Milli menfaatlerden ve bağımsızlıktan asla taviz vermemiş, Kıbrıs milli davasını hiçbir güçten çekinmeden kucaklayıp götürmüş olan büyük devlet adamı, Türk Dünyasının liderlerinden, KKTC Devlet Başkanı Rauf Denktaş‘ı rahmet, özlem ve saygıyla anıyoruz. O, bizlere devlet adamı nasıl olunur dersini veren liderdir. Rahmetli Denktaş milli davasını savunup devletini yaşatmaya çırpınırken; bizim bazı sözde devlet adamlarımız hangi tavizi nerede ve nasıl vereceklerini düşünüyorlardı. Bunlar KKTC‘yi yok sayıyor ve çok güvendikleri hayali AB üyeliği yolunda KKTC’ni engel görüyorlardı. 40 senedir çözümsüzlük içine itildiğini iddia ettikleri Kıbrıs sorununu tek başlarına çözeceklerini zannediyorlardı.
Çözemediler ama çözüldüler ve tecrübe kazandılar. Teslimiyet projesi olan Annan Planının kabulü için ortaya düşüp tezgâhlar kurdular; mitingler yaptılar. Allah’tan planı bizzat Rum tarafı kabul etmedi de KKTC kurtuldu. İşbirlikçilere ve KKTC’yi engel görenlere rağmen; uzlaşmaz diye suçladıkları rahmetli Denktaş hep haklı çıktı. Bazı sözde devlet adamlarını gördükçe rahmetli Denktaş’ın ve aynı çizgide olanların değerini daha iyi anlıyoruz.
Kıbrıs’ı milli dava olarak görmeyen “ver kurtul” zihniyetinin dünkü temsilcileri de Milli Mücadeleye karşılardı ve Atatürk’ü asi olarak görüyorlardı. Dışarıdan yemleniyorlardı. Onlar milli devleti reddeden mandacılardı. Bugün aynı ihanetin mirasçıları, Türkiye’yi ufalamakla ve küresel güçlerin isteklerine göre dönüştürmekle uğraşıyorlar. Cumhuriyeti ve milli devleti “travma” olarak görüyor; Türksüz, Türk Milletini yok sayan, üniter yapıyı yamalı bohçaya çevirecek yeni anayasa ile uğraşıyorlar.
Anayasa referandumundaki tezgâhı tekrarlayarak kötü niyetlerini “kan akmasın, barış olsun, efendim terör bitsin” yutturmacaları ile örtmeye çalışıyorlar. Kan akmasın terör bitsin; ama bunun karşılığı nedir? Silah bırakmamış, üstelik yenik düşmüş terör örgütü ile pazarlık konuları artık gizli kapaklı değildir.
Demokrasi, demokrasi ve şeffaflık diyenler terörle mücadeleli müzakereyi sürdürmüşler; Habur’da, Oslo’da bunun çirkin örneklerini vermişlerdir. Bugünün Türkiye’si katil teröristlerin şahit veya gizli şahit yapıldığı, terörle mücadele edenlerin suçlu sandalyesine oturtulduğu bir ülke haline dönüşmüştür.
Kürtlere rağmen, ırkçı, kürtçü harekete resmi kanaldan destek verilmiş, PKK sanki bütün Kürtleri temsil ediyormuş görünümüne merdiven olunmuştur. Devlete meydan okuyan siyaset soytarıları gerekli cevabı alamamış, bazı belediye başkanları kendilerini derebeyi zannetmişlerdir. Zaza menşeli üç PKK’lının Paris’te öldürülmeleri Türkiye’de Devlete karşı bir gösteri haline sokulmuştur.
Bunda da Diyarbakır seçilmiştir. “Ben de dağa çıkardım” diyebilen başbakan yardımcısını ister istemez gözümüz bu cenazede aradı. Yerinde ve kaliteli ağlaması ile meşhur başbakan yardımcısının ve diğerlerinin bulunmaması büyük bir eksiklik olmuştur. Dünün aşırı solcusu bir Tunceli milletvekili de terörist ailelerine taziye ziyaretine çıkabilmiştir. Aşırı sol ideoloji çökünce; Devletle kavga etnik ırkçılık üzerinden yapılmaktadır.
70’den fazla sivil toplum kuruluşunu barındıran Türk Dayanışma Konseyi adına Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Sayın İsmail Konçuk ve STK’lar bir araya gelerek anlamlı ve gerekli tepkiyi gösterdiler. Tertiplenen basın toplantısında açılım rezaletleri ve müzakereden çok terörle mütarekeye benzeyen sürece tepki gösterildi. Ayrıca Ankara’da Milli Düşünce Merkezi’nin de bu konuda faaliyetleri oldu. Bu tepkileri duyurmak ve rahmetli Denktaş’ı hatırlatmak, herhalde köşe yazarlarının da görevidir.