Bir milletvekili, TBMM Başkanlığı’na dilekçe vererek Meclis binasında Cemevi açılmasını istemişti. Başkanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan aldığı mütalaa üzerine dilekçe sâhibine olumsuz cevap verdi. Cevabı beğenmeyenler Türkiye’yi, yeni ve gereksiz bir tartışmanın içerisine itelediler.
TBMM Başkanlığının verdiği cevapta; ‘Alevilik yoktur. İbâdet etmek isteyen Müslüman, câmiye gider‘ anlamına gelecek ifâdeler bulunmamasına rağmen; cümlelere kışkırtıcı anlamlar yüklenmesi, asıl maksadın üzüm yemek değil, bağcı dövmek olduğu izlenimi veriyor. Hele;
‘Alevileri binlerce yıldır sizin ağababalarınız olan Muaviyeler, Yezitler, Yavuzlar bile Camiye sokamadı.’ Sözü, küçücük bir dumanın çıktığı zannedilen yerin, kasırga şeklinde alev-alev yanmakta olduğunu iddia etmektir.
Öncelikle belirtilmeli: Muaviye ve Yezid, hiçbir Müslüman’ın ağababası değildir. Bilinmektedir ki Türkiye’de çocuğuna Ali, Hasan, Hüseyin adını veren milyonlarca aile vardır da bir tek Muaviye ve Yezid ismine rastlanamaz.
Neden?
Alevi kardeşlerimizin Kerbela’daki acılarına saygıda kusur etmemek için…
İmbikten geçmiş millî nezâketin ürünü olan bu hassasiyet tabanlı saygıya, hakaretle karşılık verenler, keskin sirke misâli, kendilerine de içerisinde bulundukları topluma da zarar verirler.
Yavuz Sultan Selim Han; yalnızca Türklerin değil, bütün dünyanın hayran kaldığı iftiharımızdır.
O; Şiilerle-Alevilerle değil, iç karışıklıklar çıkartarak Osmanlı Devleti’ni zayıflatmak isteyen Şah İsmail ile mücâdele etmiştir. Hayatı, bu mücâdele ile geçmiş değildir. Tahtı devraldığında, 2.375.000 Km2 olan Osmanlı topraklarını, 6.557.000 Km.2‘ye yükseltmiştir. Bu büyük başarıyı 8 sene içerisinde gerçekleştirmiştir.
Yavuz Sultan Selim Han’ın, oğlu Kanuni Sultan Süleyman Han tarafından yaptırılan türbesinin tavanında; Hz. Muhammed (sav) Efendimizin ve torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Efendilerimizin isimleri yazılıdır.
Hiddetlerini frenleyemeyenler, hiddetin oluşturduğu şiddetli ateş sebebiyle, beş vakit namazını kılan Alevilerin bulunduğunu da unutmuş görünüyorlar. Onları câmilere yönlendiren, Emevi ırkçıları Muaviye ve Yezid değil, kalplerindeki takvâdır.
‘Alevilik İslamiyet’in zenginliğidir.’ Sözünden rahatsız olanlar da fitne ateşine develerle odun taşıdılar. Milletvekiline ve odunculara en güzel cevabı, Türk Halk Müziği Ses Sanatkârı Sabahat Akkiraz vermiştir. Umulur ki havanda su dövmeye teşebbüs eden de, onun ‘hınk deyicileri’ de gerekli dersi almışlar, gerçeği öğrenmişlerdir.
Ülkemizde; Alevi-Sünni gruplar arasında yıllarca fitne tohumları ekilmiş, bilerek veya bilmeyerek bu tohumlar beslenmiş ve yeşertilmiştir. Artık işin farkına varmak, fitneye âlet olmamak, tahriklere kapılmamak, oyuna gelmemek için dikkatli davranmak mecburiyetindeyiz.
Alevilik de Sünnilik de ülkemizin gerçeğidir. Bu gerçeği yok saymak da yok etmeye çalışmak da hem doğru değildir, hem de mümkün değildir.
Aleviliği; sâdece Alevi anne-babadan dünyada geldiği için kabullenenler, kendilerine de, vazgeçilmez-ayrılmaz parçası oldukları Türk milletine de zarar verirler. Bu söz; Sünni anne-babadan dünyaya geldiği için Sünni olduğunu zannedenler için de geçerlidir. Okumadan- anlamadan-bilmeden feveran etmek câhillikten kaynaklanır. Her şeyden önce ve herkesten çok kendilerinin Hazret-i Ali’nin yolunda olduğunu iddia edenler; ‘İlmin kapısı‘ olduğuna inandığımız Hazret-i Ali Efendimiz’i tanıyıp-öğrenip cehâletten kurtulmalıdırlar.
Hiçbir Türk, bedeniyle ve eliyle Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşa katılmadı, karışmadı. Çünkü o tarihte Türkler henüz İslamiyet’i kabul etmiş değildiler. Savaşın hesabının bizlerden sorulması, ayıbının bizlere yüklenmesi akıl ve mantık dışıdır.
Gerçekleri bilmeli, hiddetimizle ve dilimizle o savaşı yeniden başlatmaya teşebbüs etmekten kaçınmalıyız.
Huzur bundadır, güç bundadır, yarınlara güvenle bakmak bundadır.