Şaşırdık mı?

104

D. Akdeniz
sorunu ile ilgili bir Arap dergi başlığı: “Türkler bu kez tabutlarını sayacak”   Şaşırdık mı? Hayır.

İnsanların
karakterine yaşadığı coğrafyanın etkisi çok büyüktür. Bu bir tahmin değil,
genetik yapıyı da oluşturan bir gerçektir. Avrupalı insanın karakteri ne kadar
soğuk, ruhsuz ve çıkarcı ise, sıcak iklimde yaşayanların da o bölge ile
bütünleşmiş karakteri olduğu bilinmektedir. Mesela çölde istikrar yoktur. Sabit
bir belge bulamazsınız. Hızlı ve sürekli değişim vardır. Sabahleyin bir tepe
görürsünüz, öğleden sonra o devasa tepe kaybolmuştur. Yürüyüp gitmiştir. Bu
nedenle çöl insanı da yaşadığı çoğrafyanın yapısına uygun olarak değişken
karakterlidir. Sözünde durmaz. Ahde vefa yoktur, kaypaktır. Küçük hesapçıdır.
Riyakârdır. İnatçı ve kavmiyetçidirler. Servet ve para için yapmayacakları şey
yoktur. Bükemediği gücün ayağını öperler.

 

İslam’dan
önce de bu kızgın sahrada vahşet kol geziyordu. Cahiliye ile bütünleşen o vahşi
dönem, anlatılır gibi değil. Bu anlamda sicilleri bozuktur. Peygamberimiz, nüzul
eden vahy ile öncelikle onları uygar ve iyi insan olmaya davet etti.
Paylaşmayı, muhtaçlara yardım etmeyi tavsiye etmiştir. İnsanların köle
olamayacağını, ahlak ve adaletli olmayı, ilmin ve aklın esas olmasını, dinde
dayatma olmayacağını öğütlemiştir. 
insanlar özgür iradesiyle tercihini yapacağını, özgür yaşamayı,
hayvanların bile hukukunun olduğunu sosyal hayata da uygulayarak ders
vermiştir. Bu anlamda çığırından çıkan dünyaya ilahi mesajların özü olan barış
ve evrensel değerler yayıldı. Ancak cehalet, fitne, saltanat ve mal-mülk
çılgınlığı arap kavimlerinin gözlerini bürümüştü. Ne yazık ki, Hz. Peygamberin
vefatı sonrasında yeniden azgınlaşarak fabrika ayarlarına geri döndüler. Dört
halifenin üçünü öldürenler kimlerdi?. Ve ne uğruna?.  “Allah için” öyle mi?. Ama kuran
“yaşatın” demesine rağmen. Cemel ve Sıffin vakaları basit bir
“vak’a”dan ibaret değildi. On binlerce (bazı kaynaklarda 80-110 bin )
insan hayatını kaybetmiştir. Taraflar arasında hiç gayri Müslüm yoktu, tamamı Müslümandı.
Kerbelâ’ malum, altyapısını Muaviye’nin fesatça tasarladığı ancak ondan sonra
gelen saldırgan hasta ruhlu oğlu yezidin bir toplu katliamıydı. “Muhammedî
duruştan” bir intikam almaktı. Öyle olmasa kafilesiyle birlikte katlettiği
peygamber torununu, ve onun kestiği kafası ile iğrenç ve vahşet dolu bir şov
yapar mıydı. Harre olayı da var ki o da islam tarihine kaydedilen kapkara bir
lekedir. Kerbelâ katliamcısı Yezidin ordusu Medine’yi günlerce yağmalamış,
insanların mallarına, ırzlarına musallat olmuşlardır. Günümüzün işid canileri
gibi. Değişen nedir ki, şairin dediği gibi, yani” … Fıtrat değişir
sanma,…”. anlamındaydı hadiseler. Saldırganlaştılar. Satıldılar.

 

Osmanlının
en zayıf dönemlerinde de ihanetler diz boyu idi. Vehabi Araplar halen devam
eden Türk düşmanlığına o zamandan beri soyundular. Emir Hüseyin’lerin, ing.
casus Lawrens’ten bir farkı yoktu elbette. Osmanlı yönetimi onu idamla
cezalandırsa da kin ve ihanetleri hiç bitmeyecekti. Bu ihanet bazen Doğu
Akdeniz de, bazen Ermeni meselesinde, bazen de Türkiye’nin egemenliğini
ilgilendiren konularda arzı endam eder durur. İslam dünyası Ortadoğu’da gerçek
bir kaos dönemi yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. İşte böyle bir zümre yönetimi,
ABD ya da AB’ye, İngilizlere ya da bir başka güce uşak olmuş çok mu. Şaşırdık
mı? Elbette hayır.

Tekin Yeken (16 Ağustos,2020)

Önceki İçerikİyileştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem İhtiyacı
Sonraki İçerikYa Kıbrıs’ın Kuzeyi Türk’ün Olmasaydı?