Türk Milleti (2)

65

     Türk milleti,
ecdadı / atalarının bir zamanlar kalplerinde yerleşen iman ve itikat / inanç
cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devlet ve milletlere karşı
imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmiş / karşı koymuştur.

     Türk milleti,
İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin / manevi kemal, olgunluk ve mükemmelliklerin
bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa’da gezdirmiş.

     “Ölsem şehit,
öldürsem gaziyim.” diyerek ölümü gülerek karşılamış.

     Düşmanların
müteselsil / peş peşe çıkardıkları hâdise ve olaylara karşı dayanmış.

     İşte milletçe
medar-ı iftihar / iftihar edip öğündüğümüz bu vasıf ve niteliklerimizi, âlî /
yüksek seciyemizi, bugünkü gençlere taşıyıp inkişaf ettirmemiz / geliştirmemiz
gerekiyor.

     Çünkü vatan ve
millet menfaati ve istikbal ve geleceğimizin selâmeti noktasından; bu
nakledeceğimiz vasıf ve hususların nasıl bir ehemmiyet ve önem taşıdığı,
herkesçe mâlûmdur.

     Fakat her hareket ve hizmette mutlaka maddî
bir ücret ve şahsî menfaat mülâhaza etmek, beklemek ve ummak; Türk’ün millî
tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i telif olamaz, asla bağdaşmaz.

     Bizler ancak
rıza-yı İlâhî için çalışmalı. Bizzat Türk milletinin hizmetinde bulunmakla
aldığımız telezzüz ve zevkle yetinmeli. Yurttaşımız ve din kardeşlerimiz olan
vatandaşlarımıza; İslâmiyet ve insaniyete yardım edebilmek mazhariyetinden
gelen; ebedî hayatımıza ait sürûr / sevinç ve ümit; bu  hususta aldığımız ve alacağımız yagâne / tek
hakikî mukabele / karşılık ve ücret olmalıdır.

     Bin seneden beri
bu fedakâr millet, bütün ruhu canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık
gösterdikleri hâlde, gençlerimizi aynı hasletlerle donatmazsak; seneler sonra o
parlak maziden  millî ve dinî
güzellikler; ne yazık ki sönüp mahvolabilir!

     Öyleyse
gençlerimizin eline, elbette bu hakikat ve gerçekleri verip, o dehşetli sukut
ve düşüşten onları kurtarmak; en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye / millî
ve vatanî bir görevimiz olmalı.

     Öyleyse, sadece bu
zamanın insanlarını değil, gelecek zamanın insanlarını da düşünmeliyiz.

     Evet seneler sonra
bu dindar, namuskâr / namuslu, kahraman seciye / karakterli milletin nesl-i
âtisi / gelecek nesilleri, seciye-i diniyesi / dinsel ahlâkı ve  ahlâk-ı içtimaiyesi / sosyal davranışının;
nasıl bir mahiyet alması gerektiğini şimdiden; hesaba katmamız gerekiyor.

     Zira bu dindar
milletin en çok muhtaç olduğu şeyin; kuvve-i maneviye / manevî kuvvet, kuvvet-i
imaniye / iman kuvveti olduğu; menfaatini ancak bu temel gayelerde gördüğüne
dair tarihler; çok kat’î / kesin delil ve kanıtlarla doludur.

     İslâmiyet nurundan
ve iman kardeşliğinden gelen bir kuvvet ve rabıta / bağ ile teşkil ettiği /
meydana getirdiği şahs-ı manevîsi / mânevî şahsı ile; ehl-i dalâlet /
imansızların topluca hücumlarına karşı çıkabilmiş. Ancak bu suretle müminlerin
nokta-i istinadı / dayanak noktası olmuş.

     Kızıl tehlikenin
bu vatanı istilasına karşı; Kur’andan aldığı güçle, demirden bir sed olmuş.

     Böylece âlem-i
İslâmın kahraman Türk milletine karşı muhabbet, uhuvvet ve ittifakının; eskisi
gibi yeniden canlanması da sağlanmışdır.

     İşte bu
sebeplerden ötürü, Türk milleti çok ciddî bir suretle sevilmekte. Kur’anın
senasına / övgüsüne mazhar olmakta. Türk milleti işte bu yüzden, pek çok takdir
edilmekte.

     Son olarak altı
yüz seneden beri, bütün dünyaya karşı İslâmı savunduğu, ona siper olduğu;

 kısaca Kur’ana
bayraktarlık yaptığı için; Müslümanlar bu millete karşı son derece taraftardır.

     Hem kardeş, dost,
hem mübarek olan bu milletin hayat-ı ebediyesi, kuvvet-i imaniyesi ve saadet-i
hayatiyesi için, yüzlerce kitap kaleme alınmıştır.

     Nitekim büyük bir
İslâm âlimi: “İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i
Kur’aniyemiz cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak;
kudsî / kutsal hizmetimizin muktezası / gereğidir.” diyerek bu geçeğe,
liyakatle parmak basmıştır.

     Hakikat-i
Kur’aniyenin muhafazası yolunda kırk elli milyon şehit veren bu vatandaki
geçmiş ecdadımızın ahfadına / torunlarına; yine sırası gelince, hakikat-i
Kur’aniyenin muhafazası ve âlem-i 
İslâmın korunması uğrunda, yine eskisi gibi dindarane / dindarcasına
kahramanlıklar göstermeleri icap ettiği ve o hakikate bağlı kalmaları lâzım
geldiği hatırlatılmalıdır.

     Bir milyarı aşkın
Müslümanın; Türk milletine karşı duydukları kardeşliği, muhabbeti, hüsnü zannı
/ güzel sanı ve manevi yardımlarını, yeniden kazandıracak çareleri bulmakla
mükellef ve yükümlüyüz.

    Çünkü Türk
milletinin tarihi fonksiyon, misyon ve kutsal vazife ve görevini bilen büyük
âlimler bu gerçekleri; Mekke-i Mükerreme’de bile, hem Hind lisanına hem Arap
diline tercüme edip yaymışlar. Ta Hindistana kadar göndererek, en kuvvetli
nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi temine çalıştıkları
gibi, Türk milletinin din ve imanda, daima ileride olduğunu, dünya âleme ilân
etmiş ve etmektedirler.

     Nitekim Şark /
Doğu’da ihtilâl ve isyan hareketleri baş gösterdiğinde; tarihî gerçekleri
bilen, Türk milletinin dahlini / rolünün şuur ve bilincinde olan ulema / âlim
ve bilginler:

     “Türk milleti
asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların
torunlarına kılıç çekilmez! Siz de çekmeyiniz! Teşebbüs ve girişiminizden
vazgeçin! Millet, irşat ve tenvir edilmeli / aydınlatılmalıdır. Millet fertleri
arasında kan dökülmemelidir! Kan dökerek halledilecek bir mes’elemiz yoktur!”

     Îkazları /
uyarıları ve ihtarları / hatırlatmaları ile milletin aklını başına getirmişler.
Gailenin / istenmeyen üzücü durumun, en az zararla giderilmesinde büyük ve
müspet / olumlu bir rol oynamışlardır.

Önceki İçerikSevgi Üzerine…Sinemaseverlerin Gönlünde Taht Kuran Beyefendi Aktör, Günümüzün Biyolog ve Çevreci Yazarı EDİZ HUN İle Sevgi Üzerine Konuştuk.
Sonraki İçerikTürkçe’deki Vatan (IV)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.