayat tarzı olarak benimsemiş kişilere düşen görevler var. 12 Eylül’den bu güne ortaya çıkan gelişmeler milliyetçi duruşu yumuşatmamalıdır. Tanınmaz hale getirmemelidir. Tam tersine, 2000’li yıllarda yükselen milliyetçiliği de hesaba katarak bir durum değerlendirmesi yapabilmeliyiz. Köprünün altından epey sular aktı ve geçti. Ama hayat devam ediyor. Kimse ülkesine sahip çıkma noktasında kendisini emekli sayamaz. Milliyetçi çizgi hayat boyu devam etmesi gereken sosyal bir gerçek ise; bu sadece belirli bir siyasi ortam veya konjonktürle de ilgili değildir. Bu bakımdan, duruş ve tavrımızı değiştirmeye, yumuşatmaya ihtiyacımız yoktur. Allah’a şükürler olsun; dün söylediklerimizi bugün de savunabiliyorsak; bundan ancak mutluluk duymalıyız. Küçük hesaplar ve menfaat oyunları uğruna idealler zarar görmemelidir. Birbirimizle uğraşırken harcadığımız enerjiyi hayırlı yollarda kullanmış olsaydık; çok mesafe alırdık.
Sağın milliyetsiz kesimine özenip sapmalar göstermemeliyiz. Dün komünist emperyalizme karşı aynı saflarda rahatlıkla yer aldığımız bazıları ile bugün aynı saflarda buluşamıyoruz. Emperyalizmin her çeşidine karşı olan bizler, dün Sovyet yayılmacılığının aracı olan Leninleştirilmiş Marksizmle olan ideolojik mücadelemizi ABD veya Batı adına yapmadığımız için; bugün rahat ve ilkeli hareket edebiliyoruz. Sağın teslimiyetçi, liberal ve küreselleştirme önünde eğilenleriyle tabii ki farklılaşıyoruz. Kıbrıs’tan AB’ye, ABD-Türkiye ilişkilerinden Ortadoğu’daki gelişmelere, ırkçı Kürtçülük sorunundan Ermeni sorununa ve şehit aileleri ile teröristleri benimseyen aileleri bir tutma yanlışına kadar birçok konuda dünün sağ vitrinde dolaşan tatlı su ve etiket milliyetçileriyle bugün aynı saflarda olamıyoruz. Solun önemli bir bölümünü teşkil eden, devşirilmiş, Batıcı, gayri-milli kesimin; İslâmi bile olduğu tartışılabilir çevrelerle ve sahibi artık belli olan bazı liberallerle kurdukları ittifak, Milli Mücadele, Lozan, Cumhuriyet ve milli devletle çelişiyor ve çatışıyor.
Bazıları Milli Mücadeleyi sadece basit bir Türk-Yunan harbi gibi görüyor. Büyük Atatürk ve arkadaşlarını, ırkçılıkla şartlandıkları için 1924’te tek ırk, tek dil yaratmakla suçluyorlar. 1924 ve 1982 Anayasalarındaki milli kimlik tanımını ırkçı anlayışla reddediyorlar. İnsanlarımızı askerden, askerlikten ve ülkesi için fedakârlık yapmaktan alıkoymaktadırlar. 27 Mayıs 1960 hikâyesi ısıtılıp ısıtılıp ortaya konuluyor. 1921 Anayasasında olmayanları ilâve ederek egemenliği paylaşmak istiyorlar. Gerekçeleri ise; “Biz de vardık” oluyor. Oysa, Milli Mücadelede ve Anadolu’daki Haçlı işgaline karşı bugün DTP çizgisinde olanlar, dün o şerefli mücadeleyi kırmakla ve işbirlikçilikle uğraşıyorlardı. T.C. ve Milli Mücadele iki-üç ayrı millet ve devlet için yapılmadı ve kurulmadı. Milletleşme acaba basit bir biyolojik bir tasnif mi?
Ülkeyi yönetenler ve sorumluluk taşıyanlar, hayati konularda tarafsız kalmamalı; hatta ihanet odaklarına destek olmamalıdırlar. Yeni Anayasa taslaklarında nerede Türk kelimesini görüyorlarsa; çıkarmak istiyorlar. Bu ırkçılara Türk kelimesi batıyor. Herhalde kendilerini “neseb-i gayri sahih”, belirsiz ve karışık görüyorlar. Bu onların bileceği bir iş; ama, Türk Milleti kendileri gibi değil… Anayasa çalışmaları ile ilgili bu çizgideki bir komisyonun bizzat Başbakanlık tarafından kurulduğunu ve desteklendiğini de unutuyor değiliz.