Türkçülüğün Esasları

89

1876-1924 yılları arasında
yaşayan Ziya Gökalp’in ortaya koyduğu sisteminin alt yapısını oluşturan ve en
olgun sayılan eseri Türkçülüğün Esasları’dır.
Bu eser Gökalp’in Türkleşmek,
İslâmlaşmak, Muasırlaşmak
adlı eserinden, çoğuyla pratik yönden olmak
üzere, özellikle muhtevâsındaki Türkçülüğün
Programı
bölümüyle, farklılık gösterir ve daha ziyâde Türkleşmek yönünün ağır basmasıyla öncekinin bir sergilemesi mâhiyetindedir.
Ziya Gökalp’in ölümünden bir yıl önce 1923 yılında yayınlanmak imkânı bulunmuş
olan bu eserin önemi, edebî değeri itibâriyle değil, ihtiva ettiği fikirlere
bağlı bulunmaktadır.

Kitabın Birinci Kısım başlıklı bölümünde ortaya koyduğu meseleler, daha
ziyâde, nazarî plânda Türkçülüğün incelenmesidir. İkinci kısım yâni Amelî Kısım
olarak, Türkçülüğün Programı dil,
estetik, ahlâk, hukuk, din, iktisat, siyâset, felsefe yönlerinden olmak üzere
sekiz bölüme ayrılır. Gökalp, bu kitabında, eskiden beri savunduğu fikirleri
toplu hâle getirerek, tezine ve sentezine oldukça açıklık getirmiş
bulunmaktadır.

Türkçülüğün Esasları, gerek nazarî ve gerekse amelî kısımda, içten
ve dıştan bağlantılı bir yapı görünümündedir. Türkçülüğün Programı gibi bir amelî
kısım
da ihtiva eden kitabında Ziya Gökalp, bir direktifler ve tavsiyeler
cümlesi de ileri sürmekte olduğundan, ve l7-18 seneden beri, Türk milletinin
sosyolojisini ve psikolojisini tetkik için sarfettiği mesâinin mahsûllerinin
kafasının içinde istif edilmiş halde daha fazla kalmaması için, zeminin ve
imkânların değerlendirilmesi zımnındaki biraz tavizkâr tutumu, yadırganacak bir
şey olmasa gerektir.

Türkçülüğün Esasları ana dokusu itibariyle, Türk milletini yükseltmek demek olan Türkçülüğün mâhiyetini
anlamaya ve dolayısıyla Türk milleti adını taşıyan zümrenin de mâhiyetini
tanımayı hedef tutmaktadır. Milliyette şecere aramayıp, yalnız terbiyenin ve
mefkûrenin millîliğini güden Gökalp’in nazarında Türküm diyen her ferdi Türk tanımaktan, yalnız Türklüğe ihâneti
görülenler varsa, cezalandırmaktan başka çâre yoktur.

Ziya Gökalp’e göre, Türkçülüğün
ilk esaslarından biri Halka Doğru
umdesidir (ilkesidir)… Bir milletin güzideleri (seçkinleri) yüksek bir tahsil
görmüş olmakla, halktan ayrılmış olanlardır. Halka doğru gitmesi lâzım gelenler
bunlardır. Güzîdeler medeniyete mâliktir. Halkta (ise) hars vardır. O halde,
güzidelerin halka doğru gitmesi; 1-Halktan harsî (kültürel) bir terbiye almak
için, 2-Halka medeniyet götürmek içindir.

Ziya Gökalp’ın bu arada hars ve
medeniyet kavram çifti, bir taraftan
millî vicdanı kuvvetlendirmek
, bir taraftan da millî dayanışmayı kuvvetlendirmek yönünde gerekli faaliyetlerde
bulunulmasını da şart koşmaktadır.

Türkçülüğün Programı, Türkleşmek,
İslâmlaşmak, Muasırlaşmak
formülünün üçüzlü kadrosu içinde belirli muhtevâya
sâhip olmanın istikametini ortaya koymaktadır. Başka milletler, asrî (modern) medeniyete
girmek için, mâzilerinden uzaklaşmağa mecburdurlar. Halbuki, Türklerin asrî
medeniyete girmeleri için, yalnız eski mâzilerine dönüp bakmaları kâfidir
.

