OğuzÇetinoğlu: Yabancı dillerden, meselâ Fransızcadan alınan kelimelere
Türkçe karşılık teşkil etmek mahzurlu mu?
Dr. Yesevizâde Alparslan Yasa: Tabiî ki değil! Bilakis, herhangi bir yeni mefhûm
ifâde eden her ecnebî kelimeye, mümkün olduğu kadar Türkçenin imkânlarıyle
mukabil bulmalıyız. Fakat bunun yaparken, Türkçenin selîkası (rûhu, zevkı,
husûsiyetleri), Türk şîvesi mîyâr(1) olmalıdır.
Bunun başka türlü
ifâdesi, Fransızca (veyâ daha umûmî olarak “Frenkçe”) kelimelere Türkçede yeni
bir karşılık teşkîl edilirken, bunun, çeviri (transcodage; traduction par correspondances: eşleştirerek tercüme)
usûlüyle değil, sahîh tercüme usûlüyle, yâni Türkçenin kaidelerine, Türk
şîvesine uyarak yapılmasıdır.
Çeviri veyâ
eşleştirerek tercüme (bir dîğer ifâdeyle harfiyen tercüme), taklîde dayanır. Bu
usûlle, kelimeler, kaynak dildeki (Fransızca asıllarındaki) kelimelerin
yapısına benzer bir yapıyle teşkil edilmektedir. Meselâ şu ıstılâhlar bu teşkîl
anlayışının mahsûlüdür: “çokgen” (polygone),
“üçgen” (triangle), “evrendoğum” (cosmogonie), “kurgu-bilim” (science-fiction), “söz-eylem” (speech act), “küreselleşme” (globalisation), “önerme” (proposition), “soykırım” (génocide), “ulusalcılık” (nationalisme), v.s… Muhakkak ki
-kaynak dil tesiriyle kurulan cümleler gibi- bu çeşit kelimeler de dilde bir
şîvesizlik ve bunların şu veyâ bu sebeble tutunması, dildeki tereddî(2)
hâlinin bir tezâhürüdür; zîrâ bunlar, dilin mantığını altüst etmekte, bünyesini
bozmakta, hem kavâidi(3), hem kelime hazînesi bakımından dili -artık
onunla ilim, felsefe, san’at yapılamayacak derecede- insicâmsızlığa(4),
râbıtasızlığa, teşevvüşe(5) sürüklemektedir. “Öztürkçe” iddiâsıyle
dayatılan kelimelerin büyük bir kısmının bu cümleden olması vâkıası göz önüne
getirildiğinde, tereddînin çapı takdîr edilebilir…
Sırf dilin Garpçı
ideolojiye (daha yerinde bir tâbirle RESTİ(6)’ye) âlet edilmesi
yüzünden, Türkçemiz böyle büyük bir keşmekeş içine sürüklenmiş ve tedâvisi pek
zor olacak derecede ağır yara almıştır. Fakat, binlerce eserde, milyonlarca
kitap, mecmûa, gazete, resmî evrâk, v.s. sayfasında ölümsüzleşmiş olan Târihî
Türkçemiz, ihyâ edilip kaldığı yerden daha da inkişâf ettirilme imkânına her
zaman sâhib bulunmaktadır. Kaldı ki -bize annemiz kadar azîz, annemiz kadar
mübârek olan- Târihî Türkçemiz, -ne kadar azlık olurlarsa olsunlar- şuûrlu
münevverlerimiz tarafından yaşatılıp inkişâf ettirilmeye devâm etmektedir.
Mâmâfih, asıl büyük
mesele, bizim, topyekûn Türk Milleti sıfatıyle, Târihî Türkçeyi ihyâ ve onu
tekrâr resmî dil kılma irâdesini gösterip göstermiyeceğimizdir.
Çetinoğlu: Bahse konu irâdeyi hangi sebeplerle göstermek mecbûriyetinde
olduğumuzu açıklamanız mümkün mü?
