Sayın Devlet BAHÇELİ MHP Genel Başkanı ANKARA

121

Siyasete ve siyasetin içinde de, MHP ne dair bazı görüş, düşünce, tespit ve analizlerimi acizane bir araya getirmeye çalıştım. Bunları Zat-ı alinize de aktararak paylaşmak istedim. Bahis konusu metni aynı zamanda camiamız mensupları ve kamuoyu ile paylaşmayı da düşünüyorum. Dolayısıyla bu metni bir AÇIK MEKTUP olarak değerlendirebilirsiniz. Selam ve saygılarımla. Şevket Bülend YAHNİCİ Eski MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü 21. Dönem Ankara Milletvekili Türkiye’miz 1 Kasım 2015 gecesi itibariyle yeni bir sürece, yeni bir dönemece girdi. Bu yeni sürecin adına 2.AKP DÖNEMİ dersek yanlış bir iş yapmış olmayız. Aslında Türk halkı/seçmeni 1.AKP DÖNEMİ diyebileceğimiz ve 3 Kasım 2002 de başlayan sürece 7 Haziran 2015 tarihindeki seçimle bir son vermek istemişti. Halkımızın bu amaçla yazdığı mektup, sandık üzerinden gönderdiği mesaj, siyasilerce ve özellikle de muhalefetçe iyi okunup algılanamadı ve değerlendirilemedi… Bu açık ve tarihi bir hakikattir. Zaten, aksi vaki olsa, AKP bugün tek başına iktidar olamazdı, yeniden iktidar olacağının rüyasını dahi göremezdi. Türk halkının deyip de, siyasilerin ve özellikle muhalefetin algılayamadığı, değerlendiremediği 7 Haziran 2015 tarihli mesajda -herhalde- şunlar yazılıydı: A) Ben tek başına bir AKP iktidarından ve sergilenen bu başına buyrukluktan ürküyorum. B) Başkanlık tartışmalarından, talebinden, hatta anayasa bahaneli tartışmalardan sıkıldım. C) Sayın Erdoğan, saray içi sınırlara çekilmelidir. D) Muhalefet, iş ve el birliği ederek Meclisi çalıştırmalı, ”yasama yönetimi” bu doğrultuda oluşmalı; yolsuzluklar için Meclis harekete geçmeli, 17-25 Aralık’ın hesabı sorulmalıdır. E) AKP’nin yapmaya çalıştığı anayasa değişiklikleri, yasa düzenlemeleri zapt-u rapt altına alınmalıdır. 7 Haziran’ın siyasi mesajı ve halkın siyasi iradesi bu doğrultuda idi ve çok netti. ”Aksini anladım” diyenin aklından endişe edilmez mi? Halkımız AKP dışındaki muhalefeti bu anlamda denemek istedi, yokladı, bir şans verdi… AKP’nin iştahını frenleme isteği, saray etkisinin azaltılması talebi, Meclis’in başına buyruk ya da bir iktidar organı gibi çalışmaması ve mutlaka ama mutlaka yolsuzlukların araştırılması gibi bir beklentiye girmiş bulunan halkımız baktı ki, muhalefet bir meclis başkanını seçmeyi bile beceremedi ,o zaman ”7 Haziran irademi/mesajımı geri çekiyorum” dedi ve 1 Kasım 2015 sonuçları tecelli etti… Bunun anlamı açıkça ”sizden bir cacık olacağa benzemiyor’ ‘demekti… Netice… YİNE YENİDEN AKP oldu… Olmakla kalmadı, AKP yeniden, yine aldı başını gidiyor… 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinin bir arada müştereken değerlendirilmesinin en doğru okunuşu ve çıkarılacak sonuç, budur… Sözün bu notasında 1 Kasım 2015 neticeleri üzerine 3 Kasım günü itibarıyla özellikle MHP açısından işin bir değerlendirmesini yapmaya çalıştığım; dostlarla, milliyetçi camiayla, kamuoyuyla paylaştığım açıklamayı burada yeniden hatırlatarak sizleri bir kere daha beraberce düşünmeye davet ediyorum. 2 ”…1960’lı yıllardan beri, yani adının Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi olduğu yıllardan bu yana gönül verdiğim, her seviye ve ortamda aldığım görevler ile hizmet gayretinde bulunduğum siyasi hareketin adresi olan Milliyetçi Hareket Partisi, 1 Kasım seçimlerinden oy, puan, sandalye kaybıyla çıkmıştır. Gün itibariyle milliyetçi camia, cenaze çıkmış ölü evi gibidir. 2002’de Ülkeyi seçim macerasına sürükleyen irade ile bugün, 7 Hazirandan 1 Kasım seçimine sürükleyen irade aynı kafa yapısıdır. 3 Kasım 2002’de AKP’ye tepsi içinde iktidar sunan irade, bugün de 1 Kasım 2015 ‘de yine AKP’ye tek başına iktidar kapısını açmış ve iktidarı sunmuştur. 2002’de %18’den % 8’e düşen Milliyetçi Hareket Partisi oyları sayesinde AKP iktidarının zemini hazırlanmıştı. Bugün de %16,3′ den % 11,9′ düşen ,% 4,4 puan ve iki milyona yakın kayıp oyu AKP’ ye sunarak tek başına iktidar şansı getirilmiştir. Siyaset, “ol” dediğini oldurabilme, “olmaz” dediğini oldurmama sanatı ve kabiliyetidir. Yönetimleri altında Milliyetçi Hareket Partisi, neye “ol” dediğini oldurmuş; neye “olmaz” demiş oldurmamıştır? Ama öte yandan “olmaz” dedikleriyle hep AKP’ye yol açmıştır. 2002 ve 2015′ de tek başına AKP iktidarından tutunuz, Sayın Gül ‘ün Cumhurbaşkanlığı, Sayın Yılmaz’ın Meclis başkanlığı vb. bir sürü olay, hep Milliyetçi Hareket Partisi nin “olmaz” ları arasında gerçekleşmiştir.1 Kasım akşamı Milliyetçi Hareket Partisi genel merkezince yapılan açıklamada “Türkiye’nin içinde bulunduğu hazin tablo” sözleri kullanılmıştır. Anlaşılıyor ki MHP yöneticileri, hala Milliyetçi Hareket Partisinin içinde bulunduğu hazin tablonun farkında değillerdir… İki milyona yakın, %4,5’u bulan seçmeninizi kaçırtacaksınız, ama halinizin farkında olmayacaksınız. Dünyayı okuyamayacaksınız, Türkiye’yi okuyamayacaksınız… Etrafta olup biteni göremeyeceksiniz… Gördüğünüzü anlamayacaksınız, algılayamayacaksınız… Sonra da yenilgiyi algı operasyonları ile izaha kalkacaksınız. Parti yöneticilerinin,” algı operasyonu ile Türklüğün geri düşürülmesi,” yollu açıklamasından dolayı, başarısızlık ve beceriksizliğe nasıl bir kılıf hazırlandığı anlaşılmıştı.”… Olup biteni anlayamayan ve algılayamayan bir siyasi hareketin, tespit, teşhis, analiz ve üretim kabiliyeti olamazdı. O zaman ürettiklerinizi ve başarılarınızı değil; tükettiklerinizi ve başarısızlığı paylaşırsınız. Netice budur… Okuyamayanların, anlayamayanların, anlatacakları bir şey olamaz. Siyaset anlatma sanatıdır. Ama önce kendiniz anlayabilmelisiniz… Siyaset, aynı zamanda kendisi ile ilgili ” muhasebe yapabilme sanatıdır.” 