Türk Milleti ve Türkiye’miz ucu karanlık bir tünele girmiş durumda. Bunun sebebi; ne halde olduğumuzu ve nereden kaynaklandığını bilmediğimiz akli ve ruhi bir sarhoşluk içinde oluşumuz. Bu kanıyı olumsuz ekonomik göstergeler itibariyle ifade etmediğimi de özellikle belirtmeliyim.
Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce çekildiğimiz ve yanlış politikalarla hükümranlık haklarımızdan vazgeçtiğimiz coğrafyada yaşayan Türklük bakiyesi perişan bir halde olup bununla beraber ülkemiz yönetim olarak Türk Milletinin kontrolünden çıkmış ve Türk olmayanların ve Türk olsa bile kendini Türk olarak görmeyenlerin eline geçmiştir.
Bunları yazdıkça milliyetçi, ırkçı, şovenist vs. olduğumu söylüyorlar. Ben sadece Türk Milletinin bir evladı olduğum için bu tehlikelere işaret ediyorum. İstiyorlar ki; hiçbir Türk sesini çıkarmasın ve kaderine razı olsun. Bu oyunu deşifre ettiğimiz için birileri bizi oyunu bozan anlamında “virüs” olarak ilan etmiş durumda. Yok öyle yağma… Hiçbir şeyden korkmadan Türk Milletini uyandırmaya devam edeceğiz.
Herkes biliyor ki; Türkiye’yi PKK bölemez ve PKK’nin böyle bir gücü de yoktur. Buna karşılık Türkiye’nin millet yapısının 36 etnik parçadan ibaret olduğu iddiası en büyük bölücülüktür ve PKK’nın yapamadığını yapmaktır. Bu sebeple Türk Milletinin 36 etnik parçadan oluştuğu ve Türklerin bu 36 etnik parçadan sadece biri olduğunu iddia etmek; içinde bulunduğumuz ve çözüm üretmekte zorlandığımız durumun başlıca sebebidir. Bu iddianın sahipleri Türk Milletine karşı tarih önünde hesap verecektir.
Köşe başlarını tutmuş olan ihanet şebekeleri ve işbirlikçiler bu durum karşısında sevinçle el ovuşturuyor. İnşallah bu sevinçleri kursaklarında kalacak…
Niçin bunları yazıyorsun diyenlere son günlerde meydana gelen olayları ve bunların Türk halkı üzerinde yarattığı sarhoşluğu bir kez de bir Türk olarak cevaplamak istiyorum diye belirtmeliyim. Çünkü herkes meselelere kendi penceresinden bakıyor ve bırakın da bir Türk’te kendi penceresinden baksın.
Mavi Marmara gemisinin Türkiye’den hareketi, bildiğimize göre dokuz bilmediğimize göre on dokuz kişinin hayatını kaybedişi, yüzlerce yaralı, dünyanın ve ABD’nin İsrail’in yanında yer alışı, hükümetimizin ve RTE’nin her zaman olduğu gibi sorumlu sorumsuzluk moduna geçişi, müslüman Mısır’ın Gazze’ye yardım yolunu bir türlü açmaması, Türkiye’nin iki ayda bölücü teröre 38 şehit verişi ve hükümet ile tüm sorumluların bu konudaki aczi… İsterseniz saymaya devam ederiz ama bu kadar yeter sanırım.
Yaşananlar sebebiyle ülkemizde binlerce Filistin bayrağının stokta hazır tutulduğunu ve kendisini Filistinli hisseden binlerce insanın bulunduğunu bu vesile ile öğrenmiş olduk. Bu insanların bu olay karşısında duruşlarını ve tepkilerini hiçbir şehit cenazesinde gördüğümü hatırlamıyorum. Yine Telafer bombalanırken, Kerkük-Erbil ve Musul Türkmenlerden temizlenirken bu Filistin bayraklarını sallayanlar ortada yoktu. Hocalı katliamı için bu Filistinciler sokağa dökülmemişlerdi. Ölen müslüman Türk olunca arada bul bunları. Oysa biz hiçbir Müslüman ve de yaradılmış insan yada canlı mahlukat için farklılık gözetmeyen bir milletiz ve adımız da “TÜRK”tür. Bu Filistinciler; vatansız ve milliyetsiz Müslümanlık anlayışının ortaya çıkardığı bir topluluktur ve bu anlayış Türk Milletinin varlığı için bir tehlikedir.