Yasa:
Başlıca şu dört sebeple: her ne pahasına olursa olsun, bu irâdeyi mutlaka
göstermeli ve Milletçe hayât hakkımızı isbât etmeliyiz:
1) Milliyetimizin esâs
unsuru, -öz medeniyetimiz olan İslâm Medeniyetinin sinesinde şekillenmiş-
Târihî Türkçedir; ondan vazgeçmek, milliyetimizden, millî şahsiyetimizden,
benliğimizden, özümüzden vazgeçmek, kendimizi inkâr etmek, ecdâdımıza,
kendimize, müstakbel nesillere ihânet etmektir.
2) Hiç kimsenin
iktidârı gasbederek dilimizi, milliyetimizi, kültürümüzü değiştirmeye, onların
üzerinde keyfince tasarrufta bulunmaya hakkı yoktur ve bu müstebidlere, bu
zâlimlere, bu mütegallibeye(7) mukavemet etmek her Türk ferdi için
birinci dereceden bir vazifedir. Aksi hâl, en temel İnsan Haklarını ihlâl eden
bu korkunç kültür jenosidine, katilden beter olan bu fitneye kölece boyun
eğmek, yüzkarası bir haysiyetsizlik ve zillet hâlini kabûl etmektir.
3) Târihî Türkçe,
İnsanlığın medâr-ı iftihârı olan İslâm Medeniyetinin üç büyük bânîsinden biri
olan şânlı Milletimizin binlerce yılda yoğurduğu, inci gibi işlediği, en
mukaddes bir emânet olarak nesilden nesle devrettiği pek kudretli, pek zarîf
bir lisandır; her çeşit merâmımızı ifâdeye kabiliyetli ve ihtiyâca göre
hudutsuz nisbette inkişâf ettirilmeye müstâid(8) bir büyük kültür
dilidir; bugünün herhangi bir büyük Avrupa kültür diliyle yarışabilecek
seviyededir. Binâenaleyh, hâl-i hâzırımızın veyâ âtimizin ilmini, felsefesini,
umûmî kültürünü, her çeşit ihtisâs sâhasını ancak ve ancak onunla ifâde ve inşâ
edebiliriz; onu reddettiğimiz ve kendimizi düzmece, nesebsiz, mantıksız,
zevksiz, şahsiyetsiz, yoz bir dile mahkûm ettiğimiz zaman, millî
mevcûdiyetimizi de ademe(9) mahkûm etmiş oluruz.
4) Târihî Türkçe, bizi
dîğer Türk topluluklarına ve İslâm milletlerine bağlıyan en kuvvetli bağdır; o
hâlde ondan vazgeçmek demek, kendimizi onlardan tecrîd etmek, benliksiz kof bir
kütle hâline gelerek Avrupa’ya temessül(10) etmek, Resmî Temessül
İdeolojisinin bu şeytânî tuzağına düşerek, âkıbet, milletçe târîh sahnesinden
silinmek demektir.
Çetinoğlu: Tedâvi için doğru teşhis iktiza eder. Doğru teşhisi koydunuz.
Tedâvisi hakkında neler söylemek istersiniz?
Yasa:
Türkçede ıstılâh meselesi de, zâten her dil için cârî olduğu vechiyle, umûmî
dil meselesinden koparılarak ele alınamaz. Çünki ıstılâh dili, umûmî dilin
husûsî bir hâlinden başka bir şey değildir. Bu bakımdan, umûmî dilin
geliştirilmesinde riâyet edilecek esâslar, aynen bütün ihtisas dillerinde de
mûteberdir.
Şimdiye kadar, yeni
kelime ve ıstılâh teşkîlinde, ideolojik bir sapkınlıkla içine düşülen hatâlar
üzerinde dikkatle durulup bunlardan ders alınmalı ve bunların tekrârından
şiddetle ictinâb edilmelidir(11).
Bu meyânda, 1930’lardan
beri Dilimize doldurulmuş olan bütün uydurma, bütün nesebsiz kelimelerin bir Barbarca-Türkçe Lûgat’te toplanarak kara
listeye alınması ve halkımıza da, ısrârla bunları kullanmamasının tavsıye
edilmesi, Türkçenin ve Türk Milletinin selâmeti ve istikbâli nokta-i nazarından
hayâtî ehemmiyet arz etmektedir.
