Prof. Dr. EROL GÜNGÖR: 25 Kasım 1938’de Kırşehir’de doğdu. İlk ve orta öğrenimini doğduğu şehirde yaptı. 1961’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl Tecrübî Psikoloji kürsüsüne asistan olarak tâyin edildi. Akademik çalışmalarının yanı sıra dergi ve gazetelerde yazı yazmaya devam etti. 1965’te Mümtaz Turhan’ın yönetiminde hazırladığı ‘Kelâmî (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon‘ adlı teziyle doktor unvanını aldı. 1966’da Colorado Üniversitesi’nden sosyal psikolog Kenneth Hammond’un dâveti üzerine Amerika’ya gitti. Bu üniversitenin Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde milletlerarası bir ekibin araştırmalarına katıldı. 1968’de yurda dönerek Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’nde sosyal psikoloji dersleri vermeye başladı. ‘Şahıslararası İhtilâfların Çözümünde Lisanın Rolü‘ adını taşıyan teziyle 1970 yılında doçent oldu. Üniversitede verdiği dersler ve ilmî yayınla ile Türkiye’de sosyal psikoloji dalını önemli bir alan hâline getiren Erol Güngör Başbakanlık Planlama Teşkilâtı’nda, Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın çeşitli komisyonlarında görev aldı. 1978’de ‘Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar‘ başlıklı teziyle sosyal psikoloji profesörü oldu. 1982 yılında Selçuk Üniversitesi’ne rektör tâyin edildi. Bu görevi sırasında 24 Nisan 1983’te vefat etti. Erol Güngör’ün kitap, makale, deneme, ansiklopedi maddesi ve tercüme şeklindeki neşirlerinin sayısı 300’ü bulmaktadır. Telif Eserleri: *Türkiye ‘de Misyoner Faaliyetleri, *Türk Kültürü ve Milliyetçilik, *Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, *İslâmın Bugünkü Meseleleri, *İslâm Tasavvufunun Meseleleri, *Dünden Bugünden Târih-Kültür-Milliyetçilik, *Târihte Türkler, *Sosyal Meseleler ve Aydınlar, *Değerler Psikolojisi, *Ahlâk Psikolojisi ve Sosyal Ahlâk, *Şahıslararası İhtilâfların Çözümünde Lisanın Rolü, *Kelâmî (Verbal) Yapılarda Estetik Organizasyon. Tercümeleri: *Sosyal Psikoloji, *Nazariye ve Problemler (D. Krech – R. S. Crutchfield’den), *İktisadî Gelişmenin Merhaleleri (W. Rostow’dan) *Yirminci Asrın Mânâsı (Kenneth Boulding’den), *Sanayileşmenin Kültür Temelleri (John Nef’ten), *Sınıf Mücadelesi (Raymond Aron’dan), *Batı Düşüncesindeki Büyük Değişme (Paul Hazard’dan), *Dünyayı Değiştiren Kitaplar (Robert B. Downs’tan).
|
Doktora, Doçentlik, Profesörlük Tezleri:
13,5 X 21 santim ölçülerinde, birinci hamur Iwory kâğıda basılı 10+269 sayfalık eser, adından da anlaşılacağı gibi, 3 adet tez olmak üzere üç kitaptan oluşuyor. Kelâmî Sahâda Estetik Yapı Organizasyonu isimli birinci kitap, Tecrübî Psikoloji Doktora Tezidir. 1965 yılında hazırlanmış, ilk defa 1999 yılında neşredilmiştir. Eşi Prof. Dr. Şeyma Güngör’ün editörlüğünde hazırlanan eserdeki bilgi kaynaklarına kolay ulaşılması için kitabın son bölümüne; kişi, yer, eser adlarıyla ilgili bir dizin eklenmiştir.