1 Kasım akşamı yapılan açıklama böyle bir muhasebenin yine yapılmayacağını göstermektedir. YAZIK… Yenilginin adresi, “algı operasyonları” ve “kurulan tuzaklar ” mış… YAZIK… Gönül verdikleri siyasi hareketin düşürüldüğü halden utanan, başı önüne düşmüş insanların karşısına çıkıp “kadrolarımızla dimdik ayaktayız” diyebilmek bu işleri ve insanları hafife almaktır; insanlar ile alay etmektir. Cüretkâr bir tavırdır. Sandıkların açıldığı saatlerden bu tarafa televizyonlarda ve sokakta yapılan konuşmalardan, sarf edilen sözlerden; gazetelerdeki alaycı yazılardan Milliyetçi Hareket Partililer elem ve üzüntü içindedir. Genel Merkezin, bu hüzne bile ortaklık etmeyeceği anlaşılmıştır. Becerisizlik ve başarısızlık bu kadar kolay bahane bulunarak, geçiştirilemezdi. 1997’den beri on sekiz senedir yönettiğiniz bir siyasi partinin on sekiz günlük(!) “algı operasyonu” ile çözülebilmesi bile affedilebilir değildir. Nerede sizin on sekiz yıllık algınız! … Oğuz Kaan, Bilge Kaan, Mete Han, Cengiz Han gibi bozkır geleneğinin büyük devlet adamlarının otağlarından eksik etmediği Türk geleneği “bey divanı” idi. “meşveret meclisi” idi. Türk milleti İslam ile teşerrüf ettikten sonra da muhteşem devlet hayatının ve medeniyetimizin idare etme sanatının değişmez öğesi istişare müessesesi olmuştur. On sekiz senedir bu gelenek, Milliyetçi Hareket Partisi’nde çiğnenmiş; keyfiliğe, şahsa ve şahsın anlık hezeyanlarına dayalı olarak şekillenen yönetim tarzı benimsenmiştir. Yanlışlara ses çıkarmayan, keyfilikleri, zilleti kabullenerek, beceriksizliği ve başarısızlığı 3 paylaşmaya talip “yol arkadaşları ” ve “yöneticiler” de işin tuzu biberidir. Gelinen nokta budur. Dedikodunun; fitnenin, birbirinin kuyusunu kazmanın, işine gelmeyeni ve lafını beğenmediğini “ajan” deyip ihraç etmenin, birbirini sevmemenin, dışlamanın esas hale getirildiği anlayış Milliyetçi Hareket Partisi’nin kaderi olmamalıydı. Birbirlerine karşı sevgi yerine, şüphe ve güvensizlik ile yaklaşan insanlar topluluğuna dönüştürülen camia, nasıl olup da, halka hizmet verebilecektir. Birbirlerini saymadıkları ve sevgi duymadıkları dışardan çıplak göz ile anlaşılan camianın hep birlikte ” Milleti sevme” lüksü olabilir mi! Hal budur. Seçim kampanyanızı ürettiğiniz ve üreteceğiniz fikir ve projeler üzerine değil de, çıktığınız bütün televizyon kanallarında “dedi, demedi, dedim, demedim, demediler, vs.” gibi basitlikler üzerine kurarsanız, netice maalesef böyle olur. Parti yönetici ve sözcülerinin halka bir şey anlatabilmesinin ilk şartı; önce konuşulacak olan konuyu kendilerinin anlamasından geçer. Milliyetçi Hareketin fikrini temsilde, inançlarını ifadede, hareketin duygu ve düşüncelerine tercüman olmada velhasıl bütün bunlara bağlı olarak “liderlik etmede” çok büyük boşluk yaşadığı gerçektir. Demir dağı eriten iradenin yerinde yeller esmektedir. Bugün Milliyetçi Hareket tarihi bir dönemeçtedir. Milliyetçi Hareket camiası, bu kadar ezilmeyi ve itibar kaybını hak etmemiştir. Yanlışlarda ısrarı devam ettirecek bir yol tercihi Milliyetçi Hareketin siyasi tarihimizde telafisi zor bir noktaya gelmesine sebep olabilir. Milliyetçi Hareket Partisi, her seçimde baraj korkusu ve endişesi ile yaşayan bir parti olmaktan kurtarılamamıştır. 3 Kasım 2002’de dışarıya giden %10 oyu, 1 Kasım 2015’de kaybedilen % 4,5 oyu dikkate alacak olursak, Milliyetçi Hareket Partisi bugün itibari ile “alabildiği oy, alamadığı oydan eksik kalmış bir parti konumuna gelmiştir”. Milliyetçi Hareket Partisi % 25-30’ ları hedefleyerek siyaset yapması gerekirken, ne acıdır ki, var oluşunun hesaplarını yapmak durumuna düşürülmüştür. Genel Başkan ve yönetim başta olmak üzere; bütün, Milliyetçi Hareket camiasının Necip Fazıl’ın deyimi ile ” nefs muhasebesi” ne, feraset ile düşünmeye ve davranmaya ihtiyacı vardır. Bu sözlerim; siyasi davranış gayreti, muhalefet yapma isteği veya herhangi bir kişisel beklentinin ifadesi değildir. Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi ‘ nden bu tarafa, çizgi, tavır ve parti değiştirmeden içinde bulunduğum siyasi hareketin yol ayrımındaki tarihine bir not düşme gayreti ve gereğidir. Türk milliyetçisi olarak, bu sözleri ifade etmeyi zaruret görmekteyim. Saygılarımla, Şevket Bülend YAHNİCİ…” 3 Kasım 2015 tarihinde yapmış bulunduğum, yukarıda tekraren sunulan basın ve kamuoyu duyurusu ile naçizane görüş ve düşüncelerimi milliyetçi camia ve kamuoyumuzla paylaşmaya çalışmıştım. Çünkü iki seçim arasındaki beş aylık süreden iki milyona yakın seçmenini, yüzde 4.5 civarı oyunu ve kırk milletvekilini kaybederek çıkan bir MHP gerçeğiyle karşı karşıyaydık. Durum, MHP açısından elim ve vahimdi. Bu açıklamamızda kullandığımız ifadeler bir kısım arkadaşlarca hoş karşılanmadı. MHP için ”cenaze çıkmış ölü evi” tarzındaki benzetmemizi hoş bulmayan arkadaşlarımız oldu. Keşke onlar haklı, biz haksız olsaydık. Keşke, 1 Kasım akşamı Sayın Bahçeli’nin kazanılan zafer ve elde edilen başarı sebebiyle yapacağı bir ”balkon konuşması”nın şahidi olabilseydik. Keşke 1 Kasım’dan elde edilen başarı sonucu o gece MHP ”cenaze evi” gibi değil de, önünde davul zurna çalınan ”düğün evi” gibi olabilseydi… 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 aralığındaki algı değişikliğinin sonucu nasıl Türkiye’miz açısından bir 2.AKP döneminin sebebi olduysa maalesef MHP açısından da kötü günlerin, geriye gidişin başlangıcı olmaktaydı. AKP’liler meclis başkanını seçtikleri gün itibarıyla 1 Kasım sandığına emin adımlarla yürüdüler… Hikâyenin özeti budur ve hikâyede ki sebep sonuç-ilişkisi çok nettir. Bu noktada, değerlendirmelerimize devam etmek istiyorum. 4 Biz 3 Kasım tarihli duyurumuzda sadece ve sadece milliyetçi camianın yaşamakta olduğu derin elem ve hüznün tercümanı olmaya çalışmıştık. 