Allah – Kâinat – İnsan (3)

77

Aslında bedenin bütün hareketleri, Rûh’un kıpırdatmalarından, O’nun tecellîlerinden / cilve ve ışıltılarından başka bir şey değildir. İslâm düşünce tarzında, bizzât Rûh’tan bahsetmeyip de İlm-i Ahvâl-i Rûh / Rûh Hâllerinin İlmi diye söz etmesinde, bu incelik var. Bundan dolayı “Psikoloji” / “Ruh İlmi” ifadesi yanlıştır. Zira Allah’ın zâtına yol olmadığı gibi, Emîr Âlemi’nden, Allah’dan olan Rûh’un da zâtına yol yok.

X

Cisim mânaya muhtaç, mânası olmasa olmayacak yâni yaratılmayacaktı. Vücud da mânaya yani Rûh’a muhtaç. Aynı şekilde Rûh da vücûda muhtaç. Vücûd olmasaydı görünemeyecek, kabiliyetlerini sergileyemiyecekti. Âdeta madde, mânaya âyine / aynadır. Zaten ayna göstermek için, yani kendisi için değil de, başkası için var edilmiştir. Nasıl aynayı kendisi için değil, başkalarını gösterdiği için ele alıyorsak; maddeye de, mânası için değer veriyoruz. Demek ki, her şey hikmeti; ondan beklenen gaye, hedef ve maksadı için vardır ve var edilmiştir.

“Hikmet, mü’minin kaybolmuş malıdır. Nerde görse almalı.” mealindeki hadîsten anlıyoruz ki, dünyanın neresinde ve hangi zamanında olursa olsun; iyi, güzel ve doğru Hakk’tandır. O’nun kalıntısıdır. “Tebeddül-ü esma ile hakaik tebeddül etmez.” / “İsmin değişmesiyle hakikat değişmez.” hükmünce; onlar bizim isimsiz olan, başka libas ve kisvelere bürünmüş bulunan öz malımızdır.

Bu her saha için geçerlidir. Kötü, çirkin ve yanlış ise beşerîdir. Nitekim bütün hukuklarda ve bütün çağlarda -bugün olduğu gibi- ırz, namus, can ve mal vb. gibi mefhumların mukaddes / kutsal oluşu; Hakk’tan olan öz ve ruhun dipdiri ayakta oluşunun göstergesidir. Zamanın ilcaati / geçmesiyle ayrıntılar mecrasından çıkmış. O asl’a farklı kalıplar giydirilmiş, değişik görüntü ve görünüşler kazandırılmıştır ki o başka mes’ele.

Yapılacak olan, onları aslî mecralarına oturtmak. Hakk olan gerçek kaynağını göstererek, bu mefhumları Hakk bilenlere; Hakk’ın yolunu ve Tevhîd’i göstermeye çalışmaktır.

Hakikat, uzaklarda değil. Her yanımızda. Ötelerde aramaya hacet yok. Hakikatin ta kendisiyiz. Mesaj yüklü maddeyiz. Maddemiz, vücudumuz gerçeğin ta kendisi. Eserin ta kendisi. Ustasını aksettiriyor. Seyircinin ta kendisi.

Bir düşünse. Bakan kim? Görülen kim? Gözlerinden gören kim? Hakikat ne? Bakılan, Bakan, Bakmak ne? Velhasıl dostlar! Gerçeği görenedir görene, köre ne?

Bir ve Tek olanın muhît / her şeyi kuşatıcı ilminden, şehadet âlemine. Gayb / görünmez âlemden görünen âleme. Mâna diyarından, madde dünyasına zuhûr ettirilmiş olan Yûnus’un: “Ete kemiğe büründüm, Yûnus diye göründüm.” mısraında, veciz ifadesini bulan. O’ndan olan fakat asla O olmayan. Bin bir varlıklarız biz. “Heme o’st.” değil, “Heme ezost”uz. Yani O’ndanız ama O değiliz. Santraldaki tek kaynağın şehirde bin bir şekil ve renklerde, çeşitli kalıplarda, ampullerde görünüş, oluş, bulunuş, tecellî edişleri misâli.

Bir göz hatırı için çok gözler sevilir. Çünkü bir olandan zuhûr etmiş çoklarız biz. Şehirdeki bütün ışıkların, bir olan santralden neş’et ettikleri / çıktıkları gibi. Bundan dolayı “Yaratılmışı severiz, yaratandan ötürü.” diyor. Muhabbet fedaileri olmanın, husumete zaman bulamamanın bilincine varıyor. Yûnus vâri:

“Ben gelmedim dâvi için

Benim işim sevi için.”

Düstûr ve prensibini şiar ediniyoruz.

X

İnsan yok olmayı, hiç olmayı, eskimeyi, bitmeyi, tükenmeyi istemiyor. Sevmiyor. Doğru bulmuyor. Demek ki “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” hükmünce, tatile çıksa; biteceğini bilmek, zevkini alıp götürüyor. Ütü yapsa, kırışsın istemiyor. Yeni elbise alsa; eskisin, yıpransın istemiyor. Velhasıl insan ebed diyor. Ebed’i istiyor. Fâniyiz, fâni olanı istemem derken “Ebedî’nin sâdık dostu ebedî olacak.” müjdesi imdadına yetişiyor.

 

 

Önceki İçerikBenim Evlerim ve Şehirlerim
Sonraki İçerikYakın Târih Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cevdet Küçük Açıklıyor: ‘Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimlere tatbik edilen hukukî sistem, Ermeni iddialarının asılsız olduğunu ispat etmeye kâfidir.’
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.