Parlamenter Sistem İle Başkanlık Modelinin ve Nispi Temsil İle Çoğunluğa Dayalı Seçim Yöntemlerinin Türkiye Açısından Mukayesesi

97

GİRİŞ:

Türk Milleti “bazı gelişmiş ülkelerin parlamentoları kaldırıp halkın tümünü milletvekili sayarak doğrudan yönetime geçtiği ve kanunları bilgisayarla herkesin oyuna sunduğu bilgi çağında” demokrasinin olmazsa olmazı olan seçme ve seçilme hakkından dahi yararlanamamaktadır. Halk ülkede demokrasi var diye kandırılmakta, yapılan seçimlerde gaz alınmakta ve milletin sadece muhtar seçmesine izin verilmektedir. Siyasetçiler “halkın yeterli siyasi olgunluğa erişmediği iddiasıyla” seçim sistemi ile partiler kanununu değiştirmemekte ve siyasi ahlak tasarısını çıkartmamaktadır. Hâlbuki Türk Milleti asırlar önce oba reislerini seçmiş, seçilen aksakallılar kurultayı oluşturmuş, kurultay içinden şura çıkarmış ve şura da hakanı belirlemiştir. İstiklal Harbi veren Gazi Meclisin Vekilleri de halk tarafından her vilayetin reislerinden seçilmiştir. Türk Milleti; 21. Asırda da bunu başaracak siyasi erdeme sahiptir ve belediye başkanları ile vekillerini kendi seçmek istemektedir. Ancak iktidarı elinde tutan ve statükoyu korumak isteyen bazı güç odakları ile çıkar çevreleri; bireysel hak ve özgürlüklerin önünü tıkamakta ve demokratik gelişmeyi engellemektedir. Terör, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik dâhil yaşadığımız tüm sıkıntıların kaynağı; atamalı milletvekili ve belediye başkanları ile torpilli bürokratlardan oluşan, yönetimde istikrarı ve temsilde adaleti sağlamayan, milli iradeyi meclise yansıtmayan ve demokratik meşruiyet krizine neden olan bu çarpık yapıdır. Ancak bu yapı “bilgi çağının küresel rekabetine dayanamayacak ve halkın ihtiyaçlarını karşılayamayacak” yetersiz bir hale gelmiştir ve değiştirilemez ise T. C. Devletinin bekası ile Türk Milletinin egemenliği açısından ciddi riskler taşımaktadır.

TARİHSEL SÜREÇ:

M.Ö. V. yy’da Atina ve Isparta Şehir Devletlerinin yönetim şekillerinin, demokrasiye başlangıç teşkil ettiği söylenir. Kadınların, kölelerin ve yabancıların siyasi haklara sahip olmadığı Atina Demokrasisinde, 20 yaşını geçen erkekler şehir meclisinin tabii üyesi sayılmıştır. Siyasal temsilin ilk örneği olan senato ve halk meclisleri Roma da görülmüş, ancak aristokrasinin tekelinde kalmıştır. İlk demokratik adım 1215‘te İngiltere’de imzalanan Magna Carta’dır. ikinci adım, 1628′de İngiltere’de yayınlanan Haklar Bildirisidir. Daha sonra önce Amerika, sonra Fransa’da İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi yayınlanmıştır. Parlamento ve parti kavramları 1660 restorasyonu ile 1832 reform yasasını kapsayan dönemde İngiltere’de gelişmiş ve sonraki parlamenter sistemlere örnek olmuştur. Ancak gerçek demokrasiye “Avrupa’da başlayan Rönesans ve Reform hareketleri ile 1789 Fransız İhtilali” sonrası geçilmiş, parlamenter rejim 1814‘de Fransa’da kurulmuş, onu Belçika ve Norveç izlemiş ve 19. yy’dan itibaren hızla dünyaya yayılmıştır. İngiltere’de 1832, Japonya’da 1867‘de ilk siyasi partiler kurulmuştur. Ancak servete ve okuryazarlığa bağlı oy hakkı 20. yy’a kadar sürmüştür. İngiltere’de 1948‘e kadar tüccarlara “hem oturduğu, hem de işyerinin olduğu yerde” oy hakkı tanınmıştır. Belçika’da 1983‘de Anayasa ile “35 yaşında evli ve çocuk sahibi yurttaşlar ile devlete yılda en az 5 frank vergi ödeyenlere” birden fazla oy hakkı verilmiştir. Fransa’da aile reislerine karıları ve çocukları için birer fazla oy hakkı tanınmıştır. İtalya’da 1912‘ye kadar okuryazar olma şartı aranmıştır. ABD’nde Zencilerin seçilme hakkı 1970‘lere kadar sınırlı kalmıştır. Pek çok ülkede zenciler ile köleler yeni oy hakkına sahip olmuşlardır. Irk ayrımının hâlâ çözülemediği ülkeler vardır. Kadınlara ilk seçme hakkı 1869‘da ABD Wyowing Eyaletinde tanınmıştır. Kadınların seçme ve seçilme hakkı 20. yüzyılda genelleşmiştir. (Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı “birçok Avrupa ülkesinden önce” 5 Aralık 1934‘de verilmiştir.) Elbette feodal döneme özgü bu uygulamalar, modern ve demokratik toplumlarda kalmamıştır. Günümüzde sadece çocuklar ve akıl hastaları oy hakkına sahip değildirler.