Ziya Gökalp’a göre, halkçılık da,
bir bakıma, siyâsî Türkçülükle birleşmektedir. Bu ayniyet, halkçılık ile Türkçülüğün
elele vererek, mefkûreler âlemine doğru berâber yürümelerini gerektirmektedir.
Böylece, Her Türkçü, siyâset sahasında
halkçı kalacaktır, her halkçı da hars sâhasında Türkçü olacaktır
. Sonucunun
doğmasına imkân ve zemîn hazırlamış olmaktadır.

Ancak sırası geldikçe doktrin sâhasında
ve memleketi ilgilendiren iktisâdî meseleler içersinde amelî düşünceler ileri
süren Ziya Gökalp, İktisâdî Türkçülük’te,
zıt iktisâdî kavramlar arasında dengeyi gözeterek, târîhî kadro içinden yaptığı
tespitleriyle, kültürle alâkalı yapıya uygun örnek bir model etrafında; 1-Alman
millî iktisat sistemi, 2-Fransız tesânütçülüğüne dayanarak, Türkiye’nin
gerçeklerine uygun millî iktisadımız için ilmî ve esaslı bir program vücuda
getirmek istemiştir. Ziya Gökalp anahtar kavram olarak kullandığı hars ve
medeniyet ikiliğini eserin birinci kısmını teşkil eden Türkçülüğün Mâhiyeti’nde yalnız bir bölüm olarak îzah etmekle kalmamakta,
aynı zamanda eserin ikinci kısmı olan Türkçülüğün
Programı
’nda lisânî, bediî, ahlâkî, hukukî, dînî, iktisâdî, siyâsî, felsefî
Türkçülüğe aksettirmekte ve böylece eserin ana dokusunda kültür ve medeniyet
ayrımı, bir çatışmaya götürülmeksizin yer almaktadır. ‘Felsefenin bir safhası objektif, dîğer safhası sübjektiftir. Buna göre
felsefe ilim gibi, milletlerarası olmağa mecbur değildir. Millî de olabilir.
Bundan dolayıdır ki, her milletin, kendisine göre bir felsefesi vardır
.’
diyen Ziya Gökalp için, Felsefede
Türkçülük
elbette meşru olabilecektir.

Eksikleri, hatâ ve kusurlarıyla
bu kitap Türk milliyetçiliğinin ana kaynaklarından birincisi olmaya devam
etmektedir.

TOKER YAYINLARI:

 Cennet Mahallesi, Yavuz Selim Caddesi Nu: 25
Küçükçekmece, İstanbul.  Telefon:
0.212-601 00 35 Belgegeçer: 0.212-592 40 38 e-posta:
bilgi@tokeryayinlari.com  // https://tokeryayinlari.com     

 

ZİYA GÖKALP

     23 Mart 1876’da
Diyarbakır’da doğdu.

     Asıl adı Mehmet Ziya’dır. Ataları 18.
yüzyılın ortalarında Diyarbakır’a yerleşti. Babası Diyarbakır’da vilâyet
evrak müdürlüğü ve nüfus müdürlüğü yapmıştı.

      Diyarbakır
Askerî Rüştiyesi’nden mezun olduktan sonra İstanbul’da Mülkiye Baytar
Mekteb-i Âlisi’ne girdi. Burada okurken 1898 yılında, izinsiz cemiyet
kurmakla suçlandı ve tevkif edildi. Bir müddet sonra serbest kaldı ise de
okula alınmadı. Diyarbakır’a dündü. Çok okuyan bir insandı. Fikrî fırtınalar,
yaşadığı kötü olaylarla birleşince bunalıma girdi ve intihara teşebbüs etti.
Bu teşebbüsü sebebiyle Diyarbakır’da görev yapmakta olan Dr. Abdullah Cevdet
ile tanıştı. Abdullah Cevdet; genç yaşına rağmen İslâm felsefesini ve
tasavvufunu iyi bilen Gökalp’in zekâsına ve üstün vasıflarına hayran oldu. O’na
Fransızca öğrenmesini, öğrenmediği takdirde, İslâmî bilgilerden hayat boyunca
yararlanmasının mümkün olamayacağını telkin etti. Gökalp de doktorundan çok
etkilenmişti. Dediğini yaptı. Öğüdünü tutmakla kalmadı, O’nun felsefî
konularda da etkisinde kaldı. Bilindiği gibi Abdullah Cevdet, inançsız bir
insandı.

Ziya Gökalp, Abdullah Cevdet’in tavsiyesi
üzerine öğrendiği Fransızca ile kısa bir süre Askerî Rüştiyede Fransızca
öğretmenliği yaptı.