3 Kasım tarihli açıklama metninde de belirttiğimiz gibi; şahsen herhangi bir siyasi gelecek, ikbal arayışında olmadığımın ısrarla altını çiziyorum. Parti içi muhalefet gibi bir düşüncem de yoktur. Ancak, Türk milliyetçiliği ideolojisi ile tanışıklığı 1966-67 yıllarına dayanan; ideolojik ve siyasi çizgisini yönünü değiştirmeden yol yürüyen bir kişi olarak, içimizin yangınını dile getirmeye çalışıyoruz. CKMP mensubiyeti çizgisinden gelip aralıksız, kesintisiz aynı yolu yürüyen arkadaşlar bütün Türkiye sathında birkaç kişiyizdir, herhâlde… Paltomuzu CMKP vestiyerinde soyunmuş idik, parti yöneticisi yapılan, dönemlerce bedavadan milletvekili seçtirilen bazı arkadaşlar gibi ikbal kapılarında dolanıp da dönmedik, başka vestiyerlere gidip gelmedik; en yok zamanlarda oyumuzun %1, %1,5 olduğu anlar da dahil olmak üzere, ilmek ilmek, ilçe ilçe, il il ”Hareket”in varoluşu derdiyle çalıştık. Doğruluk ve dürüstlükle elinden geleni yapma gayretiyle hizmet yolunda bulunmuş bir kişi olarak, elimizde büyüttüğümüz bir evlat gibi gördüğümüz siyasi oluşumun haline ve geleceğine dair duygu ve düşünceleri dile getirmeye çalışmaktayım. Çabamız, TARİHE NOT DÜŞME olarak değerlendirilmelidir. Bu anlamda TARİHE NOT DÜŞME hakkım olduğuna inanıyor ve bu hakkımı kullanmak istiyorum. Bu halisane tavrı bile tahammülsüzlük ile karşılayıp, bir düşmanlık tavrı olarak camiaya aksettirmeye çalışan her gayret sahibini ise -varsa eğer- GAFLET VE DALALET uykusunda gördüğümü ifade etmek istiyorum. Bugün ortalığa dökülerek, TV kanallarında boy gösterip MHP ile ilgili ahkâm kesen birçok kişinin geçmiş yıllar içinde olan bitenle ilgili olarak, bugün tenkit ettikleri hususlarda tek laf ettiklerini duymadık. Beceriksiz, başarısız yönetim dönemlerinin ve vaki başarısızlıkların ortağı olup da, bugün ortalıkta “muhalif” diye dolanmanın tuhaflığını anlamış değilim, böylesi pişkinliği de hayretle izliyorum. 1 Kasım 2015 den, bu yana oldukça büyük bir zaman geçti. MHP açısından bugün bulunulan, içinde yaşanılan halin, maalesef 1 Kasım 2015 şartlarından daha da geriye gitmiş olduğu gözlemleniyor. Anketlerin veya sokağın sesinin baraj altı iddiaları maalesef çok yaygın… Gelinen noktada; ”Türk milliyetçiliği ideolojisinin siyasi temsil ve aksiyon yeri” olarak tarif ettiğimiz MHP hakkında yapmaya çalıştığımız âcizane ve naçizane durum değerlendirmesi sonucunda karşı karşıya bulunulan ve çözüm beklediğine inandığımız problemleri camiamızla paylaşmak isterim. Milliyetçi Hareket’in karşı karşıya bulunduğu ve mutlak çözüm isteyen problemleri herhalde bütün camianın da hemfikir olacağı şekilde şöyle sıralanabilir: 1) 7 Haziran ile 1 Kasım aralığında alınan oy 7.5 milyondan 5.5 milyona , %16.5 dan %12 ye düşmüş, milletvekili sayısı da 80 den 40 a inmiştir. Bu hayatın bir gerçeği olarak görülüp; dışarıdan tesir, muhtelif bahane ve bir sürü sebep arayışını bırakarak, en azından MEVCUT HALİ MUHAFAZA gayretine bir an önce girişmek… Kuluçkada yatan tavuk bile yirmi bir günde civciv çıkmayınca terk edip gider. Kurultay için verilen tarih 2018 dir. 1997’den 2018’e yirmi bir yıl eder. Tuhaf bir numaralojik benzerlik… MEVCUT HALİ MUHAFAZA ile neyi anlatmak istediğimiz açıktır. İnsanların tahammülsüzlüğü ve beklentilerine cevap bulamama hali, elde kalanın da kayıp gitmekte olacağının göstergesidir. 2) 2002 de 2015 de %4.5 MHP oyu dışarıya gitmiştir. Referandumda kullanılan %57 yi bulan ”EVET’ ‘lerin içinde de çok ciddi manada MHP’li oyu olduğu açıktır. 1 Kasım’da aldığı oy %12 olan MHP’nin en basit hesapla %15’leri bulan bir seviyedeki oyu; şu veya bu zamanda dışarıda kalmıştır. Yine tersten bir hesaplamayla şu veya bu zamanda CMKP’den MHP’ye MÇP’den MHP’ye %25’e yakın insanımızın Milliyetçi Hareket’e oy verdiği açıktır. Biz, 1999 seçimlerinde ”TÜRKİYE HAREKETE GEÇİYOR” demiştik. Görülmektedir ki şu an da taşıdığı potansiyelin yarısından azını ”HAREKET’E” geçirebilen bir siyasetle karşı karşıyayız. Kendini sorgulama zamanı gelip geçmektedir. ”MÜSEBBİBİN, SEBEPTEN ŞİKÂYETE HAKKI YOKTUR.” (Mecelle Ahkâmı) Bu işlerin müsebbibi; şudur budur, filan kişidir, falanca kişilerdir yollu karşılıklı suçlamalara dayalı ve kahve dedikodusu hükmünden ziyade olmayan basitlikleri, bir kenara itme ve çözüm gayretine girme camianın önceliği olmalıdır. Aksi halde kayıp giden günlerin, daha da kayıp gitme ihtimali olan oyların ve yine kayıp giden Ülke ve Millet geleceğinin hesabını kimse kimseye veremez, bu vebal herkesi boğar. 5 3) Yarım asırdır MHP camiası içinde, feragat ve fedakârlıkla, millete hizmet idealizmi ile yetişen aydınlar dağınık, perişan, etkisiz ve organizesizdir. Bu insanları yeniden ”Hareket’e” kazandıracak bir büyük mutabakat olmaz ise perişan hal devam edecek demektir. ”Yıldız Savaşları’nın” sona ermesi, Sovyetlerin dağılması, yeni dünya düzenine geçiş, küreselleşme olgusu gibi çeyrek aşırı bulan bir zaman diliminde Türk Milliyetçiliğinin cevaplaması gereken bir çok soru ve bu soruları ihtiva eden imtihanın soru kâğıdı maalesef boş bırakılarak teslim edilmiştir. Bu hal sadece MHP’nin değil, bütünüyle milliyetçi camianın ve milliyetçilik ideolojisinin de problemidir. Liderlik iddiasında bulunan ve yönetime talip olan insanlar üretim kabiliyet ve fonksiyonu neredeyse ”HİÇ”e indirgenmiş, dağınık, perişan, etkisiz ve organizesiz diye vasıflandırdığım bu bahis konusu ”AYDINLAR KADROSU’ ‘nu da bir araya getirmek, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ DÜŞÜNCE SİSTEMİ doğrultusunda fikir üretimine yönlendirmek; bu konuda da önderlik yapmak mecburiyetindedirler. Bu imkân ve kabiliyete haiz olmayan hiçbir kişi veya kişiler bu camia için önderliğe ve yönetim kademeleri adaylığına soyunmamalıdır. Zira ne camianın ne de Türkiye’nin kaybedecek zamanı ve kaybetme lüksü yoktur. 