Müellif eserine;
Sanat, insan faaliyetlerinin ihmal edilemeyecek kadar geniş bir kısmını teşkil ediyor. Fakat şimdiye kadar bu sahaya ilmî metotların tatbik edilmeyişi veya edilemeyişi onun adeta ilim dışında, objektif bakımdan tetkiki kabil olmayan bir davranış dünyası olarak telakki edilmesine sebep olmuştur. Halbuki bizim muhitten aldığımız bütün tenbihler gibi, her sanat eseri de insanda muayyen tepkilere yol açan bir tenbih manzumesidir ve psikolojinin bu mevzu ile uğraşmaması için hiçbir sebep yoktur. Bu itibarla, sanatın yapıcıları veya bu eserleri estetik kıymet bakımından değerlendirmeye çalışan münekkitlerin sanat eserine verdikleri mânâ ne kadar muhtelif ve mütenevvi olursa olsun, bir psikolog burada ilmî anlayışa imkân verecek bazı umumiyetlere varabilir ve mefhumlara kazandırdığı vuzuh sayesinde bu araştırmalar için sağlam birer hareket noktası bulabilir.
Cümleleriyle başlıyor, ‘Mizah sitüasyonlarında yapı organizasyonu‘ başlıklı ara bölümde, üniversite talebelerinden denekler kullanarak gerçekleştirdiği araştırmayı açıklıyor:
‘Size on tane fıkra veriyorum. Bu fıkraların hepsi de yarım bırakılmıştır. Her birini dikkatle okuduktan sonra altlarında verilen alternatiflere bakarak bunların içinden yukarıdaki yarım fıkrayı en güzel şekilde tamamlayanı bulun ve boş kâğıtta fıkra numaralarının karşısına – bu uygun alternatifin numarasını yazınız.’
Kitapta yer alan fıkralardan bir tanesi şöyledir: (Diğer fıkralar 47-50. sayfalarda, diğer tecrübelere ait hikâyeler ise 51-71. sayfalardadır.)
Bir çocuk babasına,
-Baba, dedi, beni tebrik etmelisin. Bugün altı kuruş tasarruf ettim. Okuldan dönerken otobüse binecek yerde arkasından koştum.
Babası:
1-Altı kuruş tasarruf etmekle zengin mi olacaksın.
2-Arkadaşların senin bu halini görürlerse çok ayıplarlar.
3-Koşmana lüzum yoktu, yürüsen daha az yorulurdun.
4-Sizin okulun talebeler için servis arabası yok mu?
5-Otobüs yerine taksi arkasından koşsan üç lira tasarruf ederdin.
Eğlenceli bu tecrübeyi, kitabı okuyanlar kendileri için tatbik edip fıkraları tamamlayabilirler. 23. sayfada okuyanı iyice neşelendirecek başka fıkralar var. Eserin birinci kitapla alakalı bölümü; *Hikâye ve romanda yapı Organizasyonu, *İzah denemeleri ara başlıklarıyla devam edip *Umûmî hülâsa ve neticeler başlığıyla sona eriyor.
Şahıslararası İhtilafların Çözülmesinde Lisan’ın Rolü isimli ikinci kitap, Sosyal psikoloji Doçentlik tezidir. 1969 yılında hazırlanmış, 1999 yılında neşredilmiştir.
Bu araştırmanın gayesi, ‘şahıslar arasında fikir ve inanç farklarından doğan ihtilaflar üzerinde lisânın oynadığı rolü incelemek‘ olarak açıklanıyor. Konu; iktisatla alâkalı davranışın stratejilerini araştırmak üzere geliştirilen matematik modeller aracılığıyla inceleniyor. Diğer başlıklar: *İhtilaf, *İhtilaf problemi, *İhtilâf modelinin temel mefhumları, *Araştırma, *Hipotez, *Metot, *Usul ve *Neticeler olarak devam ediyor. Appendix / Ek bölüm, tecrübelere ayrılmış.
Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar başlıklı bölüm, 1978 yılında hazırlanan, ilk basımı 1993 yılında gerçekleştirilen Profesörlük tezidir. Eserin aynı zamanda bir ders kitabı olması sebebiyle geniş açıklamalar ihtiva etmektedir. Araştırmanın esasını, ‘ahlâkî değerler‘ oluşturmaktadır. Görüşler ve teoriler hakkında bilgi verildikten sonra psikoloji ve ahlak ilişkisi tahlil ediliyor, değerler psikolojisi üzerinde tecrübî bir araştırmanın sistemi ve neticeleri sunuluyor.
228. sayfadaki ‘insanın hayatta ideal edinebileceği 14 değişik değer‘ başlıklı satırlar, eserin sâdece sosyoloji, felsefe ve psikoloji dalında eğitim gören üniversite öğrencilerine değil, ‘kâmil insan‘ olmak isteyen herkesin bilmesi gereken hususlardır: 1-Herşeyin ölçülü ve ahenkli olması, 2-Öbür dünyayı kazanmak, 3-Yalansız bir dünya, 4-Günahlardan arınma, 5-Ekonomik bağımsızlık, 6- Konforlu bir hayat, 7-Bütün gerçeklerin bilinmesi, 8-Vicdan huzuru, 9-Cahillikten arınmış bir dünya, 10-Güzelliklerle dolu bir dünya, 11-Eşitliğin sağlanması, 12-Gerçek dostluk, 13-Hürriyet için mücadele, 14-İnsanlara yardım.
Belirtildiğine göre maddeler, önem sırasına göre değil, kişiye göre sıralanmıştır. Okuyucu kendi görüşüne göre sıralamayı değiştirebilecektir.
245-255. sayfalar ‘Sonuçların değerlendirilmesi‘, 257 ve 258. sayfalar ‘Özet‘ başlığını taşıyor.
İslâm Tasavvufunun Meseleleri:
İkinci kitap, yine Iwory kâğıda basılı, aynı ölçüde ve 336 sayfadır. Müellifin belirttiğine göre; ‘Bu kitap tasavvuf hakkında bir bilgi kitabı değildir. Tasavvufun temel bilgilerini edinmek isteyenler bu konuda yazılmış yerli ve yabancı kaynaklara başvurabilirler.’ (Merhum, bu cümlesiyle alakalı olarak şu dipnot bilgisini veriyor): ‘Eskiden Türkiye’de sâdece mutasavvıfların kendi kitapları çıkıyordu. Son zamanlarda araştırma tipinde çalışmalar ve metin neşirleri hususunda ciddî örneklere rastlıyoruz. Yüksek İslam Enstitülerimizin gayretli öğretim üyelerinin -özellikle Süleyman Uludağ ve Yaşar Nuri Öztürk- çalışmaları Türkçeden başka dil bilmeyen okuyucular için çok faydalı bilgi getirmektedir. Yabancı kaynaklar arasında derli-toplu bilgi vermek bakımından en iyisi A. J. Arberry’nin Sufism (Londra, 1972) adlı eseridir.’
Müellif; ‘Tasavvufun İslam’daki yeri nedir?’ sorusuna, ‘din âlimleri tarafından cevap verilebileceğini‘ belirtiyor.
Tasavvufun İslam’daki yeri kadar, ne olduğu hususu da asırlardan beri tartışılmaktadır. Merhum Gürgör, çok net bir açıklama ile tartışmaları sona erdiriyor:
Tasavvuf denince Müslümanların pek çoğunun aklına felsefî fikirler değil, belli bir hayat tarzı ve bu hayatı yaşayan bâzı insanlar gelir. Onların bu düşüncesi aslında gerçeği aksettirmektedir. Çünkü İslâm mistisizminin belirgin özelliği bir felsefî düşünce sisteminin savunmasını yapmak değil, dünyaya karşı belli bir tavır takınmak ve bu tavra uygun bir hayat yaşamak olmuştur. Büyük mutasavvıfları düşündüğümüz zaman hatırımıza gelen şey onların ahlâkı, Allah’a karşı samîmi duygu ve bağlılıkları ve sâhip oldukları birtakım kerâmetlerdir. İslâm cemaati onları dindarlık ve ahlâkta seçkin kişiler diye bilir. Nitekim mutasavvıfların tasavvuf hakkındaki târifleri daima bu noktaları belirgin kılacak şekildedir. Aslında hepsi de birbirine benzeyen bu tariflerden birkaç tanesini verirsek bu nokta daha yeterince anlaşılacaktır.
