Tam adı ile ‘Dünyadaki Türkleri ve Müslümanları Bir Araya Toplayacak Olan Güç: Siyah Sancak – Ukab (1) ile Armagedon’un (2) Kanlı Mücâdelesi‘ isimli, 14 X 23 santim ölçülerinde, 272 sayfalık kitap, 2014 yılı içerisinde 4. Baskısı ile okuyucunun huzuruna çıktı.
Ali Kuzu tarafından kaleme alınan eser, Kariyer Yayıncılık İletişim Eğitim Hizmetleri Limited Şirketi’nin 195. Araştırma-İnceleme Serisi‘nden 28. Kitabıdır.
Kitap, Araştırma-İnceleme Dizisi’nden yayınlanmış olmakla birlikte, daha ilk sayfasında; şanlı bir destan, soluk-soluğa okunacak bir aksiyon romanı intibaını uyandırıyor.
‘Yeryüzü Allah’ın mülküdür. O’nun adına kurtarılması gerekir. Üzerine ‘Lailaheillallah’ bayrağı çekilmeyen hiçbir toprak parçası Allah adına kurtarılmış değildir.’
Sözleriyle başlayan bölümden sonra; bir anda okuyucuyu esir alan cümleler geliyor:
Konstantinopolis’in (3) fethedilmesinin üzerinden tam 63 yıl geçmiştir.
Gecenin ilerlemiş bir saatinde Bâbüssaâde’nin (4) büyük demir tokmakları ardı ardına ve çok kuvvetle vurulur. Pirinç mâdeninden yapılmış olan tokmakların demir kapıya her vuruşunda meydana gelen ses yankısı dalgalar halinde yıldızlarla dolu gökyüzüne doğru yükselirken Topkapı Sarayı başta olmak üzere İstanbul’un üzeri nuranî bir ışıkla aydınlanmaktadır.
Bâbüssaâde’nin sorumlusu Hasan Ağa isminde bir muhterem zat idi. Gece ibâdetini bitirip istirahata çekilmiş olan Hasan Ağa, kapının tokmaklarının bu kadar kuvvetli vurulmasıyla yattığı sedirinden fırlar ve eline aldığı yağ kandiliyle odasının kapısını açar ve hızlı adımlarla Babüssaâde’ye açılan avluya doğru yönelir.
Hasan Ağa, avluya ilk adımını atar. Ancak adımını attığı gibi de korkudan mıdır, yoksa şaşkınlıktan mıdır bilemez olduğu yere çakılır kalır. Çünkü tokmakların her kapıya vuruşunda Bâbüssaâde’nin yüksek duvarları zangır, zangır titremekte, ardından da gökyüzünden nur gibi ışıklar yağmaktadır.
Ağa, boncuk-boncuk titremeye ve o an aklına gelen bütün duâları okumaya başlar. Bir taraftan duâları okurken, bir taraftan da geriye kaçıp saray efrâdını haberdar etmek ister. Ancak adımlarına sâhip olamamaktadır. Adımları O’nu Bâbüssaâde’ye doğru götürmektedir. Kapıya yaklaştıkça bakar ki ayakları yere değmemekte ve toprağın bir karış üstünde gitmektedir.
Hasan Ağa, Bâbüssaâde’ye gelir ve besmele çekerek demir kapının bir kanadını açar. Açar da şaşkınlıktan küçük dilini yutacak gibi olur. Karşısında başları sarıklı, beyazlar giyinmiş ve ellerinde beyaz bayraklar olan, silahlarını kuşanmış harbe hazır koca bir ordu vardır. Beyaz elbiseli ve sarıklı bu ordunun en önünde ise atlarından inmiş, nûranî yüzlü dört insan durmaktadır.
Ellerinde birer sancak olan nûranî yüzlü dört kişiden ve elinde diğerlerinden ayrı siyah bir sancak olan, belinde ise çift uçlu kılınç bulunan nûranî yüzlü zat, bir adım öne çıkarak söze başlar:
‘Arkamızda gördüğün ordu, Resûlullâh (sav) Efendimizin ordusudur. Yanımda bulunan kişiler de Resûlullâh Efendimizin (s.a.v.) halifeleridir. Bu gördüğün kişi Ebû Bekir, bu Ömer, bu Osman. Ben de Ali’yim.’