4) Özellikle, 2007 yılında Demokrat Parti projesinin çökertilmesiyle DP, AP, ANAP ve DYP geleneğinden gelen bu partilere muhafazakâr, mütedeyyin, demokrat olma düşüncesiyle gönül ve oy veren insanlarımızın siyasi adres yoksunu haline geldikleri malumdur. İşte bu anlamda; yani yukarda dört başlıkta arza çalıştığımız anlamdaki beklenti özeti… A) Öncelikle 1969, 73, 77, 87, 91, 95, 99 ve sonrasında tercihini MHP’den yana kullanan ve belli ki, bugün mutsuzlukları ve düş kırıklıkları sebebiyle Milliyetçi Hareket Partisi’ne oy vermemekte olan insanımızı ”Hareket’le” barıştırmak… B) Dağınık, perişan, etkisiz ve organizesiz dediğimiz Türk Milliyetçisi aydınları ”Hareket”e geçirerek, TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ FİKİR SİSTEMİ adına üretir hale getirmek… C) Mutsuzluk ve düş kırıklıkları sonucu AKP’ye giden, bugün için MHP’nin almakta olduğu oy oranından daha fazla bir kitleyi temsil eden insanların yeniden nasıl kazanılacağını düşünmek… D) DP, AP, DYP, ANAP geleneğinden gelen, siyasi adres yoksunu hale düşmüş, büyük ihtimalle AKP’ye oy vermekte olan muhafazakâr, demokrat, mütedeyyin insanımıza hitap ederek, bunların siyasi beklentilerine kucak açabilmek… Görülmektedir ki saydığımız bu problemi çözebilmek hiç de kolay bir işe benzememektedir. Önümüzdeki gün ve yıllarda MHP’nin yönetimine talip olmanın nasıl büyük bir sorumluluk getireceğini ve bu sorumluluğun üstesinden gelebilmenin, hangi imkân ve kabiliyetlerle mümkün olabileceğinin herkes idrakinde olmak zorundadır. Milliyetçi Hareketin %25 leri %30 ları bulan ve aşan bir oy ve kitle iddiası sergileyebilmesinden bahsedilmektedir. 2007 2011 2015 seçimlerinin bu iş için bir fırsat iken kullanılamadığı, değerlendirilemediği açıktır. Kendi taban ve oy potansiyelini yakalayabilme iddia, gayret ve başarısını sergileyemeyen bir siyasi hareketin böyle bir işi başarması nasıl düşünülebilecektir? Fakat her şeye rağmen yukarıda arza çalıştığımız problemleri aşabilecek, hayata geçirebilecek ve böylece yol yürümeyi başarabilecek bir MHP’nin, bu büyük ve halen AKP oyları içinde konuşlanmış durumdaki kitle için de bir ümit ışığı olabilme şansı hala mevcuttur. Yeter ki MHP için yönetim talibi olan arkadaşlarımız bu işin üstesinden gelebilecek potansiyeli, imkân ve kabiliyeti bir araya getirebilsinler, bu büyük sorumluluğun idraki ile Milliyetçi Hareketi doğru yerde tutabilsinler. Biz bütün bu görüşlerimizi, inanç ve düşüncelerimizi camiamızla bir kere daha paylaşmayı doğru bir yol olarak görmekteyiz. Bunun sebebi tektir; Türk Milliyetçisi olduğumuz için ve bu ideolojinin siyasi temsil yeri ve adresi gördüğümüz için MHP ile ilgiliyiz. MHP ile ilgili görüş ve düşüncelerini açıklamak sadece yönetim mevkiindekilerin hakkı değil, bütün camianın hem hakkı hem de görevi olmalıdır… MHP hakkında yönetimin paylaşmadığı bir fikri öne süren kişileri veya yanlış bir iş yapıldığını ifade eden arkadaşlarımızı ”MİT’ÇİLİKLE”, bir takım çevrelerin projelerinin uygulayıcısı olmakla, saraya hizmet etmekle suçlamak doğru akıllı insaflı ve mantıklı bir davranış değildir. Aynı suçlamaları aynı şekliyle başta genel başkan olmak üzere, sokakta kahvede okulda, özellikle de adına ”SOSYAL MEDYA” denilen bir ortamda zavallılık boyutu çok yüksek bir tarz ve üslupla (kendilerini tatmin etmeye çalışan, çoğu adı sanı adresi belirsiz kişilerin dünyasında) parti yönetimi için de yapıldığını görüyoruz. O kadar acıdır ki, taksi esnafının dilinde ”BAHÇELİ RECEP BEYİ BAŞKAN YAPMADAN GİTMEZ” sözü son ve günlük dedikodudur. Bu iddiayı da ”her dara düştüğünde Bahçeli tarafından kurtarılması” yorumuna bağlamaktadırlar… 6 ”MİTÇİ” , ”AMERİKAN AJANI” , ”AKP PROJESİ” , ”KOLTUK DEĞNEĞİ” vesaire şeklindeki suçlamaları birbirlerine karşı insafsızca ve pervasızca sallayan bir camiaya kim niye inansın ve oy versin?. Bu suçlamalarda gerçeklik payı olduğunu düşünen insanlar bu camiaya karışmaya kalkışır mı?.. İnsanlar, ”bunların birbirine sevgisi saygısı yok, bizi nasıl sevip sayacaklar?” diye düşünmezler mi? Bu insanların teveccühünü beklemek hayal değil midir? Camiaya yakın internet sitelerine girip baksanız, bu sitelere atılan mesajları okusanız aklınız şaşar. Hep, söylüyorum, BİRBİRİNİ SEVMEYEN, BİRBİRİNİ SEVME BECERİ VE BAŞARISINI BİLE GÖSTEREMEYEN İNSANLARIN HEP BİRLİKTE MİLLETİ SEVMESİ NASIL OLACAKTIR? Böylesi bir görüntü sergilemekte olan camianın sağlıklı bir yapıya sahip olamayacağı, sağlıkla düşünmeyeceği endişesine kapılan insanlar, MHP’li iseler bırakıp kaçarlar, MHP’li değil iseler de bu hali görüp gelmezler. Yaşanan hal, gelinen nokta bu değil midir?.. (Akıl tutulması diye ifade edilebilecek bu hale sebep olan herkes kendini gözden geçirmelidir.) Karşılıklı ”AJAN” suçlamaları dünya solunun ve yerli solun iflah olmaz geleneği iken, şimdilerde bizim cenahın diline pelesenk oldu. Lider ”AJAN” , muhalefet ”AJAN” ihraç ettiğiniz ”AJAN” , geri aldığınız ”AJAN” … ”AJAN” iltifatları kol geziyor. Ortada ”AJAN” bolluğu… Vatandaş demez mi, ”BU KADAR ÇOK AJANIN YANINDA NE İŞİM VAR?” diye… Biraz insaf… Sonra ”AJAN”lık zor iştir, kabiliyet ister. Öyle herkesi kolay kolay ajan yapacaklarına inanmıyorum. Milliyetçi Hareket Partisi’nin önünde bugünden sonra aklın, insafın, mantığın, sosyoloji ve siyaset ilminin göstergeleri doğrultusunda tartışmasız iki yol olduğu ve çok önemli bir yol ayrımı ve tercihle karşı karşıya bulunulduğu çok açıktır. Birinci yol ve tercih şu olacaktır… Silkinme, ”kendine dönme, Ülke ve Millet meselelerine sahip çıkma iradesi ile (bağırıp çağırmadan, öfkelenmeden, ağır başlılıkla, akıl ve mantık süzgecini elden bırakmadan ve bu işlere uygun gayretli insanlarla)” üretme ve gayret sergileme yerine; küçük ve marjinal, tesirsiz, Ülkenin ve Milletin çözüme muhtaç devasa meseleleri karşısında duyarsız ve projesiz -ya da duyarlılığı sadece öfkeli çıkışlar boyutunda kalan- ; etkisi ve katkısı minimalize olmuş bir siyasi hareket olarak varlığını devam ettirme… Bu bir tercihtir, bu tercihe itirazı olmayan isyan etmeyen insanlar beraberce yol yürüyebilirler, yol arkadaşlığı edebilirler. Yukarıda arza çalıştığımız ve problem olarak ortaya koymaya çalıştığımız hususların hepsi göz ardı edilebilir. Tercihtir(!)