Tevhid – i Tedrisat

64

 

evhîd-i Tedrîsât, Eğitim ve Öğretim’in bir elden verilmesi olup, doğru tatbîk edildiği takdîrde yerinde bir uygulamadır.

Tevhîd-i Tedrîsât, hem herkese aynı şeyleri öğretmek, hem de herkesi lüzûmlu bilgilerle donatmaktır. Aynîliklerle Gayrîliklerin hem bir elden verilmesi, hem de her ikisinin bir kişide toplanmasıdır. Bundan dolayı Tevhîd-i Tedrîsât’ın hem herkese bakan tarafı; hem de bâzılarını ilgilendiren yönü var.

İlimler  -bir bakıma-  ikiye ayrılır. Bir kısmı herkesi, diğerleri bâzılarını ilgilendirir. Herkesi alâkadar eden bilimler, herkesçe ana hatlarıyla bilinmesi gerekir. Herkesi ilgilendirmiyenler ise bir kısmın bilmesiyle diğerlerinden düşer.

“İnsanım, insanî olan hiçbir şey bana yabancı değildir” diyen Lâtin düşünürünün ifâde ettiği gibi, konuları insan olan Dîn, Edebiyât, Târih ve Felsefe; herkesin ihtiyâç duyduğu Farz-ı Ayn olan ilimlerdir. Fizik, Kimya, Biyoloji, Tıp ve Matematik gibiler ise bir kısmın tahsîl etmesiyle diğerlerinden mükellef oluş keyfiyet ve yükümlülükleri düşen Farz-ı Kifâye olan ilimlerdir. Fakat kimse öğrenmezse, toplumun her ferdi bundan sorumlu olur. Tıpkı ordunun tümünün Genel Kurmay’a bağlı ve onun emir ve komutası altında olması misâli.

Bütün ordu sınıf ve mensûplarının müşterek öğrendikleri ve hepsinin aynı şekilde bilmesi îcap eden husûslar Aynîlikler; belli aşamadan yâni Aynîlikler öğretildikten sonra farklı şeyler öğrenmeleri ise Gayrîliklerdir. Hem Aynîlik hem Gayrîlik biri birisiz olmaz. Çünkü Gayrîliklerin başlamasıyla birlikte, Aynîliklerin de bilincinde olmak şart.

Meselâ vatanın içte-dışta muhâfaza ve müdâfaa edilip savunulması Aynîlik; bunu yaparken her birinin kendi sınıfî fonksiyonları doğrultusunda hareketleri ise Gayrîliktir.

Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri’nin üniforma, tâlîm ve terbiyelerinin farklılıkları; onları birbirinden koparan değil, bil’akis yekdiğerine muhtâçlıkları yüzünden birleştiren husûslardır. Nitekim bütün ordu mensûplarının gâyeleri bir; gâyeye giden metodları farklı. Gâye birliği Aynîlikleri, farklı metodlar kullanmaları Gayrîlikleridir.

Aynîliklerden şunları anlamalıyız: Türk İstiklâl ve Cumhûriyeti’ni muhâfaza / koruma ve müdâfaa / savunma vazîfe ve görevi.

Aynı Vatanı paylaşmak, aynı Millete mensûpluk ve aynı Devlete sâhiplik şuûru. Aynı Dîne bağlılığın oluşturduğu kardeşlik anlayışı.

Aynı Marşı benimseme, aynı Ay-Yıldızlı Bayrak altında yaşama sevinci. Aynı İstiklâl Marşı’ndan duygulanış bilinci. Müşterek Mukaddesât’a âidiyet rûhu.

Vatan, Millet ve Devlet sevgisi. Doğru ve gerçek Dîn Bilgisi. Aynı dostluk ve düşmanlıklarda ortak hissiyât oluşturmak.

Tek Vatan, Tek Devlet, Tek Bayrak ve Tek Coğrafya dâvâsı gütmek.

İslâm Şâiri Âkiften İnanç rûhu, vatan şâiri Nâmık Kemâl’den Vatan aşkı, Dünyâ Cenneti İstanbul’un sevdâlısı Yahya Kemâl’den İstanbul Tutkusu ve Târih Şuûru.

Süleyman Çelebî’den “Adı Güzel Kendi Güzel Muhammed” sevgisi. Allah aşığı, Peygamber vurgunu, insanlık hâdimi Mevlânâ’dan insanı sevme san’atı. Erzurumlu İ. Hakkı Hazretleri’nden en güzel Türkçe akîde ve inanç manzûmesini benimsemek. Tevfîz-nâmesini özümsemek. Evliya Çelebî’den seyahât arzûsu edinmek vs.

Evet bütün bunlar herkesi ilgilendirir. Herkesin bu temel mes’elelere bakışta acabâ ve tereddütleri olmamalı. Aksi takdîrde millet mefhûmu oluşmaz. Doğuştaki değil ama oluştaki birlik rûhu doğmaz. Vatan savunmasında yer alınmaz, müşterek düşmana karşı bir ve berâber

364

olma düşüncesi ortaya çıkmaz. Daha doğrusu millet; yâni tasa ve kıvançta bir olmak imkânı kalmaz.

Bunlar verilmek kaydıyla, öğrenci istediği branşa artık rahatlıkla yönelmeli.

Fakat meselâ İngiltere’de Şekspir’i sevmeyen bir İngiliz bulmak zor. Ama Türkiye’de Âkif’i sevmeyen  -maalesef-  çok!

İşte bu durum; Aynîlikleri benimsetemediğimiz için, eğitimdeki başarısızlığımızın resmidir.

