Tinerci Çocuklar

100

Geçtiğimiz Perşembe akşamı, İstanbul-Kadıköy’deyim.  Vapur iskelesine doğru yürürken, ahşap bir paravana ile çevrili yolda, aniden karşıma cılız bir genç çıkıyor!

Boğuk, ürkütücü bir ses tonu ile sesleniyor;
–         Bir milyonun var mı abi?
Bir anda, bazı olaylar geliyor aklıma ve; “Var kardeşim, al”  diye uzatıyorum 1 lirayı!

Korku mu? Evet!

Parayı verdikten sonra vapur iskelesi turnikelerinden geçip vapura biniyorum.

Düşünüyor ve kendi kendimle hesaplaşıyorum;

–         Niye verdim o parayı? “Yok kardeşim” desem ne olurdu?

–         Ya elinde bıçak ya da başka bir kesici varsa? O karanlıkta saplayıp kaçarsa? Bir lira için bu riske girmeye değer mi?

–         Güneydoğu’da teröristlerle savaşıp sağ dönen komando askeri de bir tinerci çocuk öldürmedi mi?

–         Peki, bu çocuklar birer canavar mı?

–         Öyleyse, nasıl ürüyor bu canavarlar?

–         Bu çocuklar da analarından doğdukları zaman günahsız birer insan yavrusu değil miydiler?

Daha bir çok soru ard arda geliyor aklıma.

“Ne kadar güvensiz bir ülkede yaşıyoruz! Güya, en kutsal hak YAŞAMA HAKKI! Ama bu hakkımız bile güvencede değil. Yazıklar olsun…”

Perşembe gecesi İstanbul’da kalıyorum.

“Siyaset Meydanı” programı sonrası konuk olduğumuz otele geliyor, odalarımıza çıkıyoruz. Saat 03.15.

Programda tartışılan konular değil ama yine o tinerci çocuk takılıyor kafama!

Düşün babam düşün!

Bir ara saate bakıyorum, 05.30 olmuş ve ben hala uyuyamıyorum!

Sonra, gözlerimi kapıyorum. Uyuyamasam da gözlerim dinlensin diye. Bir süre sonra uykuya yenik düşmeliyim ki, yeniden gözlerimi açtığımda gün aydınlanmıştı.

Saate baktım, 08.35. Yüzümü yıkayıp, giyiniyor ve kahvaltıya iniyorum.

Kahvaltıda bile kafamda o tinerci çocuk!

“Takıntı mı bu?” diye soruyorum kendi kendime.

Otelim, Tepebaşı ile Şişhane arasında. Yürüyerek ilerliyor ve alt geçitten geçerek Şişhane’de tekrar yeryüzüne çıkıyorum. Eski THY ofisi önünden Tünel’e doğru tırmanırken, üç dört çocukla karşılaşıyorum! Birinin elinde gazete kağıdına sarılı ince uzun bir şey var. İşte o çocuk, geçerken tehditkar bir ifadeyle soruyor; “Hacı abi, bir milyonun var mı?”

Gündüz, sabahın ilk saatleri ve “Kültür başkenti İstanbul’dayım!”

Bu kez; “Yok kardeşim” diye hızla yürüyorum.

Az ötede, “Okul Servisi” yazan iki minibüsün şoförleri var. Biri, ben geçerken konuşuyor;

 “Vereceksin beyim, yoksa şişi yersin!”

Bir anda geri dönüyorum, çocuklar yürüyor!

Ters ters bakıyorum adama, daha da hızlanarak yürüyorum.

Nasıl hızlı yürüdüysem, Tünel binasına adımımı atarken nefessiz kaldığımı hissediyor ve bir süre durup soluklarımı normale döndürmeye çalışıyorum!

İzmit’e döndükten sonra, Cumartesi günkü yerel gazetelerde bir haber okuyorum;

“Tinercilerin öldürdüğü Mustafa Atılgan’ın adı bu parkta yaşayacak!”

Düşünüyorum; Bu park, Mustafa Atılgan’ın anısını yaşatır mı?

–         Bir süre belki.

–         Ya sonra?

Unutulur. Ama, Türkiye bu adaletsiz düzen içinde toplumun temeli olan aileye ve yoksul ailelerin çocuklarına “SOSYAL DEVLET” olmanın gereği sahip çıkamazsa, sokaktaki tinerci çocuklar çığ gibi çoğalır! Sonra, “Tinerci Terörü nasıl çözülür?” diye programlar yaparız!

Tabi, yolda tinerci kurbanı olmazsak!..

Sinek, pislik ortamında ürer!

Düzen adaletsizse, insanı hiçe sayıyorsa, SOSYAL DEVLET fiilen yok edilmiş, insanları sadece besleyen “KÖLE DÜZENİ” oluşturulmuşsa, ne tinerciler biter ne de kurbanları!..