Her gün yeni bir vukuatla karşımıza çıkan ve PKK’nın TBMM’deki kolu olarak isimlendirilen malum partinin bazı milletvekilleri için dokunulmazlıklarının kaldırılması gündemdedir.
Teröristlerle kucaklaşan, içli dışlı olan, milletvekillerince taraftarlarına “silahlanın” talimatı veren, Anayasa da ve yasalarda çiğnenmedik yer bırakmayan, suç üstüne suç işleyen bu siyasilerin eğer dokunulmazlıkları kaldırılmayacaksa; milletvekillerinin dokunulmazlıklarının bundan böyle kaldırılmayacağı hükmü getirilmelidir.
“Efendim konunun hem hukuki, hem de siyasi boyutu var” şeklinde siyasi dansözlüğü bırakalım. Esas olan hukuki boyuttur. Eğer hukuk siyasete kurban edilecekse; o zaman hukuk devletinden bahsedilemez. Hukuk devletinin olmadığı ve yıpratıldığı bir yerde demokrasi topal hale getirilir. Sadece demokratikleşme oyunları oynanır.
Kamuoyunun beklentisi dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır. Halkın geniş nefretini kazanan terörle bütünleşmiş siyasi bir partiye ve onun mensuplarına hukukun uygulanmaması, ülkeyi çok daha büyük sorunlarla karşılaştırır. Böyle bir gaflet ve yanlış, terörü azdırır ve ona mevzi kazandırır.
Türkiye’de olanların onda biri herhangi bir Avrupa ülkesinde olsaydı; o ülkeyi yönetenler dokunulmazlıkları kaldıralım mı, yoksa kaldırmayalım mı tartışmasına girmezlerdi. Aslında devlet adamlığı burada belli olur. Devlet adamlığı her gün tecrübe kazanılan bir mevki değil, tecrübenin konuşturulacağı bir yerdir.
Eğer bir ülkede vatan görevini yapan Mehmetçikle terörist bir tutulur, her ikisine de ağlarız diyen garip siyasetçiler türerse; o ülkede terör neden devam ediyor diye sorulmaz.
Bölücü ve ırkçı terör baskı altında ülkede milli kimliği tartışmaya açan siyasiler, aslında demokrasinin ayıbıdır. Almanya veya Fransa’da bazıları çıksa; biz Alman veya Fransız milli kimliğini reddediyoruz deseler karşılarında kendileri ile uzlaşmak için çırpınan tavizci devlet adamları bulabilirler miydi?
Bir dönem terörün gerekçesini bölgesel az gelişmişliğe bağladık. Daha sonra kültürel haklar ezberine kapıldık. Daha sonra Kürt açılımı yapmaya kalktık, elimize ayağımıza bulaştırdık. Ülkenin toprak bütünlüğünü hedef alan ırkçı ve bölücü terörü daha fazla demokrasi ile ortadan kaldıracağımızı zannettik. Terör örgütünün isteklerini silahsız olmaları şartıyla kabul etmeye kalktık. Habur’da, Oslo’da ve diğer birçok örnekte devleti yıprattık. Hayali özgürlükler uğruna güvenliği perişan ettik. Karakollarda savunmaya geçerek terörle mücadele edeceğimizi zannettik. Terörün ekonomik kaynaklarına nedense dokunmadık.
Terörün asıl kalbi olan Irak’ın kuzeyine garip bir hoşgörü ile baktık ve gerekeni yapmadık. Irak’ın kuzeyine müdahaleye bundan dolayı izin alamadık! Milliyeti ve milli kimliği etniklik seviyesinde aşağıladık. Örgütün isteklerini yerine getirerek mücadele edeceğimizi zannettik. Bir mahalli dili seçmeli derse ve TV yayını haline soktuk. Egemenlik haklarımızı hiçleyerek yargıda anadilde savunma yolu açarak terör örgütüne yeni fırsatlar verdik. TSK’ni yabancı bir ordu gibi değerlendirdik ve mücadelede zaman zaman önünü kestik.
Terör örgütünün isteklerine uyarak Yerel Yönetimler Yasasını çıkarttık ve mahalli özerkliğe ve federatif yapıya yol açtık. Mahalli derebeyleri yaratarak devletin gücünü zayıflattık. Yargıyı siyasallaştırdık ve arka bahçe haline getirdik. Bütün bunlardan sonra biz yine terörden şikâyetçiyiz!
Bir yanlış ezber sürekli tekrarlanmaktadır : “Türk ve Kürt milliyetçiliğine karşıyız” Türk milliyetçiliğine sahip çıkmak bir Kürt’ün veya bir başkasının da hakkıdır ve vatandaşlık görevidir.
Milliyeti, Türk milletine mensup olayı etnik taassup ve ırkçılığın önüne geçirirsek; bir Kürt’ün Türk milliyetçisi olmasının önünde hiçbir engel kalmaz.
Milliyetçilik kültürel bir savunmadır. Emperyalizme karşı, haça karşı hilalin mücadelesidir. Yukarıdaki sözü bir başbakan söylerse ona da sorarlar: Sen hangi ülkenin başbakanısın?
Dünyaya ve etrafımıza bakalım, küreselleştirilmeye rağmen, milliyetçilik yükselen en önemli değerdir. Buna karşı çıkarak milli menfaatler nasıl korunabilir? Ben bir yabancı olsaydım, bu beyanata bayılırdım…