Oğuz
Çetinoğlu: Bu zecrî tedbirlerden nasıl bir netice bekliyorsunuz?
Yesevîzâde Alparslan Yasa: Bundan nâşî, ne kadar tutunmuş olurlarsa olsunlar,
hiçbir Barbarca kelimeye tahammül gösterilmemesi iktizâ eder. Bu kelimeleri
uydurarak -resmî dil seviyesinde- Türkçemizi ifsâd edenler, kanımız, canımız
olmuş bin senelik kelimelerimizi dilimizden kovmaya cür’et etmişken, biz
onların şu son seksen senede dipçik zoruyle yaygınlaştırdıkları uydurmalarını
nasıl kabûl edebiliriz? Hiç şüphesiz, sapkın bir ideolojinin tahakküm vâsıtası
olarak dayatılan, Türkçenin târihinde bâtıl bir çığır açan, Frenkleştirmek
sûretiyle onun can damarı demek olan mantığına kasdeden bu uydurmalar, halkın
galatlarıyle bir tutulamaz.
Binâenaleyh doğru ve şahsiyetli tavır,
değerli dilcimiz Prof. Dr. Hamza Zülfikâr’ın -maâlesef, benimsiyerek-
naklettiği şu tavrı karârlılıkla reddetmek olsa gerektir:
“Türkçe terimlere yapılan itirazlar daha
çok önerilen kelimelerin ses, yapı ve anlam özellikleriyle ilgilidir. Bir
terimin, dilin kurallarına göre türetilmesi, beklenen ve aranan bir husustur.
Ancak şimdiye kadar türetilmiş örnekler arasında kurallara uymayan örnekler ne
olacaktır? Bu konu Kültür Bakanlığının 1. Türk Dili Kurultayında tartışıldı ve
sonuç olarak şu düşüncede birleşildi: Yapıca ve anlamca bozuk olan terimlerden
tutunmuş, benimsenmiş ve dilde yer etmiş olanlar birer galat örnek sayılacak ve
bundan sonra yapılacak olan terimlerde Türkçenin ses, yapı ve anlam özellikleri
göz önünde bulundurulacak.” (Prof.
Dr. Hamza Zülfikâr, Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları, Ankara: Türk Dil Kurumu
Yl., 1991, s. 18.)
Ümîdimiz odur ki Büyük
Milletimiz, hakîkati fark ettiği ânda, kendi hür irâdesiyle, bu Resmî Barbarcayı
ve asırlık bir zulümle onu dayatan RESTİ’yi ademe mahkûm edecektir. Kuvvetle
inanıyoruz ki Milletimiz, iki bin yıldır kullanılmıyan İbrânîceyi ihyâ edip
resmî dil yapan Yahûdi milletinden daha az hamiyetli değildir.
Çetinoğlu:Bu ıstılâh mes’elesi, gayet seviyeli bir şekilde daha önce de
tartışılmıştı…
Yasa:
Muhakkak! Bu sâhanın en mühim mütehassıslarından biri, Ord. Prof. Dr. Sadri
Maksudi Arsal idi. 1930’da neşrettiği Türk
Dili İçin isimli kitabında, yazıldığı devrin şartları îcâbı, siyâsî endîşeler
ağır bastığı hâlde, 1948 yılında Muallimler Birliği tarafından tertîb edilen 1.
Dil Kongresi’nde sunduğu “Medenî
Milletlerde Dil Islâhı Târihine Umûmî Bir Bakış” başlıklı tebliğinde,
mes’eleyi bu def’a münhasıran ilmî hassâsiyetle ele almış, bu çerçevede, yeni
ıstılâh teşkilinde tâkîb edilecek esâsları büyük bir vukufla ortaya koymuştu.
