Temel de Dursun da Lazım

70

“Ben geri zekalı mıyım, acaba?” diye düşündüğünüz oldu mu? Bazen öyle durumlar oluyor ki, söylenenleri anlamıyor, yorumlayamıyor, değerlendiremiyoruz. Başkalarının kolayca anladığı ve çözüm ürettiği bir soru veya sorunu bir türlü kavrayamıyoruz. İdrak yoksunluğu, basiretsizlik, önyargı, zeka geriliği, aptallık diyebileceğimiz durumlar, bizde kompleks, pişmanlık, özgüvensizlik oluşturabiliyor.

Zaman zaman yaşadığımız bu duygular geçici de kalıcı da olabilir. Bilgisizlik, yaşlılık, yorgunluk, hepsinden öte, insan olmak, birer hata yapma nedenimizdir. Kalıcı bazı nitelikler, kişinin karakteri haline gelebiliyor. Buna önyargı, düz mantık diyebiliriz. Bizim Temel, bir gün bir işi için devlet dairesine gider. Kendisinden vesikalık altı fotoğraf istenir. Köye döner, Dursun’a vesikalık fotoğrafın ne olduğunu sorar. Dursan, belden yukarı çekilen fotoğrafa “vesikalık” dendiğini, bunun için onun fotoğrafını çekebileceğini söyler. Temel, “Bu nasıl olacak?” deyince, Dursun, “Sen kuyu kazacaksın, beline kadar içine gireceksin, ben fotoğraf makinemi alıp geleceğim, senin kalan kısmının fotoğrafını çekeceğim.” der. Biraz gecikerek dönen Dursun, bir bakar ki Temel altı kuyu kazmıştır. Dursun şaşırır, “Niye bu kadar yoruldun? Ben senin için altı tane fotoğraf makinesi getirmiştim.” der. 

Dinleyenler için tebessüme yol açan, Temel’le Dursun arasındaki bu ilişki, düşüncedeki ayrıntıyı görmemek, idrak edememek demektir. Buna düz mantık diyebiliriz Yalnız siyahla beyazı tanımak, diğer renkleri tanımamak demektir. Böyle bir insan ne resim yapabilir ne şiir yazabilir ne bir güfteyi besteleyebilir. Güzellik, sanat, feraset, hikmet, ilim; ayrıntıdadır. Ayrıntıyı yakalama yeteneği, insanı nükteli, sanatkar, duygulu yapar. İnsan olmanın lezzeti, ayrıntıya nüfuz ettikçe artar. Zaten, bir ince seziş, bir ince ürperiş, bir ince duyuş değil midir şair olmak? Şairler, sanatkarlar; insanın sahip olduğu soyut vasıfları sonuna kadar kullanma çabasına olan kişilerdir.

Göz göre göre, arabayla kırmızı ışıkta geçtiğimi, önümdeki duvara vurduğumu hatırlıyorum. Öğrencilerimin sorduğu çok basit soruda bile yanlış cevap verdiğim oluyor. Yaptığım hatayı anlayınca “Ben aptal mıyım, niye böyle yaptım?” diye söyleniyorum. O gün kendimle barışıksam tebessüm ediyorum, değilsem komplekse düşüyor, kendime öfkeleniyorum. Sizler de böylesi durumlar yaşamışsınızdır. Yoğunluk, yorgunluk, önyargı; hata yapma sebebimiz. Biz insanız; hata da yapacağız, hatamızı anlayıp bundan pişmanlık da duyacağız, başkalarına zarar verdiysek onlardan özür de dileyeceğiz. Kimse kusursuz değil, ilah değil.

Bir yapı, değişik malzemelerin; bir orkestra, değişik enstrümanların bileşkesidir. Yapıda her malzemenin kullanıldığı yere göre kıymeti vardır. Bir orkestra da sadece sazlardan oluşmaz. Vurmalı, üflemeli enstrümanlara ihtiyaç var. Kompozisyondaki mükemmeliyet, malzemeler arasındaki uyumla gerçekleşir. Toplumlar da böyledir. Farklı yetenekler, farklı zekalar olacak ki toplum kendini kompoze edebilsin, ayakta tutabilsin. Bir işyerinde herkes müdür olamaz, müstahdem de gerekli. Toplumda zekilere, aptallara, anlayışı düşük ve yükseklere ihtiyaç var. Her kesim birbiriyle dayanışacak, birbirinden geçinecek. Toplumların kuruluş yasası bu.

Kimse, yapabileceğinin daha fazlasından sorumlu tutulamaz. Bu, ilahi yasaya aykırıdır. Kırk kilo kaldırabilen bir insandan seksen kilo kaldırmasını istemek, ona haksızlıktır, zulümdür. Bu anlamda Temel’e ve Dursun’a ne kızabiliriz ne de onları küçümseyebiliriz. Onların da toplum içinde görebilecekleri oldukça faydalı işler vardır. Önemli olan, bunu bilmek ve bu kişileri buna göre değerlendirebilmektir. Kişileri taşıdıkları niteliklerden dolayı küçümsemek veya yüceltmek yanlıştır. Doğru olan, nitelik sahiplerini kendi konumları içinde değerlendirmektir.

İnsani değerleri önemseyenler, öncelikle buna dikkat etmeli. Unutmayalım, değerleri tanımayanlar, değer üretemezler.