Türk Milleti uzunca bir zamandır kendisine karşı yürütülen politikaların ekonomi odaklı olduğunu düşünmektedir. Oysa ki; ekonomik saldırı tamamlanmış sıra sosyolojik yapıyı parçalayacak olan psikolojik saldırılara gelmiştir.
Bütün oyun “Türk”lük üzerinde sürmektedir. Yıllardır sağ ve sol ideolojilerde Türklük aleyhine sürdürülen fikri çalışmalar meyve vermeye ve neredeyse yüzde yüz homojen bir toplum olan Türk Milleti birbirine yabancılaşmaya, ötekileşmeye ve birbirini sorgular hale gelmeye başlamıştır. Bunda Türk Milletinin her sahada fakir bırakılmasının ve gerçeklerin perdelenmesinin önemli bir rolü vardır.
Şunu çok net olarak söyleyebiliriz ki; Türk Milleti, Türk olmayanlarca ve Türk olsa da bu duyguyu kaybetmiş olanlarca yönetilmektedir. Aynen Osmanlının son dönemlerinde olduğu gibi. Böyle olunca başımıza gelenleri pek fazla yadırgamamak gerekir.
Bazılarınca CHP Genel Başkanlığı koltuğuna oturmakla Atatürk’ün koltuğuna oturmuş olarak kabul edilen Kemal Kılıçdaroğlu; kendisine milli kimlikle ilgili sorulan sorulara kürt ya da Türk veya annesinin ermeni olup olmamasının pek bir şey ifade etmediğini ve meseleye insan odaklı baktıklarını ifade etmesi Atatürk’ün söylemleri ile çelişmektedir. Atatürk aynı sorulara “Ne Mutlu Türküm Diyene” ve kendisinin en büyük zenginliğinin Türk Milletine mensubiyet olduğunu söyleyerek cevap vermektedir. Kılıçdaroğlu’nun cevapları Atatürk’ün cevapları ile karşılaştırıldığında aradaki sapmanın boyutu ve böylece Kılıçdaroğlu ile Filistincilerin millet anlayışı konusunda pek bir farklılıklarının olmadığı görülmektedir.
Teferruatların devlet yönetiminde veya insan yaşamında genel anlayışta bir sapma olmadığı takdirde pek fazla bir önemi yoktur. Ancak genel anlayışta makas değiştiren önemli bir yol değişikliği varsa teferruatlar çok önem kazanır. Bunun için satır aralarını doğru okumakta büyük fayda vardır.
Bu sebeple Türkiye ile İsrail arasında yaşananları, RTE ile hükümetin tavırlarını, Filistin bayrakları ile sokağa dökülenleri, Kemal Kılıçdaroğlu’nun tıpkı RTE gibi Türklüğü arka plana itici ifadelerini, sözde kürt ve ermeni açılımlarının geldiği noktayı, Barzani’ye gösterilen ilgiyi, BDP milletvekili Sabahat Tuncel’in PKK’yi terör örgütü olarak görmedikleri dair ifadesini ve de özellikle Gazze olayında ölen Furkan Doğan’ın akedemisyen babasının sözlerini ve aynı olayda yitirdiğimiz bir vatandaşımızın hanımı ve çocuğunun cenazedeki gülümseyen fotograflarını iyi okumamız gerekir diye düşünüyorum.