Şüphesiz Aynîliklerin dışında herkes mizacına göre her mânevî sâhada çeşitli, farklı kişi ve kişilikleri sevmeli ve seçmelidir. Yâni herkes ağacı sevmeli, ama kimi elma, kimi ayva ağacı vb. gibileri tercîh edecektir. Ağacı sevmek Aynîlik / Müştereklik, istediği bir ağaç çeşidini tercîh ise, Aynîlik içinde olması gereken Gayrîlik / Hususîliktir. Nitekim bütün vatanı sevmek Aynîlik, kiminin İstanbul’u kiminin de  -meselâ-  Van’ı beğenmesi meşrû olan Gayrîliktir.

Bâzılarının edinmesiyle diğerlerinden düşen maddî olan fen bilimleri “NASIL”a, herkesin ihtiyâcı olup Aynîlikle vasfedip nitelediğimiz mânevî olan dinî ilimler ise “NİÇİN”e cevâp verir.

Âdeta biri madde, diğeri mânâ. Biri teknik, diğeri yönlendirici. Biri vücûd, diğeri beyin. Biri mahkûm / hükmedilen, diğeri hâkim / hükmeden. Biri aklın ortaya koyduğu ilim, öteki kalbin meydâna getirdiği irfân. Biri yönetilen, diğeri yönetici. Kısaca biri İLİM, öbürü İRFÂN.

Biri dünyâda NASIL yaşamamız gerektiğini, diğeri dünyâda  NİÇİN bulunduğumuz gerçeğini cevâplandırarak, insanı gâyesizlik girdabında dönmekten alıkor.

Biri rahat yaşama imkânı verir; öteki rûh selâmetine çıkarır.  Yâni insanın başıboş olmadığı, gâyesiz olamıyacağı; sonu meçhûl bir hayât meşgalesinde boğulmak için Dünyâ’ya gönderilmediği hakîkatine erdirir.

Osmanlı Devleti’nde Şehzâde ile Çoban’ın; şehirde, bağda, kırda ve dağdaki aynı şeyleri öğrenerek yetiştiklerinden dolayı Aynîlikleri vardı. Onları aynı oluş ve görüşte birleştiriyordu. Ehil ve erbâbı olacak ilimleri yâni Gayrîlikleri ise; Aynîlik temeli üstüne binâ ediliyordu.

Dolayısiyle doğuşlariyle değil ama oluşlariyle ve oluşlarındaki Aynîlik temeli üstünde yükselen Gayrîlikleriyle tam ve sağlam bir millet olma vasfını kazanıyorlardı.

Böylece birliğin, teferruat ve ayrıntılarda değil; esâsta gerçekleştiğini anlıyoruz. Çünkü Hak’ta ittihat / birlik; Ehakk / En Haklı’da ihtilâf / anlaşmazlık vardır. Tıpkı “iyi”de anlaşmanın mümkün, “en iyi”de görüş birliğine varmanın ise imkânsız olması gibi.

İşte ancak bu şekilde bir Aynîliği gerçekleştiren Eğitim ve Öğretim; milletin istikbâl ve geleceğini te’mînât altına alabilir.

Kaldı ki “Tek Tip İnsan Modeli” de, temel eğitimdeki Aynîlikten kaynaklanan bir netîcedir. Yoksa hem Aynîlik hem de Gayrîlikten doğacak olan “Tek Tip İnsan Modeli” hayâtı felç eder.

Yâni aynı şeyi bilen ve yapan, aynı şeyi düşünen ve hayâl eden insanlardan mürekkep / oluşan bir toplum yapısı oluşur. Meselâ herkesin marangoz olduğu bir cemiyette yaşanabilir mi?

Demek huzûrsuzluğun temelinde Tevhîd-i Tedrîsât Kaanûnu uygulanışındaki aksaklıklar var.

Gelelim sadede: İnsan ne sâdece maddeden ne de sırf mânâdan ibaret. Aklını fen, kalbini dîn tatmîn etmekte. Öyleyse iki yönlü yetiştirilmeye muhtâç. Bu da tek elden yapılmalı. Türkiye’de bu işi Devlet üstlenmiş vaziyette. O hâlde bu işi lâyıkı veçhiyle yapması lâzım.

Eğitim ve Öğretim hakkında yapılan bunca tartışma sonunda; bir ara 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası meclisten geçirilerek tatbîk mevkiine konulmuş; güya mes’ele halledilmişti!

Hattızâtında asıl yapılması gereken reform: İmâm-Hatiplerin Liseleşmesi; Liselerin İmâm-Hatipleşme mes’elesidir. Yâni İmâm-Hatip Okulları ve Liselerde okunan dersler birleştirilerek, “LİSE” adı altında Eğitim ve Öğretime devâm edilmelidir. Böylece aynı vasıfta talebeler

365

yetiştirilmesi imkân dâhiline girecektir.

Zâten İmâm-Hatip Okulları’nda Liselerdeki dersler var. Geriye Liselere İmâm-Hatiplerdeki dersleri eklemek kalıyor. Nitekim “Tevhîd-i Tedrîsât Kaanûnu”ndan da bunu anlamamız gerekmiyor mu? İşte şimdi tam sırası.

Bu Aynîlikte yetişen çocuklarımız, artık istedikleri tercîh doğrultusunda Üniversitelere yönelme imkânı bulacaklar.

Bu şekilde, Üniversitelerde  -şimdiye kadar-  meydana gelen gruplaşmalar, hizipleşmeler ve bunların doğurduğu sürtüşme, kavga ve hattâ vuruşmalar sona erecek; istenen iç huzûr ortamı da sağlanmış olacaktır.

 

 

Önceki İçerikPeygamberimize Hakaret Filmi ve Tepkiler
Sonraki İçerikEğitici Gözüyle Yeni Eğitim Sistemi
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.