Târih Ana Bilim Doç. Dr. Nasrullah Uzman ile Türkiye’nin Sınır Güvenliği Açısından Suriyeli Sığınmacılar Meselesi’ni Konuştuk.

97

Oğuz Çetinoğlu: Türkiye’nin sınır güvenliğini yakından alâkadar eden
Suriye’deki gelişmelerin evveliyatı hakkında lütfedeceğiniz kısa bir bilgi ile
röportajımıza başlayabilir miyiz?

Dr. Nasrullah Uzman: Aralık
2010’da Tunus’ta başlayan halk hareketleri, Mart 2011’den itibâren Suriye’ye de
sirâyet etti. 40 yıldan fazla bir süredir Suriye’de iktidarı elinde bulunduran
Esad yönetimi, göstericilerin reform, özgürlük ve demokrasi isteklerini
karşılamak yerine; olayları kanlı bir şekilde bastırma yolunu seçti. Esad’ın bu
tutumu gösterilerin savaşa dönüşmesine sebep oldu. Yüz binlerce insan yaralandı
ve öldü. En az 8 milyon Suriyeli yaşadıkları bölgeleri terk etmek
mecburiyetinde kaldı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin
verdiği resmî rakamlara göre Mart 2019 itibarıyla 5.600.000’den fazla Suriyeli
ise aralarında Türkiye’nin de bulunduğu komşu ülkelere göç etti. En büyük göçü
de Türkiye aldı. Türkiye, takip ettiği “açık kapı politikası” doğrultusunda 4.000.000’dan
fazla Suriyeliye kapılarını açtı; 37.000.000.000 dolar maddî yardımda bulundu.
Suriyeli sığınmacılar, başta Suriye’ye sınır iller olmak üzere, Türkiye’nin her
iline dağıldı. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün verdiği resmî
rakamlara göre Mart 2019 itibarıyla Türkiye’de “sığınmacı” statüsündeki Suriyeli
sayısı 3.600.000’den fazladır.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Meseleyi Türkiye açısından
değerlendirir misiniz?

Dr. Uzman: Her şeyden önce
Türkiye meseleye tamamen insanî açıdan yaklaştı ve bu yaklaşımını da halen
muhafaza etmektedir. Gerek Suriye’de yaşanan savaş, gerekse Suriyeli
sığınmacıların “en güvenilir yer olarak” gördükleri Türkiye’ye göç etmeleri,
Türkiye’nin özellikle sınır güvenliğini ciddî anlamda etkiledi. Suriyeli
sığınmacılar meselesi iç politikada asayiş açısından birtakım problemlere
sebebiyet verdiği gibi; dış politikada da Türkiye’ye yönelik bazı tehditleri ve
tehlikeleri beraberinde getirdi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin, güney komşusu Suriye Arap Cumhuriyeti ile hem
kara hem de deniz sınırı vardır. 24 Temmuz 1923 târihli Lozan Barış Antlaşması ile
665,5 km olarak belirlenen Türkiye-Suriye kara sınırı Hatay’ın Türkiye’ye katılmasıyla
birlikte yapılan düzenlemelerden sonra 877 km uzunluğa ulaştı. Bu sınır
Türkiye’nin toplam kara sınırının yaklaşık 1/3’üne tekabül etmektedir.
Dolayısıyla Türkiye’nin komşuları arasında en uzun kara sınırını paylaştığı
ülke Suriye’dir.

Türkiye-Suriye arasındaki kara sınırının çok uzun olması ve sınırın
her iki tarafında da akraba ailelerin ve aşiretlerin bulunması; sınır
ihlallerinin artmasına sebep olmuş; sınır ihlallerinin artması ise asayiş
problemlerine ve iki ülke ilişkilerinin zaman zaman gerginleşmesine yol
açmıştır.

Çetinoğlu: Türkiye-Suriye ilişkilerine kısaca göz gezdirebilir
misiniz?

Dr. Uzman: Türkiye-Suriye
ilişkileri, dönemlere göre inişli-çıkışlı bir seyir tâkip etmiştir. Suriye’nin
Hatay üzerinde hak iddia etmesi; terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ı ve
PKK’yı himaye etmesi vs. gibi sebepler Türkiye ile iyi ilişkiler kurmasını
engellemiştir.

