Hali hazırda bir ütopya olan Türk birliğini kurabilmek için atılması gereken üçüncü büyük adım Türk devletleri arasında bir hukuk birliği tesis etmektir. Hukuk birliği tesis etmek ifadesinden öncelikle Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukuku alanında, ikincil olarak İdare Hukuku alanda ortak mevzuat hükümlerinin kabul edilmesi, üçüncül olarak Ceza Hukuku alanında ortak mevzuat hükümlerinin veya en azından ortak ilkelerin kabul edilmesi, dördüncü olarak Türk devletlerinde verilen mahkeme kararlarının hukuka uygunluk kontrolünü gerçekleştirecek ABD Federal Mahkemesi benzeri bir yüksek mahkemenin kurulması ve nihayet beşinci aşamada da ortak anayasanın kabulü ve Türk birliğinin adeta bir federal devlet yapısına bürünmesini anlıyoruz. Burada haklı olarak neden ortak anayasanın ilk değil de dördüncü aşamada planlandığı sorulabilir. Bunun sebebi, daha önceki yazılarda da ifade ettiğimiz üzere Türk birliği tesis etmenin imkânsıza yakın derecede zor olması ve Türk devletleri arasında öncelikle bir menfaat ortaklığı tesis ettikten sonra organik birlikteliğin mümkün hale gelebilecek olmasıdır. Başka bir ifadeyle Türk devletleri arasında ticari-ekonomik-finansal bir işbirliği tesis etmeden yani win-win (kazan-kazan) odaklı ortak menfaat olgusunu ortaya koymadan Türk birliğini kurma imkânı bulunmamasıdır. Şimdi aşağıda hukuk birliğinin tesis edilebilmesi için atılması gereken adımları kısaca izah etmeye çalışalım.
Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukuku Alanlarında Ortak Mevzuatın Kabulü
Bir önceki yazımızda Türk devletleri arasında ticari-ekonomik-finansal işbirliğini tesis edebilme amacıyla Türk Dünyası Ticaret Odası (TDTO) kurulması ve yine TDTO bünyesinde bir Tahkim Merkezi kurulması gerektiğini ifade etmiş ve bu Tahkim Merkezinin işlevsel hale gelebilmesi için aynı zamanda hukuk birliği tesis edilmesi gerektiğine kısaca değinmiştik. Buradan yola çıkarak hukuk birliği tesis etme yolunda ilk adımın Borçlar Hukuku ve Ticaret Hukuku ile yine Ticaret Hukukunun alt dalları diyebileceğimiz Ticari İşletme Hukuku, Şirketler Hukuku, Deniz Ticareti Hukuku, Sigorta Hukuku, Banka Hukuku, Tüketici Hukuku, Rekabet Hukuku, Fikri ve Sınai Mülkiyet Hukuku vb. gibi hukuk alanlarında ortak mevzuat hükümlerini kabul etmek olduğunu belirtmemiz gerek.
Türk birliğini tesis etmenin yolu ticari-ekonomik-finansal işbirliğini tesis etmekten geçtiğine göre böyle bir işbirliğini tesis edebilmek için bu oyunda kuralları baştan belirlemek ve kurallara aykırı hareket edildiği durumlarda yani hukuki ihtilaf ortaya çıktığı durumlarda ihtilafı bu ortak kurallara göre çözüme kavuşturmak gerekmektedir. Bu nedenle de Türk devletleri arasındaki ticari ilişkilerin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için öncelikle özel hukuk (Private Law) alanında yani Borçlar ve Ticaret Hukuku ile Ticaret Hukukunun alt dalları olan ve az önce saydığımız alanlarda ortak mevzuat hükümlerinin kabul edilmesi elzemdir.
Türk devletlerinin vatandaşları arasında doğabilecek ticari ihtilafları çözüme kavuşturmak için bir Tahkim Merkezi kurulması gerektiğini daha önceki yazımızda belirtmiştik. İşte Borçlar ve Ticaret Hukuku alanlarında ortak mevzuat kabul etme meselesi bu Tahkim Merkezi’nin ihtilafları hangi kurallara göre çözüme kavuşturacağı probleminin cevabını ortaya koymaktadır.