Bizi, Resûl-i Ekrem Efendimiz gönderip, Sultan Selim Han ‘a selâm söyledi ve buyurdu ki:
‘Haremeyn’in (5) hizmeti kendisine verildi, kalkıp gelsin. Git Sultan Selim Han’a benim tarafımdan bildir!’
Sözünü bitirir bitirmez, Hasan Ağa’nın şaşkın ve hayret dolu bakışları altında, nûrani yüzlü dört zat ve sanki beyaz kefenlerine bürünmüş koca ordu birden kaybolur.’
Okuyucuya artık uyku haramdır. 268 sayfa boyunca, yakıcı heyecanların alevlendirdiği değişik duyguların, bütün rûhunu ve bedenini sarıp sarmalaması için kitabı elinden bırakamayacaktır.
Sonraki sayfalarda; 5 Haziran 1516 tarihinde çıktığı Mısır Seferi sırasında Yavuz Sultan Selim Han’ın, Sina Çölü’nü ordusu ile geçerken, gündüzlerin kavurucu sıcağından, gecelerin dondurucu soğuğundan bunalan ve geri dönülmesini isteyen askerini, âdetâ kanatlandıracak şekilde şevke getiren, tarihe geçmiş sözleri ile heyecan doruklara çıkar. Bir sonraki sayfada Haşmetli Sultan’ın kendi ifâdesiyle ‘memur edildiği işi‘ halletmesi yâni ‘Haremeyn’in hizmetkârlığı‘nı üstlenmesini anlatan satırlarla okuyucu, çölden denize ulaşmanın huzuruna kavuşur.
Duygu seli, Mısır fâtihi Yavuz Sultan Selim Han’ın, gece karanlığında, kimselere görünmeden İstanbul’a geldiğini ve sarayına girdiğini nakleden satırlarla tekrar doruklara yükselir.
Bu hâdiseden 400 yıl sonra, Fransız General D’Esperey, 16 Mart 1919’da beyaz bir atın üzerinde, Roma imparatoru edâsıyla ve görgüsüz bir gösterişle İstanbul’a girdi. Şehir, 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütârekesi hükümlerine göre işgal altındaydı. Osmanlı askeri silahtan tecrit edilmiş, şehir askerden arındırılmıştı. Yalnızca İstanbul’un Şehzâdebaşı semtindeki Mızıka Karakolu’nda, Tümen Bandosu’nda görevli. 61 er vardı. İşgalci güçler, silahsız askerlerin müzik âletlerinden bile korkmuşlar, sabahın saat 5.30’unda, 150 kişilik bir müfreze ile karakola saldırmışlar, uykuda olan 6 askerimizi şehit etmişler, 10 askerimizi de yaralamışlardı. D’Esperey, ancak işte bu katliam şeklindeki baskından sonra İstanbul’a girebiliyordu.
İstanbul’a bu iki girişi düşünenler, soyunun asâletiyle haklı olarak gurur duyacaklardır.
* * *
Mısır’ın fethinden sonra Yavuz Sultan Selim’in İstanbul’a getirdiği Mukaddes Emânetler arasında bulunan ve Hazret-i Muhammed (sav) zamanında kullanılan Siyah Sancak, 1597 yılından sonra ‘Sancak-ı Şerif ‘ adı ile zafer getiren nice seferlere çıktı. Osmanlı padişahlarının Sefer-i Hümâyun düzenlemedikleri zamanlarda Sancak-ı Şerif merasimle ordulara kumandanlık yapan sadrazam veya Serdar-ı Ekrem’le birlikte götürüldü. Ayrıca Sancak-ı Şerif Osmanlı Devleti’ne karşı çıkan isyanları bastırmak için de kullanıldı. Sultan İkinci Mahmud Han, 1826 yılında yeniçeri ocaklarını kapattığı ‘Vaka-i Hayriye’ sırasında Sancak-ı Şerif’in açılmasını emretmiş, sancağın mukaddes varlığı, İstanbul halkının padişahı yeniçerilere karşı desteklemesinde büyük bir rol oynamıştı. Sancak-ı Şerif günümüzde, Topkapı Sarayı Mukaddes Emanetler dâiresinde muhâfaza edilmektedir.