Tebliğinden aynen naklediyoruz:
“Bütün medenî
milletler ‘ilim dili’ yaratma işinde aynı prensiplere istinat etmişler ve aynı
metodları tâkip etmişlerdir. Bu esasları şu noktalarda hülâsa edebiliriz:
1.- İlmî
ıstılah (terim) mutlaka halk dilinde mevcut olan kelime ve kelime köklerinden
yapılmalıdır.
2.- Yapılan yeni terim millî dilin yeni
kelime yaratma usûllerine uygun olarak yapılmalıdır.
3.- Yeni
kelime millî dilin ruhuna, bünyesine uygun olduğu gibi dilin gramer kaidelerine
de uygun olmalıdır.
4.- Yeni
ıstılah hem şekil, hem telâffuz, hem ahenk bakımından milletin zevkine uygun
[ve] milletin münevverlerinin ekseriyetinin tasvip edeceği bir kelime
olmalıdır.
5.- Istılah
mümkün mertebe kısa olmalı, iki, en çok üç kelimeden terekküp etmelidir.(12).
6.- Istılah
târif şeklini almamalıdır.” (Birinci Dil Kongresi, 23-31 Ekim 1948,
İsanbul: İstanbul Muallimler Birliği Neşriyatı, 1949, s. 52)
Muhakkak ki bunlara bir
takım ilâveler yapılabilir. Fakat ıstılâh teşkîlinde birer mîyâr(1)
olarak kıymetlerini bugün de muhafaza etmektedirler.
Çetinoğlu: Verdiğiniz mâlûmat için teşekkür ederim. Hayırlara vesile
olur inşaallah.
————
(1)mîyâr: ölçü.
(2)tereddî:
kötüleşme,
kötü yönde değişme, soysuzlaşma, yozlaşma.
(3)kavâid: sarf ve nahiv,
“grammaire”.
(4)insicamsızlık: mantıkî muhâkemeye
aykırı düşme.
(5)teşevvüş: karışma,
karışıklık.
(6)RESTİ-Resmî
Temessül İdeolojisi: Vasf-ı mümeyyizi Milletimizi Avrupa’ya temessül (“assimilé”)
ettirmekten ibâret olup resmî statü kazandırılmış ideoloji. Dîğer tâbirle, açıkça bir kültür
jenosidi idelojisi olduğu hâlde, bir asırdır Devlet tarafından halkımıza
dayatılmakta ve maddî-mânevî cebirle herkesin bu ideolojiye tâbî olması
istenmektedir.
(7)mütegallibe: haksız olarak ve
zor kullanarak hükmedenler.
(8)müstâid:
istidatlı, kabiliyetli
(9)ademe: yokluğa
(10)temessül: Tamâmen bir başka millete veyâ topluluğa benzeme,
kendi kültür unsurlarını reddedip onların yerine bir başka topluluğunkileri
ikame etme, kültürel olarak onun sînesinde erime, yok olma; Fransızca
“assimilation”. Nurullah Ataç’ın şu sözü, temessül mefhûmunun ve RESTİ’nin
mâhiyetinin tam ifâdesidir: Eritmeliyiz
kendimizi Avrupa uygarlığı içinde; kurtuluş ondadır! (Ataç, Diyelim adlı
kitabından; Dil Devriminden Bu Yana Düzyazı Örnekleri, (Derleme), Ankara: T. Dil Kurumu
Yl., 1964, s. 36’dan naklen.)
(11)ictinâb etmek: kaçınmak, uzak
durmak.
(12)terekküp etmek: oluşmak, meydana gelmek, terkîb olunarak,
birleşerek meydana çıkmak.
YESEVÎZÂDE ALPARSLAN Yesevîzâde 1967-1973 1978’den Anarşi H.Ü. Yine Hâcettepe Üniversitesinin Fransızca Mütercim-Tercümanlık 2002 senesinden beri, tercüme sâhasıyle, ayrıca mukayeseli Araştırma makalelerinin neşredildiği gazete ve mecmûalar: Hilâl (1967, 1975, 1980), Yeniden Milli Mücâdele (1970-1971), Millî Gazete (1974-1977), Vesîka (1976), Sebil Münteşir kitapları: Perde-Arkasında |