… O zaman kan kaybının devamını da göze almışsınız demektir. Elli yıl bu harekete can ve kan vererek, emekleriyle ter dökerek ”SERDENGEÇTİ” bir hayatı yaşamaya çalışan insanların vebalinin ağırlığını ve müşterek geçmişe karşı müşterek sorumluluğumuzu düşünmek zorundayız… Merkezde, ilde, ilçede delegelikte görev yapan insanlarımız için de; Türk Milliyetçiliği ideolojisine gönül veren bütün camia mensupları açısından da, VEBALİ AZA İNDİRME VAKTİDİR… Diğer yol ve tercih ise şöyle ifade edilebilinir… Silkinerek ”KENDİNE DÖN” buyruğu ile ”HAREKET” e geçecek, canlanacak, yukarıdaki problemlerin halli için canla başla didinecek, Ülke ve Millet meselelerinin peşine düşecek; halkla ve insanlarımızla bütünleşecek, halka karışmayı bilecek, halkın içinde yaşayıp dolanacak; dedikodu değil, projeler üretebilecek bir yapılanmayla ülkede, millet hayatında, siyasette ”ben varım” diyen bir iddia, varlık ve ağırlık oluşturma… İktidar isteyen, iktidara oynayan, ekonomisi, iş ve çalışma hayatı, medyası, üniversitesi velhasıl her yönü ile her yanı ile toplum hayatının içinde olan bir insanlar topluluğu… Milleti sevmek, milletle barışık olabilmek için öncelikle birbirini sevmeyi, birbirine saygı duymayı, birbiriyle barışık olmayı öğrenen ve beceren bir camia… Böyle bir işe önderlik edebilmek zor iştir. Hayatın içinde varlığı ile yer alan, hissedilen, varlığını hissettirebilen bir camiaya önderlik gerçekten zordur. Kendini temsil ettirebilen, temsil kabiliyeti yüksek, her yer ve şartta varlığı aranılan, YOKLUĞU HİSSEDİLEN, VARLIĞINI HİSSETTİREN BİR SİYASİ HAREKET… Bunları becerecek güç, imkan ve kabiliyeti olmayan hiç kimse ve kimselerin bu önderliğe soyunmaya hakları yoktur. Zira bu camianın oyunla, oynaşla oyalanmaya tahammülü kalmamıştır. Bu yönde gayrete girme imkân ve kabiliyeti olmayan bu ağır yükü ve sorumluluğu taşıyamayacak olan her kim ise ya hiç ortaya atılmamalı, ya da hiç olmaz ise ehil olanların, olabileceklerin aranıp bulunması gayretine katkı sağlamalıdır. Duyulan hoşnutsuzlukların, yaşanan rahatsızlıkların yolda, belde evde kantinde kahvede büroda dile getirilme zamanı gelip geçmiştir. Zaten onun adı dedikodudur. Elli yıllık geçmiş içinde CMKP’den MHP’ye , MÇP’den MHP’ye oyunu ve gönlünü veren her insanın sesini yükseltmesi, hoşnutsuzluğunu, rahatsızlığını; doğru, hukuki zemine taşıması elzemdir, sorumluluktur ve haktır!.. Bu işi yapmaya çalışanları susturmamak, ezmemek aksine dinleyerek, kulak vererek, ”meşveret” ederek, ”istişare’ ‘yi medeniyetimizin ve geleneğimizin vaz geçilmez bir unsuru olarak yeniden hayata geçirmek şarttır. Bütün 7 bu işler içinse işi acele tutmak şarttır. Aksi halde, kamuoyu dikkati ve ilgisini kaybetmiş, Ülke gündeminden düşmüş, mutat Salı toplantıları bile medya ilgisinden mahrum hale gelmiş bir MHP’ nin başına kimin geldiğinin, bu Partiyi kimlerin yönettiğinin hiçbir önemi kalmamış olacaktır. Gösterilen inadın, sergilenen umursamaz tavrın devamı halinde daha da kötüye doğru sürüklenişin önüne geçilemez…2002 seçimleri sonrası Meclisi Partiden mahrum etmenin hesabı ne soruldu, ne de bu hesap verildi… Aynı tabloyu bu camiaya bir kere daha yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur. MAHKEME KADIYA MÜLK DEĞİLDİR… Bugüne kadar doğru, uygun, hukuki zemine taşınamamış; gıybet dedikodu tarzında sarf edilen her söz, her tepki laf-ü güzaf ölçeğinde kalmış; bu yolla organize bir çıkış sağlanamamış; çareye ve çözüme dönük bir gelişme ortaya konulamamıştır. Dedikodu yerine hep birlikte çözüm arayışı için ”Hareket’e geçmek ve el ele doğru ”hareket” camia için çözümdür. Aksi durum, hale rıza göstermek ve halden daha geriye gitme neticesi doğuracaktır. Fert fert bütün mensupları, hükmü şahıs olarak da Milliyetçi Hareket aklını başına toplamak zorundadır. Kayıp giden fırsat, göçüp giden gün geri gelmez… Her kayıp ve geçen her gün sadece Milliyetçi Hareketten bir şeyleri alıp götürmüyor; Ülkenin ve Milletin geleceğinden de nice değerleri kopartıp götürüyor. Milliyetçi Hareketin kendine dönmesi veya kendine gelmesi bu açıdan sadece kendini ilgilendiren bir keyfiyet değil, millet hayatını ilgilendiren bir zarurettir… Sözümüz birilerinin aleyhine olma, birilerini tutma, birilerinin gözüne girme, birilerinin gözünü çıkarma adına değildir. Endişemiz Millet ve Ülke adınadır. Bu Ülkenin evlatları, bu Milletin çocukları için Milliyetçi Hareket, millî birliğin, vatan bölünmezliğinin sigortası olarak görüldü… İnsanlar Milliyetçi Hareketçilerin içişlerinde neler yaşadıklarıyla ilgilenmeden, bunları bilmeden oy verirler, ya da vermezler… Bu sigortayı attıracak olursak vatan bütünlüğünün, millet beraberliğinin karşı karşıya kalacağı büyük tehlikenin de sorumlusu oluruz… BİR, İRİ ve DİRİ olmak Millete ait bir keyfiyettir ama Millete önderlik iddiasında olup da, bir, iri ve diri olmanın şuurunu ve tavrını sergileyemeyen insanların başarma şansı hiç mi hiç olamayacaktır. Bu ağaç değil ki, budadıkça gümrahlaşsın…Zira ağacı kesip ocakta yakmanın adı da budama değildir…Birbirlerini kesip kesip ocağa atıp ısınmadan medet uman bir camianın hali, izleyenleri için güven telkin edemez…AKLIMIZI BAŞIMIZA ALARAK BİRE-İRİLİĞE-DİRİLİĞE YÖNELME GÜNÜ VE HALİ GELİP GEÇİYOR…TARİHİN HESABINDAN VE VEBALDEN KORKMAK GEREKTİR… GÜN,TARİHE VERİLECEK HESABI HESAPLAMA VE BÜYÜYEN VEBALİ AZALTMA İÇİN GAYRETE GİRME GÜNÜDÜR…BELKİ,UZATMALARI OYNUYORUZ,BELKİ DE SON ŞANS ÖNÜMÜZDE… Görev, liderinden üyesine, merkez yönetiminden en ücradaki yönetici ve delegelerine, kanaat önderlerine, bütün oy ve gönül vermişlere düşen bir sorumluluktu.