İdare Hukuku Alanında Ortak Mevzuatın Kabulü
Türk devletleri arasındaki ticari ilişkileri kuvvetlendirme amacıyla hukuk birliğini tesis etmenin ikinci adımı da idare hukuku alanında ortak mevzuat hükümlerinin ve ortak bir uygulamanın kabul edilmesi ve Türk devletlerinin idari kurumlarının etkin bir hukuk denetimine tabi tutulabilmesidir. Çünkü ticari-ekonomik-finansal ilişkiler gelişip ilerledikçe ortaya yeni ihtilafların çıkması kaçınılmazdır. Bu ihtilaflar da sadece ticaretle iştigal eden kişilerin kendi aralarında değil aynı zamanda bu ticaret erbabıyla (şahıs veya şirket) ilgili ülkelerin idari kurumları arasında da ihtilafların çıkması kaçınılmaz olacaktır. Ticaretle iştigal eden şahıs ve/veya şirketler mal ve/veya hizmet transferi nedeniyle gümrük gibi vergi dairesi gibi idari kurumlarla sık sık karşı karşıya gelecektir. Yine kamu ihalelerinin gerçekleştirilmesinden ve daha sonrasında ihale şartnamelerinin uygulanmasından doğan ihtilaflar mutlaka olacaktır. Aynı şekilde ticaretle iştigal eden şahıs ve/veya şirketlerin diğer Türk devletlerinde banka hukukundan, sigorta hukukundan, rekabet hukukundan, iş hukukundan, tüketici hukukundan vs. kaynaklanan ve idari yaptırımın söz konusu olacağı durumlarda idareyle bir şekilde karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır. İşte tüm bu gerekçelerle Türk devletleri arasında bir uygulama birliği meydana getirme ve Türk devletlerinin vatandaşı olan şahıs ve/veya şirketlerin diğer Türk devletlerinde “sürpriz” olarak nitelendirilebilecek uygulamalarla karşı karşıya kalmamalarının ve kalırlarsa da etkin bir hukuk yolunun devreye girerek bu “sürprizlerin” mağduriyete mahal vermeden bertaraf edilmelerinin sağlanması gerekmektedir.
Ceza Hukuku Alanında Ortak Mevzuat Hükümlerinin veya Ortak İlkelerin Kabulü
Ceza Hukuku, bütün doğulu devletlerin en yumuşak karnıdır. En büyük hak ihlallerinin gerçekleştiği alan olmasının yanında aynı zamanda herhangi bir kasıt olmaksızın en çok hatanın yapıldığı yargı alanıdır. Yargıtay’ın daha önce açıkladığı istatistiklerde yerel (ilk derece) mahkemeler tarafından verilen her üç (3) karardan ikisinin (2) Yargıtay tarafından bozulduğu görülmektedir. Bu çok büyük bir orandır ve elimizdeki hakim kadrosunun ceza davalarında isabetli karar verme konusunda son derece yetersiz olduğunu ortaya koymaktadır. Siyasi vb. gerekçelerle “kasten” yapılan hataları bir kenara bırakırsak herhangi bir kasıt olmadan sadece elindeki olaya uygulanacak hukuk kuralını doğru olarak ortaya koyamamaktan kaynaklanan bu durum düşündürücüdür.