* * *
Ali Kuzu’un eserinde sözü edilen, işte bu Sancak’tır. Fakat ve elbette sancağın hikâyesi, yukarıda anlatılanlardan ibâret değildir. Siyah Sancak, esir Türk illerini kızıl Moskof zulmünden kurtarmak için mücâde eden ve Turan Cumhuriyeti’ni kurma idelini gerçekleştirmeye çalışan Şehid-i Âlâ – Gazi-i Namdar Enver Paşa ile Tacikistan’dadır. Cumhuriyet Türkiye’sinde de Türk Birliği’ni oluşturmak için devrededir ve Mustafa Kemal’in elindedir. Anafartalar’dadır, Dumlupınar’dadır. Enver Paşa’dan 70 yıl sonra Turgut Özal ile Merkezî Asya Türk Cumhuriyetlerine gitmiştir. Armagedon’dadır. Asala ve PKK operasyonlarındadır. 20 Mart 1992’de Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a PKK ile ilgili raporu sunan Adnan Kahveci’nin gönlündedir. Adnan Kahveci, raporunu verdikten 1 yıl sonra, 5 Şubat 1993’te, kendi kullandığı otomobil ile Ankara’dan İstanbul’a giderken Gerede yakınlarında, esrarı 22 yıldır çözülemeyen trafik kazasında ebedî âleme intikal etmiştir. Siyah Sancak, Türk siyaset çevrelerinin parlak yıldızı, politika dünyamızın görüp tanıdığı en dürüst ve mert liderlerden biri olan Muhsin Yazıcıoğlu’nun, şehit olduğu helikopter kazasında kaybolan çantasındadır.
Siyah Sancak efsânesinin ve esrârının çözümünü sağlayacak şifreler de Ali Kuzu’nun ‘Siyah Sancak‘ isimli, romanlaştırılmış tarih, bir başka anlatımla ‘belgesel romanı‘nda, yayınevinin tanımlamasıyla, araştırma-inceleme kitabındadır.
KARİYER YAYINCILIK:
Klodfarer Caddesi Nu: 16 Fırat Apartmanı Daire: 4 Sultanahmet, Eminönü İstanbul. Telefon: 0.212-516 99 84 Belgegeçer: 0.2312-616 99 80 e-posta: kariyer@kariyeryayinleri.com http://www.kariyeryayinleri.com
LÛGATÇE:
(1)Ukab: Sözlükte ‘kartal ve karakuş ‘ anlamına gelen, Arapça bir kelime olan ukab, Hazret-i Peygamberimizin savaşlarda kullandığı bayrak veya sancağın adıdır. Hz. Peygamberin bayrak ve sancaklarının siyah ve beyaz olduğu hakkında rivâyetler vardır. Beyaz sancağın üzerinde kelime-i tevhid yazılı idi. Kelime-i Tevhid: ‘La ilahe illallah, Muhammedün resulullah‘ cümlesidir ve ‘Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed aleyhisselam da O’nun Resulüdür‘ demektir.
(2)Armagedon: Dinî kaynaklarda, dünyanın sonu geldiğinde yaşanacağı düşünülen büyük kıyâmet günü.
(3)Konstantinopol: Bizans İmparatorluğu döneminde İstanbul’un adı.
(4)Bâbüssaâde: ‘Saâdet Kapısı ‘ demektir. 1478 yılından 1858 yılına kadar 380 yıl boyunca kullanılan Topkapı Sarayı’nın en önemli kapısıdır.
(5)Haremeyn: Mekke ve Medine
ALİ KUZU:
Araştırmacı-Yazar Ali Kuzu, 1957’de İstanbul’da doğdu. İlkokul ve Ortaokulun ardından Davutpaşa Lisesi’nden mezun oldu. Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler bölümünü bitirdi.
Uzun yıllar özel sektörde orta ve üst düzey yönetici olarak çalıştı. 1989 yılında gazeteciliğe muhabir olarak adım attı. Ortadoğu, Yarın ve Kurultay gazetelerinde Araştırmacı Gazeteci, Güneş Gazetesi’nde musahhih olarak çalıştı. Gözcü, Türk Haber, Ufuk Ötesi, Engellilerin Sesi gibi çeşitli gazete ve dergide yazıları yayınlandı.