 

 

Önceki İçerikHa Karabağ, Ha Karaman
Sonraki İçerikAllah – Kâinat – İnsan (3)
Avatar photo
Bulgaristan göçmeni bir ailenin oğlu Sâkin Öner 05.10.1947 tarihinde Denizli ilinin o zaman Çal ilçesine bağlı bulunan Dedeköy bucağında doğdu. Bugün Dedeköy 'Baklan' adıyla Denizli'ye bağlı bir ilçedir. Babası Emniyet Komiseri merhum Celalettin Öner, (1922-16.12.1970) annesi Denizli'nin Honaz ilçesinden ev hanımı merhume Ulviye Öner (Akkuş)'dir. Annesi 1951yılında vefat etmiştir. Babası 1953 yılında Polis Memuru olarak görev yaptığı Aydın ilinin Nazilli ilçesinde Zarife Öner (Meriçoğlu) ile ikinci evliliğini yapmıştır. Sakin Öner 1951-1953 yılları arasında Dedeköy (Baklan)'da dedesinin ve babaannesinin yanında kalmıştır. İki yıl köy ortamında kalan Öner, burada kırsal kesimdeki Türk insanının yaşantısını, gelenek ve göreneklerini, zengin halk kültürünü tanıma imkânını bulmuş ve bu döneme ait izler şiirlerine ve yazılarına yansımıştır. ÖĞRENİM HAYATI Babasının memuriyeti sebebiyle 1954-1955 der yılında Manisa'nın Kırkağaç ilçesinde başladığı İlkokul hayatı; Manisa'nın merkezinde devam edip Afyon'un Sandıklı ilçesinde tamamlandı. 1959-1960 Öğretim yılında Sandıklı Ortaokulu'nda başlayan ortaokul tahsili, Bandırma'da devam edip Van'da tamamlandı. Lise'ye Van'da başlayıp Yozgat'ta tamamladı. 1965 Haziranında girdiği Üniversite Giriş sınavı sonunda birinci tercihi olan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazandı. Burada öğretimini sürdürürken Babıâli'de Sabah Gazetesi'ne muhabir olarak çalıştı. 1966 yılında Bugün Gazetesi'ne teknik sekreter olarak transfer oldu. Bu arada Hukuk Fakültesi'nden ayrıldı. 1967'de yeniden girdiği Üniversite Giriş İmtihanı'nı kazanarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne kayıt oldu. 1967-1972 yılları arasında bu bölümde okudu. Bu süre içinde dergicilik, kitapçılık ve yayıncılık yaptı. 1972 yılı Şubat ayında diploma aldı. Babasının vefatı sebebiyle Denizli iline tâyinini istedi ve aile fertlerinin sorumluluğunu üstlendi. 1981 yılında doktora çalışmalarını başlatan Öner, 1987 yılında doktora yeterlik sınavını verdi. Ancak, idarî görevleri sebebiyle doktora çalışmalarına uzun süre ara vermek mecburiyetinde kaldığından, 2003 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Doktoru oldu. MEMURİYET HAYATI Denizli Lisesi Edebiyat Öğretmeni olarak memuriyet hayatına başladı. 17.02.1973 tarihinde Denizli ilinin Acıpayam ilçesi Darıveren bucağında Fidan Oymak ile evlendi. 1975 yılı Temmuz-Ekim ayları arasında İzmir-Bornova'daki Topçu Taburu'nda kısa süreli askerlik görevini yaptı ve Topçu Asteğmen olarak terhis oldu. Memuriyet hayatı; İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü'ne Müdür Yardımcısı ve Edebiyat Öğretmeni, Tahakkuk Müdür Yardımcısı ve Türkçe Bölümü Öğretim Görevlisi, Sinop Lisesi'nde edebiyat öğretmeni olarak devam etti. Çalışma şartlarının uygun olmaması ve ailesinin İstanbul'da kalması sebebiyle, çok sevdiği meslek hayatına Mayıs 1977 tarihinde istifa ederek İstanbul'daki günlük Hergün Gazetesi'nde önce Haber Müdürü sonra da Yazı İşleri Müdürü oldu. 01 Ocak 1980 tarihinde yeniden öğretmenlik mesleğine dönek için başvurdu. Görev emri gelinceye kadar büyük düşünür ve yazar S. Ahmet Arvasi'nin kurduğu Türk Gençlik Vakfı'nın müdürlüğünü yaptı ve bu vakfın yayın faaliyetlerini yürüttü. 23.03.1970 tarihinde İstanbul Kız Lisesi'ne tâyini çıktı. 07.04.1980 tarihinde İstanbul Şehremini Lisesi'ne Edebiyat Öğretmeni ve müdür yardımcısı oldu. 13.12.1982'de İstanbul Pertevniyal Lisesi'ne Edebiyat öğretmeni olarak nakledildi. Bu okulda 23.08.1983'te Müdür Başyardımcısı oldu. 05.12.1984'te de İstanbul Behçet Kemal Çağlar Lisesi'nde Müdür olarak vazifelendirildi. 27.06.1987 tarihinde İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü'ne Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildi. 16.10.1992 tarihinde Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne. 29 Haziran 1995 tarihinde ikinci defa İstanbul Millî Eğitim Müdür Yardımcılığına, 01.07.1998 tarihinde Vefa Lisesi camiasının umumi isteği üzerine ikinci defa Vefa Lisesi Müdürlüğüne, 18.08.2010 tarihinde İstanbul lisesi Müdürlüğü'ne kâyin edildi. Mart 2012'de yaş haddinden emekliye ayrıldı. EDEBİYATTA 50 YIL Sâkin Öner'in edebiyatla ilgisi, 1957 yılında şiir yazmakla başladı. Merakı gelişerek, dosya kâğıdından dergiler yaptı. İlk şiirini 1957 yılında, ilkokul dördüncü sınıfta iken yazdı. "Gurbet" başlıklı bu şiir aynen şöyleydi: Gurbetteyim bugünlerde Geziyorum sahillerde Oturup ağlıyorum Hicran dolu bahçelerde Sızlar gizli yaralar Gönlümde hatıralar Günler geçer de sonra Yaşlar gönlüme dolar Ayrı düştüm sıladan Kan damlıyor yaradan Gurbet ayırma beni Yurttan, eşten ve dosttan. Ortaokul 2. sınıfa Bandırma'daki dayılarının yanında okurken ilk şiiri, Bandırma Ufuk Gazetesi'nde yayınlandı. Öğretmeni Münevver Yardımsever her dersine, Sâkin Öner'e bir şiir okutarak başlardı. Böylece şiir okuma sanatını öğrendi. Şiir okuma görevi Van Lisesi'nde de devam etti. Millî bayramlar ve törenlerin değişmez elemanı idi, okul adına günün anlamına uygun şiiri o okuyordu. Şiirleri Van'da çıkan gazetelerde yayınlandı. Şiir yarışmalarına katılıp dereceler aldı. Ortaokul 3. sınıfta okul idaresinden izin alarak şahsı adına 'Doğuş' adıyla bir duvar gazetesi çıkardı. Bu gazetedeki bütün yazı ve şiirler kendisine aitti. Lise 1. sınıfa geçtiğinde Okul Müdürlüğü, okulun Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığına Öner'i getirdi. Okulun camekânlı büyük bir duvar gazetesi vardı. Artık onu o çıkarıyordu. Gazetede makale, deneme, röportaj, hikâye, şiir, haber, karikatür, bulmaca ve spor olmak üzere çok çeşitli türlere ve konulara yer veriliyordu. 