Yine iyi okumamız gereken bir teferruatta Türkiye’nin önde gelen işadamlarından ve sosyal demokrat görüşleriyle tanınan Musevi cematının önde gelen ismi İshak Alaton’nun Taraf Gazetesine verdiği röportajda söyledikleriydi: “AKP daha yüksek oyla iktidara gelir… Türkiye için çok umutluyum. AKP’nin 20002 yılından beri performansı çok pozitif. Neticeler ortada. Ekonomi yolunda… Doğru yoldayız.” . “…Yine o kemikleşmiş dinazorların teşebbüsü ile bu da (anayasa değişikliğini kast ediyor) Anayasa Mahkemesine götürüldü. Ve muhtemelen dinazorların baskısıyla Türkiye’nin aleyhine kemikleşmiş, donmuş bir karar çıkacak. Bence bunun da üstesinden geleceğiz. Bu durumda seçime gidecek AKP daha yüksek bir oyla ve tek başına iktidara gelmesi kaçınılmaz olacak. Dinazorlar bunu istemiyorlar ama tepkileri bu güne kadar olduğu gibi ters tepecek”.
Görüyorsunuz İshak Alaton tabloyu çizmiş. Yılların sosyal demokratı Musevi işadamı Türklük karşıtı bir politika izleyen AKP’nin hızlı bir taraftarı olmuş. Senelerdir benzer politikaları paylaştığı sosyal demokrat arkadaşlarını “dinazor”lukla suçluyor. AKP’nin 2002’den beri yaptıklarına imzasını atıyor.
İshak Alaton; AKP’nin ekonomik olarak Türkiye’yi diz çöktürdüğünü ve günümüzü geçici tedbirlerle kurtardığımızı, halkın yoksulluk sınırı içinde yüzdüğünü buna karşılık Türkiye’ye borç verenlerin servetlerini katladığını ve işsizliğin tarihi rekorlar kırdığını anlaşılan görmüyor. Zaten onun durduğu yer Türk Milletinin durduğu yer değil. Onun için Alaton’un anlattığımız şeyler çerçevesinde AKP’yi başarılı bulması doğal. Ayrıca AKP’nin Türk Milletinin sosyal dokusuna verdiği zarar onun endişe edeceği bir husus değil. Bilakis bundan memnuniyette duyuyor olabilir. Çünkü herkes gibi o da bilmektedir ki; vaad edilmiş toprakların İsrail’ce yeniden vatanlaştırılmasının önündeki en büyük engel Türk Milletidir. Bu sebeple aklını Türklükle bozmuş olan bir AKP’nin Alaton’ca desteklenmesi hiç şaşırtıcı değildir.
Aslında İshak Alaton’un sosyal demokratlığının altında yatan “halkların kardeşliği” felsefesinin, Filistincilerin “vatansız ve milliyetsiz Müslümanlık” anlayışının, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “önce insan” söyleminin ve Recep Tayyib Erdoğan’ın “36 etnik parça” vurgusunun bir kavşakta kesiştiğini söylemek hiçte yanlış olmaz. Sapla saman birbirine ne kadar karışmış görüyorsunuz değil mi?
Evet! Türk Milleti; teferruatlara boğularak genel sapmadan bihaber hale getirilmek suretiyle tarihte pek çok örneğini gördüğümüz gibi yine yok edilmek ve vatanına el koyulmak isteniyor. Tıpkı Balkanlarda, Orta Asya’da, Kafkaslarda ve nerede Türk varsa orada uygulanan politikalarda olduğu gibi…
Bu politikalar uyuşturucu benzeri yöntemlerle Türklerin aklına ve ruhuna zikrediliyor. Medya, üniversite, din adamı, siyasetçi, işadamı, şair, romancı, tiyatrocu, simitçi, mısırcı, araba yıkayıcısı ve bil cümle eleman bu uyuşturucunun tedarikçisi durumunda…
Onun için etrafınıza şöyle bir bakın hangi uyuşturucudan etkileniyorum diye. Yoksa bu tatlı sarhoşluk size çok şey kaybettirecek.