     22 Ekim 1908’de İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin Diyarbakır şubesini kurdu. Cemiyetin merkez heyeti üyeliğine
seçildi. Selânik’teki Mekteb-i Sultanî’de sosyoloji dersleri verdi. Balkan
Savaşı başlayınca İstanbul’a döndü. Türk Ocağı’nın kurucuları arasında yer
aldı. İlk yazılarını Türk Yurdu, Halka Doğru ve İslâm Mecmuası’nda yazdı. Küçük
Mecmua
’yı ve Peyman Gazetesi’ni
çıkardı.

     1912’de Ergani mebusu seçildi. İstanbul,
İngilizler tarafından işgal edilince tevkif edildi, Bekirağa Bölüğü’nde
kaldı. Ardından, önce Limni, sonra da Malta’ya sürgün edildi. Sürgün yılları
bittikten sonra 11 Ağustos 1923’te Diyarbakır mebusu seçildi. Sağlığı
bozuldu, 25 Ekim 1924 târihinde 48
yaşında iken İstanbul’da vefat etti.

     Ziya Gökalp, yaşadığı dönemde, fikir
hayatının en önemli şahsiyetlerinden biri oldu. Arapça, Farsça ve Fransızca
biliyordu. Hüseyinzâde Ali Turan Bey’in yazıları ve bu yazılar üzerine
tanışıp geliştirdikleri dostluğun etkisinde kalarak Türkistan kültürü ile
yakından ilgilendi. Bir başka iddiaya göre Türkçülük fikrine,  Selânik’te 
tanıştığı Yahudi Moiz Kohen’den etkilendiği için yöneldi. Bu bilgi
yanlıştır. Gerçekte; Moiz, Ziya Gökalp’ten etkilenmiştir.  O kadar ki; 
Tekin Alp adını almıştır.

     Ziya Gökalp’in Türkçülük fikrini
benimsettiği Tekin Alp de ilgi çekici bir şahsiyettir. Tevrat’ta yazılı
Cenab-ı Allah’ın ‘On Emir’ denilen
buyruğunu, Türkiye’de yaşayan ve Türk tabiiyetinde olan Yahudiler için ‘Türklüğe On Buyruk’ olarak adapte
etmiştir. Türklüğe On Buyruk şöyledir:                                                          

     1-Kendine Türkçe isim al. 2-Türkçe
konuş, 3-Havralarda duaların hiç olmazsa bir kısmını Türkçe oku,  4-Okullarını Türkleştir, 5-Çocuklarını
devlet okullarına gönder. 6-Ülke işlerine karış,    7-Türklerle
düşüp kalk, 8-Cemaat ruhunu kökünden sök, 9-Millî iktisat alanında sana ne
görev düşüyorsa yap. 10-Hakkını bil.   

     Ziya Gökalp; milliyetçi ve Türkçü
hareketin fikir babasıdır. 
Durkheim’den de etkilendi. Başta Atatürk olmak üzere pek çok kişiyi de
etkilemiştir. İnanan ve inandığını gizlemeyen bir insandı. Sosyal değerlerin
tabandan tepeye doğru ilmî, kültürel ahlâkî ve dîni tabakalar hâlinde bir
piramit oluşturduğunu ve bu değerlerin mukaddes olduğunu belirtir, ‘Din,
ahlâkı şekillendirir.’ Derdi.
Bu arada,  ‘Kur’ân-ı Kerîm’deki esasların yerine
örfleri ve sosyal kanunları koyarsak dinin dışına çıkmış olmayız. Çünkü örf
ve sosyal kanunlar da Allah tarafından konulmuştur.’  
Şeklinde farklı ve tehlikeli
yorumlara yol açan fikirlere de sâhipti. Buna rağmen dînin toplumdan ayrı
tutulması fikrine de dâima karşı çıkmıştır. İslâmiyet’in ferdin vicdânında
devam ettirilmesinin uygun olacağını savunuyordu.

