Süleyman Demirel kendi ailesini “Hakka hukuka riayetkâr, toplumdan rahatsız olmamış, toplumu rahatsız etmemiş mesut bir Anadolu ailesi idik” şeklinde tarif etmişti.
Gerçekten çoğumuzun ailesi böyleydi ve biz böyle ailelerden oluşan bir toplumduk.
Çok eski Türkiye’ye gitmeye lüzum yok, son 20 senede yaşadığımız sosyal ve kültürel değişim inanılmaz boyutta oldu. Bu değişimin olumlu yönde olan kısmı çok az, sosyal ve kültürel açıdan sorunlara yol açan olumsuz değişim miktarı çok fazla. Bunda çok hızlı şehirleşmenin, köyden şehirlere göçün büyük etkisi olduğu muhakkak. Ama devlet yönetimindeki eksik ve kusurlar daha çok etkili oldu.
Şimdi, “toplumumuz hakka hukuka riayetkar insanlardan oluşuyor” diyemiyoruz.
Hakka hukuka riayet etmek kendisi için hak ettiği kadarına razı olmak demek. Kendi çıkarı için başkasının haklarını kullanmasına engel olmak ve hatta başkalarının haklarını gasp etmek hukuk devletlerinde ve semavi dinlerde asla kabul edilmez. Çünkü böyle insanlardan oluşan toplum “mesut bir toplum” olamaz.
Soru çalarak sınav kazananlar, torpil ve rüşvetle makam mevki elde edenler, rüşvet ve yolsuz ihalelerden servet kazananları görenlerin topluma aidiyet duyguları azalır. Bunlardan bir kısmı aynı imkanları bulduğunda aynı yöntemleri kullanmaktan çekinmezler. Ahlaki çözülme genişler, toplumsal iklim giderek çoraklaşır.
“İktidar nimetleri” diye bir kavram, “Bal tutan parmağını yalar” diye bir atasözümüz var. Yakın ve yandaşlarına kamunun kaynaklarını yani 90 milyon insanın hakkını peşkeş çekenleri bilenler bile “Çalıyorlar ama çalışıyorlar” diye bir mazeret üretmiş. Müslüman ve alnı secdeli diye KUL HAKKI yiyenlere saygı duyuyor, haram paradan bir parçacık da bize versinler diye onları destekliyorlar.
Böyle bir toplumda huzur, mutluluk ve bereket olur mu?
*******************************
Toplumu Rahatsız Etmemek, Toplumdan Rahatsız Olmamak
Toplumdan rahatsız olmayan insan oranımız çok düştü. Çünkü müthiş bir kutuplaşma yaşıyoruz. Kendi dünya görüşüne yakın ve aynı siyasi tarafta olmayanlardan rahatsız olmayan yok gibi. Görmekten, bir araya gelmekten ve birlikte iş ve sosyal faaliyet yapmaktan kaçındığımız kesimler neredeyse toplumun yarısı kadar.
Haliyle çoğumuz bizi rahatsız eden kesimleri rahatsız etmekten de çekinmiyoruz.
Sadece siyasi görüş ve yaşama biçimi farklı insanlarla ilişkilerimiz sorunlu değil. Bu türlü ayrılıkların söz konusu olmadığı ilişkilerde de davranışlarımız medeni ülkelerde yerleşmiş kurallara uymuyor. Daha doğrusu bu kurallardan haberdar bile değiliz.
Bir toplu taşıma aracına binme, inme, seyahat esnasında yaşlı, hamile, sakat gibi öncelikli oturmaları gerekenlere yer verme gibi kurallara uyma oranı çok düşük. Bu araçlara iniş binişte, yürüyüş yollarında yürürken birbirimize çarpmadan yürümeyi bile öğrenemedik.
Piknik alanlarında çöp bırakma, ormanlarda ateş yakıp, cam şişe kırıkları bırakıp yangına sebep olma gibi ilkel davranışları düzeltemedik.
