ABD’de sağlık kontrolünden geçen bir işadamı dostuma, Amerikalı Doktor bu sene tatil yapıp yapmadığını sormuş.
Hastasından işlerinin yoğunluğu nedeniyle tatil yapamadığı cevabını alınca Doktor şöyle söylemiş:
“Kemal Bey şu anda 50 yaşındasınız. Normal şartlarda sağlıklı ve zevk alarak tatil yapabileceğiniz yaş sınırı 65 tir. Bu durumda her şey normal giderse senede bir tatil yapabildiğinizi kabul edersek 15 adet tatil
yapma şansınız kaldı. Unutmayın ki hangi gerekçeyle olursa olsun
yapmadığınız her tatil, bu 15 adetlik hakkınızın birinden vazgeçtiğiniz
anlamına gelmektedir. Tatil hakkınızdan fedakârlık etmeyin, hepsini
kullanmaya bakın.”
Bizim kültürümüzde bu gerçeği daha da kuvvetle vurgulayan bir kavram var: “sayılı nefes.” Gerçekten alıp vereceğimiz nefesimiz bile sayılı.
Dahası bir ömür içerisinde kaç defa karnımızı doyurabildiğimiz, kaç
defa uyuyabildiğimiz, kaç defa cinsel doyuma ulaşabilme şansımızın
olduğu gibi, hayatımızda çok önem verdiğimiz her türlü eylemi sınırlı
sayıda yapabilme imkânımızın olduğunu fark etmek durumundayız.
Bu gerçeğin farkına vardıktan sonra iki türlü tercih yapabiliriz: Birincisi mademki ömür sınırlı ve hayatta yapabileceğim şeyler sayılı, o halde “yiyelim, içelim, eğlenelim, kâm alalım dünyadan” anlayışı ile günü yaşamak ve dünya nimetlerinden azami miktarda faydalanmak.
Bir şarkıcı için 2000 şişe şampanya açtıran görmemiş zenginler, bu
güne kadar 500 kadınla beraber olduğunu gururla açıklayan sözde
sanatçılar böyle bir dünya görüşünün ortaya çıkardığı vakalardır. Yaşı
60 civarına gelince, çeyrek asırlık evliliklerini bozarak genç
metresler edinen zenginlerin bu davranışını tarif eden, “azgın teke sendromu” da aynı anlayışın ortaya çıkardığı hastalıklardandır.
Bu davranışın arka planında yatan, “sayılı nefesler” tükenince başlayacak ikinci bir hayatın olmadığına, ölümün bir yok oluşu ifade ettiğine inanmak olsa gerektir.
Böyleyse, ahirete inancının olmadığını söyleyen ateistlerin içinde
toplum ahlakına ve insan vicdanına uygun, doğru ve güzel davranışlar
gösterenleri nasıl izah edeceğiz? Zannederim akıl yoluyla varamadıkları
ahiret inancına, vicdan dediğimiz ve mahiyetini açıklayamadığımız duygu ile ulaştıkları, ama bunu farklı kavramlarla ifade ettiklerini söyleyebiliriz.
“Sayılı nefes” gerçeğinin farkına varanların yapabilecekleri ikinci tercihi ise: Din, vicdan ve/veya hukuk kurallarının çizdiği sınırlar içinde evrensel olarak kabul gören, doğru ve güzel davranışlarla dolu bir ömür sürmek. Geride toplum içinde “hayırla yâd edilen” bir isim bırakmak. Buna ilaveten şuurlu bir ahiret inancına sahipse, “ölümden sonra başlayacak sonsuz hayatın” nimetlerine kavuşmak için “din gününün sahibi yüce yaratıcının” hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak.
İnsanlar sadece yoksulluk, yalnızlık, hastalık gibi sıkıntı verici
durumlarla değil, makam-mevki, şöhret, zenginlik ve güzellik verilmek
suretiyle de imtihan edilirler. Bu tarz bir imtihandan başarıyla
çıkanların oranı belki de birinci gruptakilerden daha düşüktür.
Zaman zaman ahirete inandığını düşündüğümüz, ancak bu inancı kuvvetli bir iman derecesinde olmayan, makam
ve şöhret sahibi kişilerin şahsi menfaatlerini, vatan ve millet
menfaatine tercih ettiklerine ve hatta millete ihanet ettiklerine şahit
oluyoruz. Bazılarının namaz, oruç gibi ibadetlerini yerine
getirdiği halde, hırsızlık, yolsuzluk, devlet malını haksız yere ele
geçirme gibi ağır suç ve günahlara bulaştığını görebiliyoruz.
Bu durumda olanların dışa vuran dindar kimliği sebebiyle, bizzat dine ve dindarlara olan güven duygusunu yıktıkları için, aynı suçu işleyen inançsız kişilere nazaran daha fazla günahkâr oldukları kanaatindeyim.
Milletin emanetini “sayılı günler süresince” tevdi ettiği siyasilerin ve bütün kamu görevlilerinin, muhatap oldukları çetin imtihanda başarılı olmasını diliyorum.