İstanbul Gazeteciler Derneği üyesi olan Ali Kuzu evli ve 2 evlat babasıdır.
Yayınlanmış Eserleri:
1-Terör mü Kürt Sorunu mu? 2-MİT-Bordo Bereliler El Ele-Safari Operasyonu, 3-MİT-MOSSAD-CIA-GLADIO, 4-Kutsal Yemin-Mustafa Kemal Atatürk, 5-Atatürk’e Yapılan Suikastler, 6-Amerika’da Kurulan Gizli Örgüt GLADIO, 7-Atatürk’ü Kimler Öldürdü?, 8-12 Eylül İhtilali, 9-Dünyanın En Acımasız İstihbarat Örgütü MOSSAD, 10-Dünyanın En Büyük İstihbarat Örgütü CIA, 11-Ermenilerin Türklere Yaptıkları Katliamlar ve Soykınm / TANDIR, 12-İmparatorluğun Gözyaşları.
KUŞBAKIŞI:
ASKER VE TÜCCAR / NABLUS 1918
Osmanlı Cihan Devleti’nin yıkılışı ve neredeyse her cephede binlerce şehit vererek çekilmesi başlamış, devletin sınırları değil Anadolu bile bu kayba dâhil olma ihtimalinin korkusu ve endişesi ile sıkıntıya düşülmüştür. Kitabın yazarı tıp doktoru Prof. Orhan Canbolat bu yıkımın sonu ve yeni Türk Cumhuriyetinin temellerinin atıldığı yer olarak Nablus 1918’i kabul ettiğini belirterek romanını yazmaya başlar.
Roman; olayların mekânı hâlâ kan gölü olan bugünkü Suriye, Irak, Filistin topraklarıdır. İngilizlere esir düşmüş olan Çerkez asıllı Osmanlı zâbiti Mehmed’in hikâyesidir.
Soma’dan başladığı hayatına yalnızca asker olarak devam etmiş, İngilizlerle çarpışırken yaralanmış, bir sahra hastanesinde tedâvi olmuş ve İngiliz esiri olarak kapatıldığı hapishâneden iki arkadaşı ile Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları tarafından kaçırılmaları sağlanmıştır. Zâbit Mehmed, neden kendisinin bu kaçırılışta yer aldığını, neden Mustafa Kemal Paşa tarafından önem verildiğini kendi kendine düşünür. Hikâyesine, yakaladığı ipuçları ile devam eder.
Kitapta, günümüzde Orta Doğu’da yaşayan Çerkez nüfusunun varlığı, hatta Ürdün Kraliyet sarayı ve ailesinin bütün korumalarının Çerkez birlikleri tarafından yapıldığı, geleneklerini de yaşattıkları gibi konulara da yer verilmektedir.
Kitapta imla hatâları çok, düşük ve yarım kalmış cümleler var. Birçok yerde aynı cümle içinde aynı kelimenin tekrarı yapılmış. Bunlar, okuyucunun okuma zevkini sınırlandırıyor, edebî açıdan kitabın değerini büyük ölçüde düşürüyor.
Tıp doktorlarının, el yazılarının zor okunduğu bilinmektedir. Vaktiyle, el yazısıyla yazılan reçeteleri ancak eczacılar okuyabilirlermiş. Dizgi işlemini yapan kişinin eczacı olmadığı düşünülse bile, Asker ve Tüccar / Nablus 1918 isimli kitaptaki Türkçe hatâlarını mâzur görmek mümkün değil.
