Sivil Toplum düşüncesinin siyasal araçlara dönüşmesi II. Dünya savaşı sonrasında başlar . Rejimlerin hem iç hem dış unsurlar tarafından kontrol edilmesi gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu durumda yönetim erkini elinde bulunduranların yönetilen kesim tarafından daha nitelikli olarak kontrol edilmesi denetlenmesi , ancak belirli dönüştürücü mekanizmaların kurulması ile mümkün olacaktır. Bu mekanizmaların en etkilisi ise sivil toplumun siyasi dönüşüm aracı olarak bir baskı unsuru olacak şekilde kullanılması fikri ortaya çıkmıştır. Bu fikrin pratiğe dönüşmesi ancak 1980′ den sonra kendini daha fazla hissettirmeye başlamıştır.
Ana fikir olarak toplumların taleplerini açık bir şekilde dile getirebildikleri bir siyasal ve ekonomik bir organisazyonu hedefleyen sivil toplumlar ABD’de çok sayıda dernek vakıf ve düşünce kuruluşu olarak ortaya çıkmışlardır. Hatta bu noktada Gene Sharp tarafından kurulan Albert Einstein Enstitüsü’nün (www.aeistein.org) misyonunun Sovyet Bloku ülkelerin demokratik bir devrimle , açık toplum yapısına geçmesini hedef almıştır. George Saros’un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü (www.soros.org) de buna benzer bir misyona sahip olduğu gözlenir. ” Başlıca amacın demokratik yönetim , insan hakları, hukukun üstünlüğü ve bağımsız medyanın hakim olduğu küresel bir açık toplum oluşturmaktır.”(Popper, Karl R. The open Society and Its Enemies) Bu hedeflerin siyasal alandaki bulduğu karşılık neoliberal politikaların devlet yönetimlerinde etkinliği olmuştur. Neoliberal ekonomik uygulamalar sonucunda Devlet’in gücü sınırlanırken , sivil toplum gücünün artması hedeflenmiştir. Sivil alanın gelişmesi siyasal açıdan bakıldığında ulus devletin egemenliğini azaltırken neoliberal politikaların geliştirilmesi için elverişli ortam oluşturulmaktadır.
Bu siyasal projelerin en önemlisi ise toplumdaki algı değişikliğinin sivil toplum organisazyonlarını eliyle yapılmasıdır. “politik gücün doğasının, halkın o güce verdiği anlam çerçevesinde değiştirileceği” tezi savunulmaktadır .(Gene Sharp ; the Politics of Nonviolent Action) Bu yaklaşım halkın iktidardaki gücü algılama biçiminin ne olduğu, hangi unsurlardan etkilendiği ve beslendiği, nasıl değişebileceği zayıf ve güçlü yanlarının neler olduğu gibi birtakım soruların cevaplanmasıdır. Burada amaçlanan mevcut sosyo-ekonomik sorunlar nedeni ile bireylerin kitlesel şikayet ve taleplerini siyasi bir amaca yönlendirerek rejim ölçeğinde sonuç almaktır.
Bugün Küresel ölçekte projeler üreten sivil, yarı resmi ve resmi organisazyonların çoğu ABD merkezlidir. Sovyet, Dogu bloku, Orta Asya , Ortadoğu, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde bulunan baskıcı rejimleri iktidardan düşürüp Demokrasiyi yaygınlaştırmak istediklerini söylemektedirler. Bu amaca hizmet eden uluslararası kurumların önemli ve güçlü olanları şunlardır; National Democratic Instutite (Ulusal Demokrasi Enstitüsü) , The International Republication Institute (Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü), National Endowment for Democracy (Ulusal Demokrasi Vakfı) ve benzerleri.
Bu uluslar arası örgütler kendilerine bölgelerde uydu sivil organisazyonlar bularak veya kurarak, ilgili ülke yönetimlerini kendi toplumları aracılığı ile dönüştürmeye demokratik yönetime zorlamaktadırlar. Bu dönüşümü yaparken toplumların liberal demokrasilerin ürettiği değerleri ve yaşam biçimlerini talep etmelerini sağlamalarından kaynaklanmaktadır. İşte bu noktada Sivil Toplum Kuruluşları toplumun memnun olmadığı kapalı bir toplumsal yapıdan çıkıp, liberal demokrasinin vaat ettiği açık toplum değerlerinin maddi , sosyal ve psikolojik alt yapısını oluşturmaktır.
Yukarıda saydığımız bölge ülkelerinde; toplumları demokratik yönetim anlayışına yönlendirmek için o toplumların toplumsal muhayyilelerinde gelecek vaat eden parıltılı liberal demokrasi idealini oluşturmuşlardır.