*Tasavvuf kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak ve önüne ne gelirse yüz çevirmemektir. *Tasavvuf iki şeydir: bir istikamete bakmak ve bir istikamette yaşamak.
*Sûfı Allah’ın her yaptığına rızâ gösterir ki Allah da onun yaptıklarından râzı olsun.
*Sûfîlik hiçbir şeye sâhip olmamak, hiçbir şey tarafından sahip olunmamaktır.
*Sûfîlik sefalette ihtişam, yoksullukta zenginlik, kullukta efendilik, açlıkta tokluk, çıplaklıkta giyiniklik, esârette hürriyet, ölümde hayat ve acılıkta tatlılıktır.
*Sûfîlik Tanrı’nın ahlâkı ile ahlâklanmaktır. (s: 15)
Müellif; Hint felsefesinde, Budizm’de ve Eski Yunan’da Sûfîliğin izlerini tâkip ettikten sonra İslam tasavvufunda yabancı tesirlerini ve İslam tasavvufunun târihî gelişmesini inceliyor. (s: 19-74)
‘Mânevî iktidarlar ve maddî teşkilât‘ başlıklı yazıda; şeriat, tarikat, hakikat üçlemesinin Allah’a bağlanması gerektiği belirtiliyor. (s: 75-77)
Ve bir başka hakîkat: ‘Bizim kültürümüzün büyük simalarının pek çoğu mutasavvıflardır dersek mübalâğa etmiş olmayız. Bugün hangi Türk’e Mevlânâ Celâleddin’den, Yûnus’tan, Hacı Bektaş’tan, Hacı Bayram’dan bahsedilse derhal büyük bir saygı duygusu uyanır. Bunların ve diğer birçok sûfî şahsiyetlerin hâtıraları etrafında öyle bir saygı hâlesi teşekkül etmiştir ki, gerek halkımız gerek aydınımız (devrimciler müstesnâ) onların büyüklükleri ve millete hizmetleri husûsunda en ufak bir şüphe beslemez. Doğrusu da budur. Bu insanlar gerçekten Türk kültürünün seçkin şahsiyetleridir. Diğer Müslüman memleketlere baktığımızda oralarda da büyük sûfîlerin klâsik kültürünün yapıcıları sayıldığını görüyoruz.’ Ve Sûfîler gibi tefekkür edilmesi gereken bir cümle: ‘Zannediyor musunuz ki Allah’ın kelâmı sâbit bir miktarda ve hacimdedir. Hayır! Allah’ın Muhammed’e gönderilen kelâmı Kur’ân’ın yedide yedisidir. Fakat kullarının kalblerine ilham ettikleri, sayı ve hudut tanımaz ve hiç eksilmez.’ Ve hüküm: ‘Memleketimizde dindar çevreler üzerinde yapılacak en basit bir müşâhade bile çeşitli yönleriyle tasavvufun ne kadar yaygın bir ilgi konusu olduğunu göstermeye yetecektir. Ancak bunun sâdece dindar çevrelerin kendi içlerinde bir ilgi kaymasından ibâret olduğu zannedilmemelidir. Türkiye’de İslâmiyet’e karşı bütün kesimlerde bir ilgi vardır ve bu ilgi esas itibâriyle tasavvuf kanalıyla olmaktadır.’ (s: 151-159)
Hülâsa olarak Merhum Erol Güngör, Tasavvuf mevzuunu derinlemesine incelediği bu eserinde; bir sosyal ilimler âlimi olarak tasavvufun; târih, felsefe ve sosyal psikolojinin ışığında teşekkül ettiğini ortaya koyuyor.