KENT KİTAP: SATIŞ ve DAĞITIM: YEDİPINAR DAĞITIM: Alemdar Mahallesi, Çatalçeşme Sokağı Nu: 52 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-528 90 80 Belgeç: 0.212-528 90 81
BEŞ VAKİT İNSAN:
Senai Demirci; Timaş Yayınları arasında 2014 yılında çıkan, 13,5 X 19,5 santim ölçülerinde 192 sayfalık kitabında: ‘Namaz miracındır; çünkü aradan perdeleri kaldırır, bedeninin her zerresini rıza makamında tutar. Namaz, miracındır, Çünkü aradan mesafeleri kaldırır, alnını Rabbinin yakınlığında tutar. Namaz miracındır; çünkü aradan sözleri kaldırır, kalbini sessiz ve sonsuz bir makbuliyetin sıcacık kucağında tutar. Namaz miracındır; çünkü aradan ikiliği kaldırır, olduğun hali göründüğün halle bir tutar, göründüğün hali olduğun halle bir tutar. Namaz miracındır; zamanın üzerindeki hükmünü kaldırır; kalbini zamanlar üstüne çıkarır, kalıbını tükenişlerden ve yitişlerden uzak tutar. Namaz miracındır; meyveye durmuş ağaçlar gibi, seni sonsuz sevinçlerin, sınırsız umutların, gölgesiz mutlulukların, pürüzsüz huzurların, lekesiz neşelerin baharında tutar. Namaz miracındır; seni İblis’e karşı meleklerin safında, Nemrut’a karşı İbrahim’in yanında, Firavunlara karşı Mûsa’nın tarafında, nankörlere karşı Muhammed Mustafa’nın [asm] yerinde tutar.’ Diye sesleniyor.
TİMAŞ YAYINLARI: Alayköşkü Caddesi Nu: 11 Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-511 24 24 Belgegeçer: 0.212-512 40 00 e-posta: timas@timas.com.tr / www.timas.com.tr
AZERBAYCAN / Nadir Afşar Devleti:
Cahangir Hüseyn Afşar uzun insanlık tarihinin karanlık olan, henüz aydınlanamayan bir olayı kitabına mevzu olarak almış. Yazar; ‘Uzun bir geçmişi olan Türk tarihi, genel olarak tahrifata uğrayan, yanlış aktarılan, bilindiği halde bilinmeyen tarihlerin başında yer almaktadır.’ Eserinde, bilmediğimiz değil, bildirilmeyen, açıkça yazılmayan, yazılsa bile ‘Fars / İranlı’ gibi gösterilen, tarihimizin en büyük devlet adamlarından, kahramanlarından, Büyük Afşar Devleti’nin kurucusu Nadir Şah’ı, yaptıklarını, yapamadıklarını belgelere dayanarak anlatıyor. Batılı birçok tarihçinin ‘deha ‘, ‘büyük devlet adamı’, ‘Doğu’nun Son Kahramanı ‘ gibi unvanlar vererek tanıttıkları Nadir Şah, onların kalemlerinde bir İran hükümdarı gibi verilir. Hâlbuki Nadir şah Türk’tür ve Türkçe’ den başka bir dil bilmez ve konuşmazdı. Osmanlı sarayına yazdığı mektupları o Türkçe yazarken Osmanlı ona Farsça mektuplar gönderiyordu. Kurduğu devletinin adı da ‘Büyük Avşar Devleti ‘ idi. Avşarlar, bir Oğuz boyudur. Nadir Şah, bir devlet başkanı, bir kahraman olduğu kadar, bugün kullanılan anlamıyla, aynı zamanda bir toplum mühendisiydi. Bugün bile, İslam Dünyası’nın en büyük kanayan yarası olan ve dolayısıyla Türkiye’nin de en büyük sıkıntısı olan ‘Sünni-Alevi’ meselesini çözme yolunda ciddî adımlar atmıştır.
13,5 X 21 santim ölçülerinde 400 sayfalık kitap, 2015 yılında yayınlandı.
BİLGEOĞUZ YAYINLARI:
Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65
Belgegeçer: 0.212-527 33 64 e-posta: bilgi@bilgeoguz.com.tr www.bilgeoguz.com.tr
KISA KISA…
1-HE’NİN İKİ GÖZÜ İKİ ÇEŞME: Beşir Ayvazoğlu / Kapı Yayınları
2-FOTO MUHABİRİ ARA GÜLER’İN HAYAT HİKÂYESİ: Nezih Tavlaş / Yapı Kredi Kültür Sanat Yayınları.
3-KUŞ UÇAR KERVAN GÖÇER: F. Hande Topbaş / Şûle Yayınları
4-EN ÖNEMLİ 50 TARİHÇİ: Marnie Hughes-Warrington / Etkileşim Yayınları
5-YAŞLILIĞA METHİYE: Belma Aksun / Ötüken Neşriyat