15 günde bir değişen bu gazetede kendisine çeşitli haberler ve spor haberlerinde Cafer İpek, karikatür ve bulmacada da Metin Haldenbilen isimli bir arkadaşı yardım ediyordu. 1962 yazında Ağrı'da bulunan teyzesinin yanına gittiğinde orada yayınlanan günlük Mesuliyet Gazetesi ile temasa geçti. Bu gazetede de 'GÜN-KİN' isimli şiiri yayımlandı. Lise 1. sınıfta iken 1963 yılında Sakin Öner Yeşil Van gazetesinde 'Bahçemin Çiçekleri' başlıklı bir sütunda 'Bülbül' mahlasıyla günlük fıkralar yazmaya başladı. Mahlas kullanmasının sebebi, ailesinin bu tür çalışmalara, derslerini aksatacağı gerekçesiyle karşı olmalarındandı. İçindeki yazma aşkını frenleyemeyen Öner, takma isimle de olsa yazmayı sürdürüyordu. Artık yazma işini, gazetelerdeki kendisinden yaşça büyük ve deneyimli köşe yazarlarıyla polemiğe girmeye kadar götürmüştü. Bu arada Yeşil Van ve diğer gazetelerde sık sık şiirleri yayımlanıyordu. Bu arada Serhat Postası isimli gazetenin açtığı şiir yazma yarışmasında üçüncü oldu. Bir gün, yeni taşındıkları evin sahibiyle girdiği polemiği içeren 'Ev, ev, yine ev...' başlıklı bir yazıya rastlayan babası, 'Bülbül' mahlaslı yazıları onun yazdığını anladı. Fakat hayret ki, hem fazla yüzgöz olmadı, hem de kızmadı. Belki de gizli gizli gurur duydu. Bu süreç, Van'dan Yozgat'a tayin oldukları 1964 yazına kadar devam etti. Babasının 1964 yazında Yozgat'a tâyin olması üzerine Öner, Lise 3. sınıfı Yozgat Lisesi'nde okudu ve buradan mezun oldu. En yakın sınıf arkadaşı Cemil Çiçek'ti. Sakin Öner, ailesinden, Van ve Yozgat'taki arkadaşlarından aldığı etkilerle milliyetçi ve maneviyatçı duyguları ağır basan, fikrî ve siyasî hareketlerle ilgilenen, şiir ve nesir alanında epey deneyim kazanmış bir genç olarak İstanbul'a gelince Yine şiir, edebiyat dergi yayıncılığı ile ilgilendi. Gazetelerde, muhabir, sayfa sorumlusu ve yazı işleri müdürü olarak çalıştı. Yayınevi kurdu, kitap yayınladı, kitaplar yazdı. Üçdal Neşriyat'ta sekreter ve musahhih olarak çalıştı. Bu arada, 1 Kasım 1966 tarihinde Ali Muammer Işın ve Ahmet Karabacak tarafından Millî Hareket adıyla Alparslan Türkeş'in lideri olduğu Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ni destekleyen milliyetçi düşünceyi temsil eden 15 günde çıkan dergi yayımlanmıştı. Bu derginin 15 Aralık 1966 tarihli 4. sayısında Öner'n 'Bekamız İçin Birleşmeliyiz' başlıklı ilk yazısı yayımlandı. Ali Muammer Işın'ın ayrılması üzerine 8. sayıdan itibaren derginin sahibi Ahmet B. Karabacak oldu. Bu sayıdan itibaren Öner de, derginin Teknik Sekreteri, 48. sayıdan itibaren derginin Genel Yayın Müdürü oldu. Dergi, Eylül 1970'de yayımlanan 50. sayısı ile kapandı. 1969 yılında kurulan Ülkü Ocakları Birliği'nin de Genel Sekreteri olan Öner, bu dönemde, Birlik tarafından düzenlenen konferansı kitap hâline getirerek bastırdı. Erol Kılıç'ın başkanlığı döneminde de Birlik adına 'Ergenekon' adıyla bir dergi yayımladı. Bu arada, Cavit Ersin'in 'Millî Ekonomi ve Ziraat', Mustafa Eşmen'in 'Türk Köyü' ve Öncüler Dergisi'nde fikrî yazıları yayımlandı. Millî Hareket Yayınevi, 1970 yılında Cağaloğlu'na taşınınca Beyazsaray 41 numarada Öner, Ergenekon adıyla bir yayınevini kurdu ve Alparslan Türkeş'in Genişletilmiş Dokuz Işık kitabını yayımladı. 1972 yılı başında Ömer Seyfettin'in 'Millî Tecrübelerinden çıkarılmış Ameli Siyaset' isimli eserini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek sadeleştirdi. Bu çalışması Göktuğ Yayınevi tarafından 'Amelî Siyaset' adıyla bastırıldı. Bu, Öner'in basılan ilk kitabıdır. 1972 Mayıs'ında Denizli Lisesi'nde öğretmenliğe tâyin edilince Ergenekon Yayınevi'ni gençlere bıraktı. Denizli Lisesi'ndeki görevi sırasında sınıf ve okul gazetelerinin çıkarılmasına öncülük etti, Mevlana ve Âşık Veysel'le ilgili yazdığı senaryoları sahneye koydu, önemli şairlerimizin anma günlerini yaptı. Okula edebî ve kültürel faaliyetler yönünden bir hareket getirdi. Orada iken yazdığı Abdülhak Hâmit Tarhan isimli biyografi çalışması, 1974'te Toker Yayınları'nca basıldı. Ömer Seyfettin'in 'Türklük Mefkûresi' isimli eserini de Osmanlıca'dan yeni yazıya çevirerek 'Türklük Ülküsü' adıyla 1975'te Türk Kültür Yayınları arasında yayımlattı. 