ÖFKELİ VE GÖRGÜSÜZ BİR TOPLUM OLDUK. Bunda yaşadığımız ekonomik ve sosyal sorunların etkisi var. Ama ben asıl sebebin eğitim sisteminden kaynaklandığını düşünüyorum.
Eğitim sistemimiz öncelikle Türkçe’yi güzel konuşma, dinlediğini ve okuduğunu anlama yeteneği veremiyor. İnsanlarımız kendilerini iyi ifade edemediği veya karşı tarafı iyi anlayamadığı için çok çabuk öfkeleniyor. En basit konular tartışma ve kavga ile sonuçlanıyor.
Yine Eğitim Sistemimiz medeni ülkelerde yerleşmiş görgü kuralları, trafik kuralları gibi temel davranış kurallarını öğretemiyor.
Mesela bir ATM’de işlem yaparken medeni ülkelerde sizden sonra sırayı bekleyen size en az 2 veya 3 metre mesafede bekler. Türkiye’de ise arkanızdaki kişi omuzunuzun üstünden bakarak sizin hesap hareketlerinizi öğrenmeye çalışır.
Mesela Japonya’da toplu taşıma araçlarına iniş binişte belli kurallara uyarlar ve asla bir çarpışma olmaz. Bizde ise bir tramvaya bile birkaç kişiyle çarpışmadan giriş çıkış yapamazsınız.
*******************************
Selamlaşmayı Öğrenemedik
Her şey bir yana bizler aynı vatanı paylaştığımız insanlarla bile selamlaşmayı öğrenemedik. Yabancı ülkelerde birbirini hiç tanımayan insanların güler yüzle selamlaşmalarını gördüğümüzde imreniyoruz.
“İslâm” kelimesinin köklerinden olan “silm” ifadesi barış, güven ve huzur; “selâm” ise mutluluk, esenlik ve güven demektir. Ama biz selam verme tarzından bile ayrılık ve nefret üretmeyi başardık.
Karşılaştığımız insanlarla “günaydın, iyi günler, selam, merhaba, selamünaleyküm” gibi sözlerle selamlaşırız. Ayrılırken “hoşça kal, iyi günler, sağlıcakla kal, esen kal, selametle, Allaha emanet ol, Allah’a ısmarladık” gibi sözler kullanırız.
Bu kelimelerden herhangi biriyle selam verdiğinizde veya ayrıldığınızda, kullandığınız kelimeye göre, sizi kendine yakın veya uzak sayan insanların yüz ifadesi değişiyor.
“Selamünaleyküm/ aleykümselam İbranice’den gelme. Merhaba’nın kökeni Arapça.” Ama insanlarımızın çoğu bunların “İslami birer kavram” olduğunu sanıyor, kutsallık atfediyor.
Türkçe kullanana Türkçe, Arapça kullanana Arapça karşılığını versek yani “günaydın” diyene “günaydın” desek, “selamünaleyküm” diyene “aleykümselam” desek ne kaybederiz?
Arapça ve İbranice kökenli yerleşmiş selamlaşma ifadelerinin dinin gereği olduğuna inananlar Türkçe selamlaşanları karşı taraf (hatta dinsiz) olarak görüyor. Türkçe selamlaşmayı savunanlar da “dini geleneklere” göre selamlaşmayı savunanlarla konuşamıyor, danışamıyor, tartışamıyor.
Dilimiz de önemli, dinimiz de önemli. Ama önce konuşabilmemiz lazım. Konuşursak kim kimi ikna edebilirse etsin. İkna edemeyen de kendisi gibi düşünmeyenlerden rahatsız olmasın, kendisi gibi olmayanları rahatsız etmesin.
“Mutluluk endeksinde” dünyadaki en mutsuz insanların yaşadığı ülkelerdeniz. 137 ülke arasında 106’ncı sırada olmamız üzücü. Ama sosyal iklimi bu kadar çoraklaşmış bir toplum için şaşırtıcı değil.