Her iki kitap da aynı firma tarafından neşredilmiştir:
YER-SU YAYINCILIK:
Sağlık Mahallesi, Halk Sokağı Nu: 11/1 Kızılay, Ankara. Telefon: 0.312-433 28 09 e-posta: info@yersuyayinevi.com // www.yersuyayinevi.com
Prof. Dr. EROL GÜNGÖR hakkında bir yazı: 1950’li yılların sonlarına doğru milliyetçi görüşlerle yayınlanan Ocak Dergisi’ne yardımcı oluyordum. Bir gün, zarfların birinden bir yazı çıktı. Okudum ve gözlerime inanamadım. Türkçesi gayet düzgün, ifâde tarzı tam bir olgunluktaydı. Sistematik bir görüş açısı olduğu besbelliydi. Yazı Kırşehir’den gönderilmişti ve A. Buğra imzasını taşıyordu. Yazının sahibi, Kırşehir Lisesi’nde öğrenci olduğunu belirtiyordu. Yazıyı büyük bir memnuniyetle yayımladım ve yazarına bir mektup göndererek takdirlerimi belirttim. Yazılarına da devam etmesini bildirdim. Bir gün Erol Güngör çıkageldi. Pek az konuşuyordu. Onunla böyle tanıştık. Kapının yanında, ayakta sessizce dikilişi hâlâ gözümün önündedir. Onun bu hâlini, İstanbul’a yeni gelmiş bir Anadolu delikanlısının çekingenliğine vermiştim. Daha ortaokul sıralarındayken Ahi Evren Câmii’nin imamı olan Dedesi Hâfız Osman’dan eski yazıyı öğrenmişti. Ailenin sahip olduğu kütüphane de, Erol’un târih ve kültür konularına olan ilgisini pekiştirmişti. Lise öğrencisi genç artık ders kitaplarıyla yetinmiyor, fikir ve kültür eserlerini de okuyordu. İstanbul’a geldiğinde, fikrî altyapısını çoktan tamamlamış nâdir gençlerden biriydi. Genç istidatları keşfetmekte, onların daha iyi yetişmelerini sağlamakta ve onları lâyık oldukları yerlere götürmekte şaşılacak bir mârifet sâhibi olan Fethi Gemuhluoğlu, Erol’u biraz yakından tanıyınca ondaki kabiliyeti görmüştü. Mümtaz Turhan’a götürdü. Mümtaz Turhan, Edebiyat Fakültesi’nde profesördü ve Türkiye’nin en iyi yetişmiş ilim ve fikir adamlarından biri olarak kabul ediliyordu. Kendisine takdim edilen bu gençle kısa bir konuşmadan sonra ‘Hukuk Fakültesi’ni bırak, buraya gel. Bu kürsünün senin gibi kabiliyetlere ihtiyacı var‘ dedi. Erol, tereddüt etmeden Edebiyat Fakültesi ne geçti. Artık, Felsefe Bölümü’nün başarılı öğrencilerinden biri, hocası Mümtaz Turhan’ın da gözbebeğiydi. Bir tanıdığı O’nu, o sıralar genç bir doçent olan Ayhan Songar’a götürdü: ‘Erol Güngör’dür bu. Mümtaz Turhan Bey’in sevgili talebesidir‘ demişti. O’nun da sevisine ve desteğine mazhar oldu. Akademik konuların konuşulduğu, fikir tartışmalarının yapıldığı, dost meclislerinin kurulduğu bir yer olan Marmara Kıraathanesi de Erol Güngör’ün devam ettiği bir merkezdi. Orada Ziya Nur Aksun, Nuri Karahöyüklü, Mükrimin Halil Yinanç gibi şahsiyetlerin sohbetlerini dinliyor, pek söze karışmıyordu. İstanbul gibi büyük ve pahalı bir şehirde kendi imkânlarıyla okumak mecburiyetindeydi. Bu imkânı sağlamak üzere, onu Edebiyat Fakültesi’ndeki boş bir ‘bahçıvan’ kadrosuna alıp memur yaptılar. Fransızca bilen bir öğrenciydi. Bununla yetinmedi ve üniversiteye devam ettiği yıllarda İngilizceyi de öğrendi. 