Konumuza dönecek olursak, Türk birliğini teşkil eden Türk devletlerinin ortak bir Ceza Hukuku mevzuatını veya en azından ceza hukukunun evrensel ilkelerini kapsayacak şekilde ortak bir takım ilkeleri uygulamayı kabul etmeleri gerekmektedir. “Kanunsuz suç olmaz” (Nullum crimen sine lege), “Kanunsuz ceza olmaz” (Nulla poena sine lege), “Masumiyet karinesi” (Presumption of innocence – Roma Hukukundaki Ei incumbit probatio qui dicit, non qui negat – Suçu kanıtlama yükümlülüğü isnat edendedir, suçlanan da değil sözünden türeyen bir kavramdır), “Tutukluluk tedbirinin bir ceza metodu olarak uygulanamaması”, “Kuvvetli suç şüphesinin aranması” vb. gibi evrensel ceza hukuku ilkelerinin Türk devletleri tarafından kabul edilmesi ve bütün Türk devletlerinin ceza yargılamasını adil, insan onuruna yakışan bir şekilde gerçekleştirmelerinin temin edilmesi sağlanmalıdır. Aynı şekilde cezaların infazının insan haklarına ve insan onuruna yakışan bir şekilde gerçekleştirilmesi ve nihayet Ceza Hukuku alanında Türk devletleri arasında bir anlayış ve uygulama birliğinin sağlanması gerekmektedir.
Hukuka Uygunluk Denetimi Gerçekleştirecek Ortak Bir Yüksek Mahkemenin Kurulması
Türk birliği tesis edilebilmesi için Türk devletlerinin tamamının bireyin hak ve hürriyetlerini kabul etmeleri, hak ihlali gerçekleştirmemeleri ve bireyin devletlere karşı korunmasını sağlayacak etkin bir üst yargı yolunun, bir üst mahkemenin kurulmasını sağlamaları gerekmektedir. Bu Üst Mahkeme tıpkı ABD Federal Mahkemesi gibi etkin bir hukuk denetimi sağlamalı, içtihat birliği oluşturmalı ve Türk devletlerinin vatandaşlarının sahip olduğu hak ve hürriyetlerin ihlal edilmeleri halinde hızlı ve etkin bir şekilde söz konusu ihlalleri bertaraf edecek yaptırım gücüne sahip olmalıdır.
Ortak Anayasanın Kabulü
Türk birliğini tesis etme yolunda gerçekleştirilecek adımların final hareketini veya tabiri caizse “gol vuruşunu” ortak bir anayasayı kabul etmek teşkil edecektir. Türk devletlerinin gerçek anlamda bir birlik olmalarının sağlanması ortak bir anayasanın kabulü ile Türk birliğinin adeta “federal” bir yapıya bürünmesi yoluyla sağlanabilir.
Ancak daha önce de defalarca ifade ettiğimiz ve burada da tekrara kaçacağımız üzere böyle bir fikrin realiteye dönüşmesi imkânsız derecesinde zordur. Türk birliği kurulması ancak daha önceki yazılarımızda bahsettiğimiz adımların atılması ve gerek yer darlığından gerekse kendi bilgi dağarcığımızın eksikliğinden dolayı bahsetmediğimiz pek çok başka icraatın gerçekleştirilmesi koşuluyla “evet böyle bir ihtimal var” denecek kıvama gelebilir.
Konumuza dönecek olursak, Türk birliği kurulmasının final adımı olan ortak anayasanın bireyi öne çıkaran, düşünce ve ifade hürriyeti başta olmak üzere birey hak ve hürriyetlerini garanti altına alan ve otoriteye karşı koruyan, yargı bağımsızlığını benimseyen, Türk birliğine mensup devletlerin vatandaşlarına eşit yaklaşan, belli bir grubun, hizbin vs. diğerleri üzerinde tahakküm kurmasına engel teşkil eden hüviyette bir anayasa olması gerekmektedir.
Sonuç Olarak
Sonuç olarak sadece soy bağına dayanarak Türk birliğinin tesis edilebilmesinin imkânı bulunmamaktadır. Bu işin gerçekleşebilmesi ancak önce bir menfaat birliğinin tesisi akabinde de bu yazı dizisinde bahsettiğimiz (ve bahsetmediğimiz) koşulların hayata geçirilmesiyle mümkün hale gelebilecektir. Şayet bir gün, Türk dünyası içinden bu koşulları hayata geçirecek babayiğitler çıkarsa o babayiğitlere saygılarımı sunduğumu ve yaşları benden küçük bile olsa icraatları büyük olan bu aslanların ellerinden öptüğümü peşinen beyan ederim. Vesselam…