Türkiye’nin çabaları neticesinde bebek katili Öcalan’ın Suriye’yi terk
etmek mecbûriyetinde kalmasıyla birlikte Türkiye-Suriye ilişkileri iyi bir
seyir almaya başlamıştır. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren, olumlu
yönde gelişme gösteren Türkiye-Suriye ilişkilerinin bir sonucu olarak iki ülke
arasında siyasî, askerî, sosyal, kültürel ve iktisâdî alanlarda işbirliğini
öngören birçok anlaşma imzalanmıştır. Öyle ki yalnızca 10 Şubat 2008-14 Aralık
2011 târihleri arasında Resmî Gazete tarandığında, iki ülke arasında imzalanan
ve TBMM tarafından onaylanan toplam anlaşma, protokol, zabıt vs. sayısının 102
olduğu görülmektedir. Türkiye’nin diğer komşu ülkelerle yaptığı anlaşmalarla
mukayese edildiğinde bu rakamın çok yüksek olduğu görülecektir. Yine aynı
dönemde, iyi ilişkilerin bir diğer sonucu olarak Türkiye-Suriye arasındaki vize
uygulaması da karşılıklı olarak 90 gün süre ile kaldırılmıştır.

Hatta bölge barışına katkı sağlamak üzere –deyim yerindeyse Sadabat
Paktı’nı çağrıştıran- iki ülke arasındaki vize uygulamasının 90 gün süre ile
kaldırılması mutabakatının Pakistan, İran ve Irak’ın da dâhil edilmesi suretiyle
genişletilmesi meselesi gündeme gelmiş ancak bölgede yaşanan hâdiseler buna
imkân vermemiştir.

Türkiye-Suriye ilişkilerinin son derece iyi bir şekilde devam ettiği
sırada 17 Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve “Arap Baharı” olarak adlandırılan süreç; kısa sürede Ürdün, Libya,
Yemen, Mısır, Bahreyn, Cezayir, Umman ve Lübnan gibi diğer Orta Doğu ülkelerine
de yayılmıştır. Orta Doğu’da yaşanan bu hâdiselerin Suriye’ye sıçraması uzun
sürmemiştir. Esasen yarım asırdır tek parti ve aynı aile tarafından yönetilen
Suriye, önceleri Arap Baharı sürecini destekleyen beyanlarda bulunmuştur. Ancak
olayların Suriye’ye sıçramasıyla birlikte Esad yönetiminin Arap Baharına
verdiği destek ortadan kalkmıştır. Suriye’de, 2011 yılının Mart ayından
itibaren Esad yönetimine karşı “reform”, “hürriyet” ve “demokrasi” söylemleriyle
başlayan protesto gösterileri, kısa sürede ülke geneline yayıldığı gibi geniş
halk kitleleri tarafından da desteklenmiştir. Esad yönetimi, henüz olayların başlangıcında
göstericilerin taleplerini karşılamak / göstericilerle uzlaşmak yerine, gösterileri
sert bir şekilde bastırma yoluna gitmiştir. Bu durum, olayları bastırmak bir
yana daha da artırmış; gösteriler yerini çatışmalara bırakmış ve günümüze kadar
gelinen iç savaşın zeminini oluşturmuştur. Esad yönetimi ve muhalifler arasında
yaşanan iç savaş, sivil halkın iki ateş arasında savunmasız bir şekilde
kalmasına yol açmıştır. Böyle bir ortamda can güvenliği tehlikeye düşen
Suriyeliler; komşuları Lübnan, Ürdün, Irak ve en çok da en güvenilir ve en
yakın yer olarak gördükleri Türkiye’ye göç etmek durumunda kalmışlardır. Bu
maksatla Suriye’den Türkiye’ye yönelik ilk toplu nüfus hareketi, 300-400 kadar
Suriyelinin 29 Nisan 2011’de Hatay’ın Yayladağı ilçesindeki Cilvegözü sınır
kapısına sığınmasıyla gerçekleşmiştir.

Çetinoğlu: Mülteci akını devam etti ve 3.000.000’dan fazla
Suriyeli Türkiye’ye geldi. Bu olayın Türkiye’ye menfi etkilerine göz atabilir
miyiz?

