Siyaset ve ticaretin pek çok benzer yanı vardır. Ortada satılacak bir ürün, satıcı ve alıcının bulunduğu yerde ticaret vardır. Siyasette ise satıcının muadili siyasi partiler, alıcının muadili seçmen, ürün muadili ise siyasetçilerdir. Çok satıcılı yani rekabetin var olduğu pazarlarda satıcılar daha fazla alıcıya ulaşabilmek, dolayısıyla daha fazla ürün satabilmek için marketing (pazarlama) faaliyeti yürütürler. Aynı şekilde siyasi partiler de daha fazla seçmene ulaşmak ve böylece daha fazla oy alabilmek amacıyla propaganda yaparlar.
Ticaretin olmazsa olmazlarından biri de risk almaktır. Ticaret erbabı riske girmeden, yani sermayesinin belli bir kısmını kaybetme pahasına belli yatırımları yapmadan büyüyemez. Aynı şey siyasette de geçerlidir. Siyasetin kendi tek düzeliği içinde öyle dönüm noktaları vardır ki siyasetçiler bu dönüm noktalarında cesaret gösterip riske girmezlerse başarıyı elde edemezler.
Osman Gazi risk alıp beyliğinin bağımsızlığını ilan etmeseydi ve civarındaki feodal Bizans Tekfurlukları’nı fethetme girişimlerinde bulunmasaydı Osmanlı Devleti kurulamazdı. Fatih Sultan Mehmet risk alıp surların altına tünel kazmak, yürüyen kuleler yapmak, gemileri karadan yürütmek gibi çılgın projelerini hayata geçirmeseydi İstanbul’u fethedemezdi. Kristof Kolomb risk alıp batıya doğru yelken açmasaydı Amerika’yı keşfedemezdi. Mustafa Kemal Atatürk risk alıp Samsun’a çıkmasaydı, İstanbul’da kalıp mücadele etme yolunu seçseydi kurtuluş destanını yazamazdı.
Risk almak elbette kumar oynamak değildir. Riskin kendi içinde bir matematiği, bir mantığı vardır. Olağanüstü istisnai koşullar hariç olmak üzere “ya hep ya hiç” anlayışı risk kavramıyla pek bağdaşmaz. Aynı şekilde “ya tutarsa” düşüncesi de riskin ruhuna aykırıdır.
Risk almak, başarılı olabilmek için sıra dışı bir şey yapmak demektir. Tuşlu cep telefonlarının altın çağını yaşadığı bir dönemde, Apple’ın dokunmatik ekran cep telefonu (akıllı telefon) üretip piyasaya sürmesi yakın zamanda hepimizin şahit olduğu başarılı bir risk alma örneğidir.
7 Haziran 2015 seçim sonuçlarının açıklandığı andan itibaren, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Ak Parti lehine çalışmaya başlamasıyla birlikte MHP’de muhalif bir hareket meydana geldi ve bu muhalif hareket zamanla Meral AKŞENER’in etrafında saf tutmaya başladı. Bu hareket, yenilik arayan başka siyasi partilerden gelen insanların takviye etmeleriyle İYİ Parti bünyesinde kurumsallaştı. Meral Hanım ve beraberindekiler, Bahçeli’ye bayrak açarak risk almasalardı Türk siyasetinde yeni bir partinin boy göstermesi imkânı olmayacaktı.
Meral AKŞENER, risk almayı seven bir isim. Zaten 24 Hazirana giden süreçte diğer muhalefet partilerinin ortak aday ısrarlarına direnip “Partimin Cumhurbaşkanı adayı benim” demesi büyük cesaret isteyen bir risk alma örneğidir.
24 Haziran seçimlerine İYİ Parti CHP ile ittifak yaparak girdi. Bu ittifak İYİ Parti açısından bir vefa borcunun ödenmesiydi sadece. Çünkü YSK’nın “hukuka tamamen aykırı olarak” İYİ Parti’yi seçimlere almama gibi bir durumu vardı ve bunun aşılması adına CHP’den İYİ Parti’ye 15 vekil transfer edilerek YSK’nın kuvvetle muhtemel hayata geçireceği hukuksuzluğun önüne geçilmiş oldu.
31 Mart seçimlerine giderken Ak Parti ve MHP’nin ittifak yapmaları İYİ Parti’ye iki tane seçenek bıraktı. Birinci seçenek risk alarak seçime tek başına girmek ve alabildiği kadar yüksek oy almak için mücadele etmekti. İkinci seçenek ise ana muhalefet partisi olan CHP ile ittifak yapıp, ortak aday belirlemekti. İkinci seçenek ilkine göre daha konforluydu. Meral Hanım bu defa risk almamayı tercih etti.
31 Mart seçimlerine büyük anlamlar yüklenmesini yanlış buluyorum. Bu seçim ne ülkenin beka meselesidir, ne de Ak Parti’nin geleceğini şekillendirecek bir seçimdir. 31 Mart sadece yerel seçimdir. Ak Parti’de kuvvetle muhtemel bir oy düşüşü yaşanacak ama bu düşüşten genel seçimlere yönelik bir yansıma beklememek lazım. 2009 yerel seçimlerinde Ak Parti %38’lere düşmüştü ama 2011 seçimlerinde %50 oy alarak tek başına iktidarını devam ettirdi. O nedenle 31 Mart 2019’da yapılacak olan seçimlere büyük anlamlar yüklememek lazım.
Tüm bu nedenlerden dolayı Meral Hanım’ın yerel seçimlere risk almadan girmesi, sonuç ne olursa olsun “Peki öyle olsun” denilebilecek bir tavır. Ancak hem Meral Hanım’ın hem de İYİ Parti teşkilatlarının 1 Nisan 2019’da genel seçim çalışmalarına start vermeleri ve gerçek anlamda risk alacak politikalara girmeleri lazım. Çünkü 2021’de erken genel seçim yapılacak ve 31 Mart seçimlerine yönelik alınan kararın telafisi olsa bile, 31 Mart sonrasının telafisi imkânı olmayacak.