     Türkçülüğün Esasları isimli eserinde,
din konusuna 1,5 sayfalık yer vermesi, Ziya Gökalp’in çokça tenkit edilmesine
yol açmıştır.  O, iyi bir sosyolog
olarak toplumun problemlerine çözüm üretmeye çalışmıştır. Vatanına ve
milletine olan derin sevgisi ile…

 

 

 

KUŞBAKIŞI

TÜRK KÜLTÜRÜNDE
ŞAMANİST HAVA BÜYÜCÜLÜĞÜ 

(Şamanlar, Yadacılar ve Yada Taşı)

Çok kişi, Şamanizmin din olduğunu zanneder. Romanyalı dinler
târihi uzmanı Mircea Eliade, yaptığı araştırmalar neticesinde Şamanizm’in din
olmadığı kanaatine varmış ve bu görüş, genel kabul görmüştür. Şamanizm, basit
tekniklerle hayatlarını devam ettiren çok sayıda toplumda görülen sihir ve büyüye
dayalı bir sistemdir. Kurucusu ve kuruluş târihi bilinmemekle birlikte Sibirya’da
ortaya çıktığı düşünülür. Birbirinden uzak bölgelerde yaşayan topluluklar
arasındaki uygulamalarda farklar vardır.  Şamanizm’e göre biri yerin, diğeri göğün
yöneticisi olmak üzere iki güç vardır. Gök, Cenneti (uçmak), yer ise Cehennem
(tamu) olarak adlandırılır.  Ortada kalan
yeryüzü ise insanların yurdu ve barınağıdır. Bütün bunları yaratan ve yöneten
ise Gök Tanrı’dır. Ölen iyi kimselerin ruhları bir kuş gibi Cennete, kötü
ruhlar ise Cehenneme gider.  Şaman veya
Kam denilen kişiler, insanların iyiliklere kavuşması ve kötülüklerden korunması
için kendi usulleri ile dûa ederler.  Gücünü
ruhî güçlerle ilişki kurabilmekten alır. Bu güç aracılığıyla toplumların
teknolojik, siyâsî ve sosyal problemlerine çözümler getiren karizmatik bir dinî
kişilik olan ‘kam’lar, Şamanizm’de önemli şahsiyetlerdir. Şaman büyücü, cin kovucu
veya doğaüstü güçlerle ilişkisi olan kâhin demektir. Özel sihir güçleri
olduğuna inanılan şaman, büyü işleriyle uğraştığı kadar hastaları tedâvi de
ederdi. Ayrıca dinî törenleri de yönetirdi. Şamanlık babadan oğula geçen bir
statü konumundadır. Bugün Türk kültüründe izlerine rastlanan türbelere veya
ağaçlara bez bağlama, nazardan korunmak için kapı üstüne nal asma, tahtaya veya
duvara vurma, tütsü gibi âdetlerin kökeni Şamanizm’e dayanmaktadır.

Türkler, geçmişte bozkırın güçlü savaşçıları olarak
bilinmekteydiler. At üzerinde dörtnala giderken, öne ve arkaya ok atabilen
harika askerlerdi. Savaşlarda özellikle sürate ve teşkilatlı biçimde hareket
etmeye dayanan askerî stratejileri uygulamaktaydılar. Bu yüzden başka
toplumlarca, korkulan düşmanlar olarak târif edildiler. Üstelik bu yetenekler,
onların savaş alanlarındaki başarıları kadar pek çok devlet kurabilmelerinin de
temel sebeplerinden biri olarak kabul edildi.

Fakat bazı zamanlarda gördüğümüz üzere, onlar hakkındaki
anlatılardan bazıları; savaşlarda düşmanlar üzerine yağmur, kar veya dolu
yağdırabildikleri şeklindeydi. Yine Türkler, istedikleri zaman göğü sisle
kaplıyor veya fırtına çıkarmak suretiyle, sâdece hasımlarının üzerinde etkili
olan çeşitli hava olayları oluşturabiliyorlardı. Anlaşılan Türkler, bunları
yapabilen sihirbaz-büyücülere ve onların kullandığı sihri-dinî değeri bulunan
taşlara sahiptiler.

Gazi Üniversitesi Târih Bölümü Dr. Öğretim Üyesi İbrâhim Omay; 13,5 X 21 santim
ölçülerindeki 475 sayfalık eserinde yerli ve yabancı 260 adet kaynak üzerinde
incelemeler yaparak alâka ile okunan bir eser meydana getirmiştir. Keşfedilmemiş heyecanların
durağında sizi bekleyen sürprizler var.