Dr. Uzman: Meseleyi
Türkiye’nin sınır güvenliği açısından ve iki grupta değerlendirmek gerekir:

1-Türkiye’deki Suriyeliler: Suriyeli sığınmacılar meselesinde, tamamen
insanî kaygılarla hareket eden Türkiye, “açık kapı politikası” izlemiş ve kendisine
sığınan Suriyelilere kapılarını ardına kadar açmıştır. Türkiye’nin tâkip ettiği
açık kapı politikası ve Esad yönetiminin benimsediği şiddet içeren uygulamalar,
Türkiye’ye sığınan Suriyelilerin sayısının günbegün artmasına sebep
olmuştur.Gelen sığınmacılar öncelikle sınır illerde Âfet ve Âcil Durum Yönetimi
Başkanlığı (AFAD) koordinasyonunda oluşturulan barınma merkezlerine
yerleştirilmişse de sayının artması, sığınmacıların barınma merkezlerinin
dışına taşmasına sebep olmuştur. Türkiye’nin bütün çabalarına ve çağrılarına rağmen
Suriye yönetimi durumun normalleşmesi yönünde gerekli adımları atmamış ve bu
durum yaşanan savaş ortamının doğmasına sebep olmuştur. Savaştan kaçanlardan
Türkiye sığınanlar 3.600.000’in üzerindedir. Bir başka ifâde ile Türkiye’nin
toplam nüfusunun %4,5’i oranındadır ve bu çok yüksek bir rakamdır. Başka bir ifâde
ile dünyadaki her 5 Suriyeliden biri Türkiye’dedir.

Çetinoğlu: Meseleye sınır güvenliği açısından bakabilir miyiz?

Dr. Uzman: Türkiye’nin 30
kara, 7 demiryolu, 63 deniz ve 60 hava olmak üzere toplam 160 adet sınır kapısı
vardır. 877 km uzunluğa sahip Türkiye-Suriye kara sınırında ise 3’ü demiryolu,
10’u kara olmak üzere toplam 13 sınır kapısı vardır. Türkiye-Suriye arasında,
Şırnak hâriç, bütün illerde sınır kapısı vardır. Sınır kapılarının 9’u daimi, 4’ü
geçici olarak açılmış olup; bunlardan 10’u faal, 3’ü ise faal değildir.

Mart 2019 itibarıyla Türkiye’nin Suriye kara sınırına komşu olan
Hatay, Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Mardin ve Şırnak illerinde yaşayan toplam
7.170.154 kişilik nüfusa 1.538.558 yeni nüfus eklenmiştir. Yani bu bölgede
yaşayan her 100 kişiden 20’sı Suriyelidir. Suriye’ye sınır illerde bulunan sığınmacı
sayısı, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların %42’ine karşılık gelmektedir. Yani
neredeyse Türkiye’deki her 2 sığınmacıdan 1’i Suriye’ye sınır illerde
barınmaktadır. Suriyelilerin belirli illerde yoğunlaşmaları, sayıca fazla
olmaları, söz konusu illerdeki demografik yapının değişmesine yol açtığı gibi
iç ve dış güvenliğe yönelik birçok problemi de beraberinde getirmektedir. Bu
durum tabîi olarak bölgenin güvenlik risklerini artırmakta ve bölge halkını da
kaygılandırmaktadır.

Suriye sınırında yer alan illerde yaşayan bölge halkı, birçok sebepten
dolayı ciddi güvenlik riskleri ile karşı karşıyadır. Bölge halkı, öncelikle
sınıra yakın bölgelerde yaşanan çatışmaların doğrudan hedefinde olduğu gibi
Suriye yönetimi tarafından yapılan / yapılacak kimyasal saldırılardan da
birinci derecede etkilenecek bir konumda bulunmaktadır. Sınıra sâdece birkaç km
uzaklıkta meydana gelen çatışmalardan seken mermiler, bölge halkı açısından
ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Türkiye sınırına yakın bölgelerde IŞID / DAEŞ
ve PKK / PYD/ YPG gibi terör örgütlerinin etkin olması, bölge halkının, kendini
terör saldırılarına açık hissetmesine sebep olmaktadır. Benzer endişeleri
barınma merkezlerinde ve sınıra yakın bölgelerde yaşayan Suriyeliler de
yaşamaktadır. Dolayısıyla Zeytin Dalı Harekâtı’nı da iki ülkenin güvenlik ve
huzuru açısından değerlendirmek gerekir.

Çetinoğlu: Türkiye’deki Suriyeliler arasında terör örgütü
mensuplarının olması ihtimalinin de endişe konusu olduğu belirtiliyor.