1975 Kasımında İstanbul'a Atatürk Eğitim Enstitüsü Müdür Yardımcısı ve Öğretim Görevlisi olarak döndükten sonra, bir taraftan anarşinin at koşturduğu okulda düzeni sağlamaya ve derslere girmeye çalışırken, bir taraftan da edebî çalışmalarına devam etti. Burada görev yaptığı üç yıl içinde 'Ülkücü Şehitlere Şiirler' (1975), 'Ülkücü Hareket'in Şiirleri ve Marşları' (1976) isimli antolojileri, 'Ârif Nihat Asya' (1978) isimli biyografi kitabını, Müslim Ergül ve Osman Nuri Ekiz'le birlikte Eğitim Enstitüleri Türkçe Bölümü 2. sınıf Yeni Türk Edebiyatı (Servet-i Fünûn'dan Cumhuriyet'e kadar) isimli ders kitabını hazırladı ve yayımlattı. Ortadoğu gazetesinde de bazı edebî makaleleri yayınlandı. Bu arada, aralarında S. Ahmet Arvasi'nin de yer aldığı bu okulda görev yapan yirmi arkadaşıyla 'Dokuz Işık' adıyla bir yayınevi kurdu ve bu yayınevi iki yılda on kitap yayımladı. Öner, şimdi geriye dönüp baktığında, her gün anarşik olayların yaşandığı arada öğretmenlerin ve öğrencilerin dövüldüğü ve yaralandığı hatta öldürüldüğü saat 08.00'den 24.00'e kadar devam eden bir mesai sırasınca bu kadar çalışmanın nasıl yapılabildiğine şaşırmakta, bunu gençliğine, dâvâsına olan inancına ve heyecanına bağlamaktadır. 1978 yılı ortalarında, Sinop'a tâyin olduğu ve orada anarşi nedeniyle güvenli bir çalışma ortamı bulamadığından çok sevdiği mesleğinden istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Bu yıl içinde mezuniyet tezi olan Yusuf Akçura'nın Türk Yılı (1928)'nda yer alan 'Türkçülük' isimli 128 sahifelik uzun makalesini Osmanlıca'dan yeni yazıya çevrilmesini, sadeleştirmesini, önemli kişi, kurum ve kavramlarla ilgili notları içeren çalışmasını Türkçülük adıyla Türk Kültürü Yayınları arasında yayımlattı. Bu arada, hayatının üçüncü gazetecilik dönemi olan Hergün Gazetesinde Haber Müdürü olarak göreve başladı. Gazetede, bir taraftan bu görevi yürütürken, bir taraftan da haftada üç gün 'Ülkücünün Gündemi' isimli köşede güncel siyasî konularda fıkralar ve önemli olaylarda 1. sahifede imzasız yorumlar yazıyordu. 'Öz Yurdumda Garibim' başlıklı yurtlardan atılan milliyetçi öğrencilerin dramını anlatan röportajı ile 1978 yılında Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti'ne 'En İyi Röportaj Yazarı' seçildi. 1979 yılında yine bu gazetede çalışmasını sürdürürken Toker Yayınları'ndan 'Nihal Atsız' isimli biyografik çalışmasını, Su Yayınları'ndan 'Köy Enstitülerinden Eğitim Enstitülerine' isimli araştırma kitabını yayımlattı. 1979 yılı başlarında gazetenin boşalan Yazı İşleri Müdürlüğü'ne getirildi. Dokuz ay bu görevi sürdürdükten sonra yıl sonunda öğretmenlik görevine dönmek için Millî Eğitim Bakanlığı'na başvurdu. 1980 yılı Mart'ında İstanbul Kız Lisesi'nde depo öğretmeni olarak göreve döndükten sonra Nisan ayına da Şehremini Lisesi'ne tâyin edildi. Sakin Öner 12 Eylül 1980 İhtilâli'den sonra, Şehremini Lisesi'nde Müdür Yardımcısı olarak yeniden idarecilik görevine başladı. Burada okulun Kültür ve Edebiyat Kolu çalışmalarını yürüttü. Doğa isimli bir okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti. Bu arada Eğitim Enstitüsü'nde iken hazırlamaya başladığı Kompozisyon Sanatı (Düzenli Konuşma ve Yazma Sanatı) isimli kitabı tamamladı. Bu kitap, 1981 yılında Veli Yayınları tarafından yayımlandı. Ortaöğretim ve Yüksek Öğretim kurumlarında ders kitabı olarak okutulan bu kitap, Öner tarafından ancak 2005 yılında güncelleştirildi ve genişletildi. Okulun Tiyatro Kolu Başkanlığı'nı da yürüten Öner, 1981 yılında 'Gün Işığı' isimli oyunla Millî Eğitim Vakfı 1. Tiyatro Yarışması'na katıldı ve başarı kazanıldı. Aynı yıl Veli Yayınları'ndan İmla-Noktalama ve Cümle Bilgisi, Örnek Açıklamalarla Atasözleri ve Özdeyişler isimli kitabını yayımlattı. 1992 yılında Prof. İskender Pala ve Rekin Ertem'le birlikte Ortaokul 1., 2. ve 3. sınıflar için Türkçe ve Dil Bilgisi kitaplarını hazırladı. Bu altı kitap Deniz Yayınları tarafından yayımlandı. Beş yıl süre ile okutulan bu kitaplar eğitim camiasında büyük ilgi gördü. 'Millî Eğitimin İçinden' adıyla bir kurum içi halkla ilişkiler dergisi çıkardı. 1997 yılında Vefa Lisesi'nin 100. kuruluş yılı anısına bir anı kitabı hazırladı. Bu kitap Vefa Eğitim Vakfı yayını olarak 'Vefa Lisesi 125. Yıl Anısına' adıyla yayımlandı. 1997 yılı sonlarında seçtiği öğretmenlerle Milli Eğitim Bakanlığı'nın talimatıyla Lise 9., 10. ve 11. sınıfların Edebiyat, Kompozisyon ve Türk Dili kitaplarının yazımını sağladı ve editörlüğünü yapı. 2005 yılında da yeni öğretim programları ve tekniklerine göre hazırlan Lise 9. sınıf Türk Edebiyatı kitabının da editörlüğünü yaptı. Özlü Sözler isimli kitabı da1998 yılında Yuva Yayınları tarafından basıldı. 1998 yılı ortalarında yeniden Vefa Lisesi Müdürlüğü'ne dönen Öner, Kırk yılı aşkın bir süredir yazdığı şiirlerini topladı. Değerli Şairlerimiz Mehmet Zeki Akdağ, Ayhan İnal, Bestami Yazgan ve Yusuf Dursun'un beğenisi üzerine ilk şiir kitabını 2002 yılında 'İlk Dersimiz Sevgi' adıyla yayımladı. Sakin Öner, son olarak Vefa Lisesi'nin 13. kuruş yıldönümü münasebetiyle Edebiyat Öğretmenleri Hayri Ataş ve Hatice Gülcan Topkaya ile birlikte 'Vefa Lisesi 135. Yıl Anısına' isimli kitabı hazırladı. Bu arada 2001 yılından bu yana Yeşil-Beyaz isimli okul dergisinin yayınlanmasına öncülük etti ve bu derginin her sayısında bir yazısı yer aldı. 12 Eylül 1980'den sonraki dönemde başta Güneysu, Türk Edebiyatı, Dil ve Edebiyat olmak üzere çeşitli dergilerde yazıları ve şiirleri yayımlandı.