23 yaşında, üç dil bilen ve geniş bir fikrî birikimin sâhibi olan genç bir ilim adamı… İlk eseri de o yıllarda yayımlandı. Türkiye’deki Misyonerlik faaliyetleri hakkında idi. Bu kitap, günümüzde dahi önemini korumaktadır. 1961 yılına gelindiğinde, yeni Anayasa, eskiye göre geniş hürriyetler getirmişti. O zamana kadar meydanda görünmeyen Marksist kadrolar birden ortaya dökülmüşlerdi. Yoğun bir propaganda faaliyeti bütün hızıyla gelişiyordu. Bu fikir ve kavram kargaşasına istikamet verme ihtiyacını duyan Mümtaz Turhan ve arkadaşları da ‘Yol‘ adında haftalık bir gazete yayımlamaya başladılar. Erol Güngör de orada makaleler yazıyordu. Asistanlığının dördüncü yılında doktor unvanını aldı. Askerlik günlerindeki boş vakitlerinde tezini hazırladı ve terhis olduğu 1970 yılında doçent pâyesini aldı. Orta Doğu Gazetesi’nde başmakale yazmaya başladı. Ülkede anarşi iyice tırmanmıştı. O soğukkanlı, akla ve ilmî verilere dayanan yazılar yazıyordu. Her tarafta Erol Güngör konuşuluyordu. Erol Güngör ise kalp krizi geçirmiş, acılar içerisinde kıvranıyordu. Ayhan Songar alakadar oldu, sağlığına kavuştu. Dostlar tavassut ettiler, Şeyma Taşçıoğlu ile evlendi. Erol Güngör imzası taşıyan kitaplar art arda yayımlanıyordu. Çok kimse onu, soğuk, kibirli ve kendisine uzak bulurdu. Bu yanıltıcı görünüşünün altında ise mütevazı, içine dönük, çelebi bir tabiata sâhipti. İnsanlar arasında fark gözetmezdi. Sosyal mertebenin en üst kademesi ile en alt kademesinde bulunan insanlara aynı şahıs değeriyle yaklaşırdı. Kibirli değildi ama haysiyetine düşkündü. Bilhassa özel hayatında kanaatkâr, azla yetinen, fevrî heyecanları olmayan bir kimseydi. Yakından tanıyanlar, onun Yunusların, Mevlânaların temsil ettiği değerler dünyasının 20. yüzyıldaki meyvesi olduğunu söylüyorlardı. Yeni kurulan Konya Selçuk Üniversitesi’ni kısa zamanda teşkilatlandırdı. Bilinmeyen bir güç, belki bir önsezi O’na acele etmesini fısıldıyordu. Ele aldığı işleri bir an önce tamamlama telâşı içindeydi. Fakat eşi ve yakınları, O’nu sevenler hattâ uzaktan tanıyanlar bile korkuyorlardı. Zayıf kalbi bu kadar yükü kaldırabilecek miydi? Geçici olarak İstanbul’a gelmişlerdi. Sabah erken saatte Konya’ya dönmek üzere hareket edeceklerdi. Arabanın bagajını açarken birden kalbine sanki bir bıçak girmiş gibi oldu. Sendeledi. Elindeki paket yere düştü. Kendisi de birlikte… Ecelin zâlim pençesi, gökten bir yıldızı söküp almıştı. Târih: 24 Nisan 1983’tü, henüz 45 yaşındaydı… Mekânı Cennet olsun, kabri nurlarla dolsun.
Altan Deliorman: Türk Yurdunun Bilgeleri, Timaş Yayınları, İstanbul 2009. (Özetlenerek iktibas edilmiştir)
|