Dr. Uzman: Evet! Bölge
halkı her an bir provokasyona veya terör eylemine maruz kalabileceği
endişesiyle karşı karşıyadır. Yapılan saha araştırmaları, bölge halkının
“Suriyeliler arasında istikrarsızlık çıkarmak ve terör eylemi yapmak isteyen
kişilerin olabileceği” endişesi taşıdığını ortaya koymuştur. -Özellikle
Kilis’te- “Türkiye ile Suriye arasında fiilen oluşturulmuş bir tampon bölgede
yaşadıkları” hissine kapıldığını; “şehirlerinin Suriyeli muhaliflerin güvenli bölgesi
ve cephe gerisine dönüştüğünü” ve “bölgede tepkiye dönüşebilecek kışkırtmalara
son derece müsait bir ortamın oluştuğu” söylenmektedir. Yalnızca basın
üzerinden yapılacak kısa bir taramayla bile bölge halkının kaygılarında ne
kadar haklı olduğu görülmektedir. Mehmetçiğin Suriye’nin güvenliği için aldığı
tedbirleri de bu kaygılarla birlikte değerlendirmek; insan hayatını kurtarma,
huzur ve güvenliği sağlama sorumluluğu olarak görmek gerekmektedir.

Çetinoğlu: Türkiye endişelerin giderilmesi için hangi tedbirleri
aldı?

Dr. Uzman : Sınır
güvenliği, devletin bilgisi ve isteği dışında sınırlarına giriş ve çıkışı
engellemeyi öngörmektedir. Bu doğrultuda sınır güvenliğinin amacı yasa dışı
insan, hayvan, ürün, teçhizat, silah, uyuşturucu, terör vs. gibi unsurların
girişini ve çıkışını engellemeyi gerektirir. Bu da sınırların öncelikle güvenlik
güçlerince korunması ve denetlenmesiyle mümkündür. Ancak güvenlik tedbirleri
tek başına yeterli değildir. Türkiye açısından sınır güvenliği, özellikle doğu
ve güneydoğu sınırlarında, PKK terörüne karşı geliştirilen askerî önlemleri ifâde
etmektedir. Sınır ötesindeki terör kamplarında bulunan ve Türkiye’ye terör,
uyuşturucu, silah vs. ithal eden bölücü örgütün engellenmesine yönelik
faaliyetler Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) uhdesinde yürütülmektedir. Ancak
sınır güvenliğinin sâdece terörden ibaret olmadığı; kaçakçılık, yasa dışı insan
geçişi vs. gibi etkenlerin de ön plana çıktığı bilinmektedir. Son 5 yılda
Türkiye’nin güney sınırında yaşanan gelişmeler, iç ve dış güvenlik açısından
askerî tedbirlerin sınırlarda en üst seviyeye çıkarılmasını gerektirmiştir.

Türkiye, Suriye krizinin başından itibaren Esad yönetiminin
göstericileri ikna edici adımlar atmasını teklif ve teşvik ettiği gibi bu yönde
girişimlerde de bulunmuştur.

Çetinoğlu: Bu teşebbüslerden netice alınabildi mi?

Dr. Uzman: Hayır! Esad
yönetiminin beklenen adımları atmaması ve olayların savaşa sürüklenmesine zemin
hazırlayan tutumu üzerine Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde uçuşa yasak güvenli bir
bölge oluşturulması için Birleşmiş Milletler’e çağrıda bulunmuştur. Hatta bu
çağrı basına “tarafsız bölge”, “güvenli bölge”, “uçuşa yasak bölge”, “insanî
yardım koridoru” vs. olarak da yansımıştır. Ancak, Türkiye’nin çağrısı karşılık
bulmamıştır. Gelinen nokta, Türkiye’nin çağrısında ne kadar haklı olduğunu
göstermektedir. Türkiye, Suriye’deki savaştan birinci derecede etkilenen bir
ülke olarak şahsî tedbirler aldığı gibi bu anlamda milletlerarası girişimlere
de destek olmuştur.

Savaştan önce sınırın karşısında tek bir aktör olarak yer alan Suriye
devletinin yerini, iç savaşla birlikte farklı ideolojileri, yapıları ve uzun
vadeli stratejileri olan ve nihâyetinde egemenlik iddiasında bulunan terör
örgütleri almıştır. YPG ve DAEŞ gibi terör örgütlerinin bölgedeki
etkinliklerini artırmaları Türkiye’nin daha fazla güvenlik tedbiri almasını
gerekli kılmıştır. 2012 Haziran’ında Türk Hava Kuvvetlerine ait RF-4E keşif
uçağının Suriye tarafından vurulması üzerine Türkiye, Suriye’den gelecek hava
saldırılarına karşı NATO’dan destek istemiştir. Bu istek 4-5 Aralık 2012’de
Brüksel’de düzenlenen NATO Dışişleri Bakanları Toplantısı’nda görüşülmüş; hava
ve balistik füze savunma kapasitesini güçlendirmek üzere Türkiye’ye Patriot
füzelerinin konuşlandırılması kararı alınmıştır.

