Hala “Yeni Anayasa” ile “Anayasa değişikliği“ni birbirine karıştırıyoruz. Biz de mevcut anayasada bazı değişikliklerin olmasını ve anayasanın daha fonksiyonel hale gelmesini isteyenlerdeniz. Ancak 1982 Anayasasını kaldırarak ve adeta iptal ederek rafa kaldırmak önemli bir suçtur. Devlet kurulurken ve ancak olağanüstü durumlarda yeni anayasa yapılır. Yasa dışı böyle bir eyleme destek vermek de suça ortak olmaktır. Anayasanın 175. Maddesi Türk’ü, Türk Milletini ve rejimi tasfiye etmeğe değil; sadece anayasa değişikliğine imkân veriyor. Bu bakımdan, bunlara âlet olmamak, yerli ve milli düşünen her aydının ve siyasetçinin görevidir. Yapılmak istenen parlamenter demokratik rejimin yerine başkancılığı ve eyalet sistemini getirerek bölücü, ırkçı terörce desteklenen ihanete sözde su sıkmaktır. Alev alev yanan ateşe maşrapa ile su atarak onu söndüremezsiniz. Artık yeni anayasa tezgâhının bir sivil darbe olduğunu anlayalım. Ülkenin milli birlik ve bütünlüğünden yana olanlar,bu yeni anayasa lafını telaffuz bile etmemelidirler.
Sürekli aynı yanlışları yapa yapa Suriye sınırını yolgeçen hanına çevirdik. Suriye’den gelen her çeşit insanı Müslüman kardeşimiz olarak kucakladık. Bunun büyük tehlikeler doğuracağını ve gerek terörle mücadelede, gerek büyük şehirlerimizde sabotaj ve bombalamaların olacağını sürekli söyledik. Nitekim Ankara’nın Devlet mahallesindeki bir araçla gerçekleştirilen intihar saldırısı ve diğer olaylar birbirini izledi. Müslüman kardeşlerimiz arasından IŞİD’çi ve PKK adına çalışan keskin nişancılar bolca çıktı. İl ve ilçelerde asker ve polisimize bu Müslüman kardeşlerimiz kurşun sıkıp bazılarını şehit ettiler. Bizim bazı aydınlarımızın ve siyasetçilerimizin siyasi ümmetçi yaklaşımları bu olaylarla çökmüştür. Terör örgütlerinde birçok Müslüman vardır. Bunlar ya ülkeleri tarafından Türkiye’ye karşı kullanılıyorlar; ya da güçlü ülkelerin elinde oyuncak oluyorlar.
Geçenlerde havuz medyasından iktidar güdümündeki bir TV kanalını izliyordum. Manisalı tarihçi bir öğretim üyesi konuşuyordu. Konu terör olayları idi. Türk Milletinin tehlike halinde ne kadar kaynaşmış, kader birliği yapmış ve terör örgütünün isteklerini yerine getirmemiş bir toplum olduğu örneklerle ifade edildi. Bölge halkının baskıya, bölücü ve ayrıştırıcı gayretlere rağmen,devletin polisi ve askeriyle kavgalı olamayacağı ortaya kondu. Teşhis doğru idi. Ancak son senelerde farklılıkların abartılıp milli kimliği terk etme telkinleri, etnik ırkçılığın hoş görüldüğü, siyasi iradece ihmallerin yapıldığı, terörle mücadelenin müzakereye dönüştüğü de bir gerçektir. Açılım, çözüm süreci ve barış gibi aldatmacalarla güvenlik kuvvetlerinin pasifleştirildiği yanlışı da göz ardı edilemez. Teröre haklar vererek ve eylemlerini demokratikleşme olarak görerek bir mücadele olamaz. Örgütü ve aynı paraleldeki siyasetçileri muhatap almak yanlışın en büyüğü olmuştur. Manisalı tarihçi dostumuz bunlara hiç değinmedi. Eğer bölücülüğe ve teröre karşı ise, acaba yeni anayasa tuzağından yana mıdır?
Kürt ile Kürtçüyü birbirine karıştırma yanlışı yapılmıştır. Kürt ana kitlesi aşırı sol ve sözde İslamcı Kürtçü fraksiyonlara yöneltilmiştir. Ayrıştırmayı sanki makbul sayarak anti-Türk ve Türk Milletini dışlayıcı ve milli kimliği anayasadan çıkarıcı bir eğilimle adeta örgütün hedef ve taleplerine destek verici bir yol izlenmiştir. Türk Milletini yok sayan, milletleşme sürecinden geriye toplumu etnik, mezhep, aşiret asabiyetine döndürme yanlışı yapılmıştır. Zaman gelmiş şehit cenazelerine katılma adeta yasaklanmıştır. Bugün bazı şehit evlerinden Kürtçe ve Zaza’ca ağıtlar yükselmekte ve bayraklar asılmaktadır. Vatandaş askeriyle polisiyle çatışan, nikâhın hala birbirine açık olduğu, mezarlık ve caminin farklılaşmadığı, vatandaşın iç göçten kaçınmadığı bir ortamda örgütün aslında kavgası Kürt vatandaşlarımızladır. Evlere el konmakta cami ve okullar birlikte tahrip edilmiştir. Devleti yönetenler yanlış yapmadıkları, kamu düzenini sağladıkları, örgüt ve yandaşlarınca aldatılmadıkları! sürece örgüt halkı sindiremez.