HİTABEVİ YAYINLARI:

Aksoy
Çarşısı. Kızılay, Ankara. Telefon: 0.312-435 55 66 e-posta:
hitabevi@gmail.com

 

TÜRK DİLİ VE KOMPOZİSYON:

Bir toplumun millet
olabilmesini sağlayan ve onu kalıcı kılan unsurların en önemlilerinden biri
kültürdür. Milletten millete değişiklik gösteren, toplumun sosyal yapısına yön
veren ve topluma kişilik kazandıran kültür denilen değerler bütünü, ancak dil
sâyesinde nesiller arasında akışkanlık kazanabilir.

Dilin bu kültür
akışını sağlayabilmesi, o dili kullanan fertlerin onun kaidelerini bilmelerine
ve dili bu kaidelere uygun şekilde kullanmalarına bağlıdır.

Türkçeyi bir kültür
dili olarak yaşatmak ancak gençlerimize millî dil şuurunu vermekle mümkün
olacaktır. Dilini seven, onu düzgün ve doğru kullanan, koruyan ve bu dile sâhip
olmakla gurur duyan kültürlü bir gençlik yetiştirmek isteniyorsa yeni kuşaklara
bu şuuru kazandırmak gerekir. Ancak bu sâyede birbirini anlayan, seven, birlik
ve beraberlik duyguları gelişmiş, geleceğinden emin, geçmişine bağlı nesillerin
yetişmesi sağlanmış olacaktır.

Türk dilinin gerek
yazılı gerekse sözlü kullanımıyla ilgili bilgileri en ince detaylarıyla
üniversiteli gençlere hatırlatmayı ve öğretmeyi gaye edinen Burhan Paçacıoğlu’nun 16,5 X 24 santim
ölçülerindeki eseri 368 sayfadır.  

HAT YAYINLARI: Selamiali Efendi Caddesi
Nu: 3 Huzur Çarşısı Nu:15 Üsküdar, 
İstanbul 

Telefon:
0.216-334 48 30 e-posta:
info@hatyayinevi.com  /  hatkitap@gmail.com  www.hatyayinevi.com  

 

ESİR BİR RUS DİPLOMATIN GÖZÜNDEN İSTANBUL

Pavel Artemyeviç
Levaşov’dan Tercüme edenler: Edward Khu Sainov + İlyas Kemalov.  

1763’de Rusya
maslahatgüzarı olarak geldiği İstanbul’da 177’ye kadar kalan Levaşo’un,
İstanbul’da bulunduğu yıllar Osmanlı-Rus ilişkilerinin belki de en gergin
olduğu ve sonunda 1768-1774 Savaşı’nın ilân edildiği bir dönemdi. Savaş ilan
edilir edilmez Rusya elçilik çalışanları Yedikuleye hapsedildi. Levaşov,
hürriyetini kazandıktan sonra 1777’ye kadar devam eden esâret yıllarına dair hâtıralarını
kaleme aldı. 147 sayfalık kitabın ilk bölümünde Levaşov’un esâret yıllarına dâir
hatıralarını, ikinci bölümde ise İstanbul ve şehirdeki günlük hayata dâir
kaleme aldığı mektupları yer alıyor. Kitap, okuyucuyu Levaşov ile birlikte bir
taraftan İstanbul sokaklarında gezdirirken, diğer taraftan da en mahrem saray
dedikodularına kulak misâfiri edecek.

YEDİTEPE BASIM YAYIN DAĞITIM LİMİTED. ŞİRKETİ:

Çatalçeşme Sokağı Nu: 27
Defne Han Daire:12 Cağaloğlu, İstanbul Telefon: 0.212-528 47 53

Belgegeçer:
0212-512 33 78
www.yeditepeyayinevi.com    e-posta bilgi@kitapadresi.com

 

KISA KISA… / KISA KISA…

1-KÜÇÜK TÜRK TÂRİHİ:  Rıdvan Nâfiz – Yeni Harflere Aktaran: Cem
Sili / Ötüken Neşriyat.

 2-ALDATMACA:
Wednesday Mandi – Barışkan Erdoğan / Mundi Kitap.

 3-ÜLKENİN
SONUNA:
David Grosman / Dilek Şendil / Siren Yayınları.

 4-MOĞOL
BATI AVRUPA İLİŞKİLERİ ve İslâm Dünyasına Etkileri:
Dr. Âdil Halil /
Selenge Yayınları.

5-ALMİLA SOKULLU
MEHMED PAŞA CAMİİNDE:
Gökçe Aydın Sucu / Bilgeoğuz Yayınları.

Önceki İçerikDerin Devlet
Sonraki İçerikSembolleri Din Edinenler
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.