Bunun üzerine Ocak 2013 itibarıyla “Etkin Koruma Harekâtı” (Operation
ActiveFence-OAF) olarak adlandırılan NATO misyonu kapsamında ABD, Almanya ve Hollanda
tarafından Adana, Kahramanmaraş ve Gaziantep’e toplam 6 adet Patriot bataryası
konuşlandırılmıştır.

Çetinoğlu: Güvenliğin temini için yeterli olduğu söylenebilir mi?

Dr. Uzman: Esasen
Patriotlar, gerek sayı ve gerekse operasyonel bakımdan Türkiye’nin savunma
ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli değildi. Ancak NATO’nun Türkiye üzerinde
sağladığı bir koruma şemsiyesi olarak caydırıcı nitelikte psikolojik ve
sembolik bir mesaj taşımaktaydı. Buna rağmen NATO, 2015Ağustos’unda, Adana’da
konuşlandırılan tek batarya hariç olmak üzere; Patriotların geri çekilmesi
kararını almıştır. Bu karar Türkiye’nin güvenini sarsmış ve farklı güvenlik
arayışlarını beraberinde getirmiştir.

Çetinoğlu: Türkiye’nin Suriyeli muhaliflere destek vermesiyle
istenilen netice sağlanabildi mi?

Dr. Uzman: ABD ile Türkiye
arasında, DAEŞ’le mücâdele kapsamında, 20 Şubat 2015’te ‘eğit-donat anlaşması’
imzalandı. Buna göre Türkiye, Suriyeli muhalif grupların eğitilmesi ve
donatılması işini üstlenmiştir. Türkiye, özellikle Türkmenlerin topluca
yaşadıkları bölgelerde DAEŞ’in boşaltmak mecbûriyetinde kalacağı noktaları tutacak
Suriyeli muhalif grupları eğitmeye yönelik çalışmalarını artırmıştır.

Bölgedeki gelişmeler, DAEŞ’le mücâdele bağlamında Türkiye’nin, Suriye
sınırının DAEŞ ve PKK’nın uzantısı olan YPG tarafından kontrol edilmeye
çalışıldığı; Suriye’nin kuzeyindeki bölgelerin iki terör örgütü arasında el
değiştirdiği; dolayısıyla Suriye’nin kuzeyinde “terörden arındırılmış bölge”
ile güvenliğin sağlanabileceği yönündeki tezini güçlendirmiştir. Ancak
gelişmeler Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölgeden ziyâde; terör
örgütlerinden arındırılmış; gerektiğinde ABD ve Türkiye’nin hava desteği
vereceği; sahada ise yerel unsurların bulunacağı bir de facto güvenli bölge
olacağını göstermektedir. Türkiye, ABD öncülüğündeki koalisyona katılarak
milletlerarası koalisyon uçaklarına İncirlik Üssü’nü açtığı gibi kendisi de Suriye’nin
kuzeyindeki terör hedeflerine yönelik hava saldırıları düzenlemiştir. Yalnızca
kendisi için değil bölge ülkelerinin huzur ve
istikrarı için de mücâdele eden
Türkiye, günümüzde bu süreci Fırat
Kalkanı Harekâtı kapsamında Özgür Suriye Ordusu ile devam ettirmektedir.
Türkiye, tam anlamıyla Suriyelilerin vatanlarını savunma mücâdelesine katkıda
bulunmaktadır. Terörün her türlüsüyle mücâdele etmektedir. Türkiye’nin çabaları
Irak’ta başlayan ve Suriye’ye sıçrayan olayların yaygınlaşmasını önlemeye
yöneliktir. PKK’nın hezeyanlarına karşı tedbir niteliğindedir.

Türkiye, terör örgütleriyle bağlantılı olduğu düşünülen kaçakçılık
faaliyetlerine yönelik tedbirler de almıştır. Özellikle petrol kaçakçılığı
faaliyetleri ve kaçak ticarete yönelik sert tedbirler alarak DAEŞ’in ve YPG’nin
gelir kaynaklarını kurutmayı hedeflemiştir. Bu bağlamda güvenlik güçlerinin
sınır bölgelerindeki varlığının artırılmasıyla daha sıkı bir denetim ve kontrol
mekanizması kurulmuş, sınır kontrolleri artırılmıştır.

(DEVAM
EDECEK)

Önceki İçerikİ’caz ve Îcaz Olan Kitap
Sonraki İçerikEkonomi ve Hukuk Reformu
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.