Töre geleneği olan Orta Asya Türk Devletlerinde; oba reislerinden oluşan Kurultay ile Hakan’ın yanında bulunan ve ülke meseleleriyle ilgili kararların alınmasına yardımcı olan Şura vardır. Selçukluda devletin en yüksek yönetim kurumu Divanı Âlâ’dır. Bireylerin hukuki sorunlarına bakan Kadılık Müessesi ve idare ile halkın uyuşmazlıklarını çözen Meclis-i Mezalim bulunmaktadır. Osmanlıda “Orhan Gazi’nin kurduğu” Padişahın başkanlığında toplanan ve memleketin önemli işlerini gören Divan-ı Hümayun ile sadrazamın başkanlığında toplanan ve nazırlardan oluşan Meclis-i Has vardır. Askeri konuları görüşmek için de Dar-ı Şurayı Askeri kurulmuştur. Ayrıca Osmanlının sonuna dek Meclis-i Vükelâ toplantıları yapılmıştır. XVIII. yy’da “padişahın buyruğuyla toplanan, çeşitli cemaat temsilcileri ve asker-sivil üst düzey memurlar ile bilgili kişilerden oluşan” Meşveret Meclisi görülmektedir.

Batılı Filozofların Türk-İslam Medeniyetinden etkilendiği ve Büyük Mütefekkir İbn-i Rüşd’ün eserlerini incelediği bir vakıadır. Ancak Türk tarihinde ilk demokrasi adımı 1808‘de imzalanan Sened-i İttifak’tır. Bu belgeyle Padişahın yetkileri sınırlandırılmış ve il genel meclisinde halkın ileri gelenleri sayılan Ayanlara geniş haklar tanınmıştır. 1837‘de Meclisi Vâlây-ı Ahkâmı Adliye adında, Danıştay ile Yargıtay’ın temelini oluşturan ilk yüksek mahkeme kurulmuş ve yürütme ile yargı birbirinden ayrılmıştır. 1839‘da Tanzimat ve 1856‘da Islahat Fermanları ile tüm olumsuzluklara rağmen demokrasi ve özgürlük alanları genişletilmiştir. 1868‘de yüksek mahkeme ikiye ayrılarak, Şuray-ı Devlet adıyla Danıştay ve Meclisi Ahkâmı Adliye adıyla Yargıtay kurulmuştur. 23 Aralık 1876‘da Kanun-i Esasi ilan edilmiş, Meşruti Monarşiye geçilerek yasama ile yürütme birbirinden ayrılmış ve çift meclisli yapı kurulmuştur. 20 Mart 1877‘de toplanan Meclis-i Umumi; üyeleri sancak delegelerince seçilen Meclis-i Mebusan ve üyeleri padişah tarafından seçilen Meclis-i Ayan’dan oluşmuştur. Osmanlı-Rus (93) harbini bahane ederek 28 Haziran 1877‘de meclisi kapatan II. Abdülhamit, ilk siyasi parti sayılan İttihat ve Terakki Fırka-i Siyasiye’nin baskısıyla 23 Temmuz 1908‘de II. Meşrutiyet’i ilan etmiş ve ilk çok partili seçimler yapılmıştır. Ahrar Fırkasının bir mebus çıkardığı seçimleri, İttihat ve Terakki Fırkası ezici üstünlükle kazanmıştır. Daha sonra kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası güçlenince, İttihat ve Terakki Fırkası seçimleri öne almak için 1909‘da Abdülhamit’i tahtan indirmiş ve yerine V. Sultan Reşad’ı geçirmiştir. Bu olay 31 Mart vakası olarak tarihe geçen ilk siyasi çekişme olmuştur. 1912 seçiminde Hürriyet ve İtilaf 6,  İttihat ve Terakki 275 mebus çıkarmıştır. Balkan Harbi kaybedilince İttihatçılar çekilmiş,  Hürriyet ve İtilaf yeni hükümeti kurmuştur. Ancak Edirne düşünce, İttihatçılar Bab-ı Ali baskınıyla yönetime tekrar el koymuşlardır. 1914 seçimine rakipsiz giren İttihatçılar tüm mebusları almış, ancak Osmanlı 1. Cihan Harbinde yenilince; Talat Paşa Hükümeti görevden çekilmiş ve Padişah Vahdettin 21 Aralık 1918‘de meclisi feshetmiştir. Azınlıkların da katıldığı 1919 seçimini; Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kazanmıştır. 28 Ocak 1920‘de Misak-i Milli’yi kabul eden Meclis-i  Mebusan, İstanbul’un 16 Mart 1920‘de işgali üzerine “işgal kuvvetleri tarafından basılarak” dağıtılmıştır. Ancak 23 Nisan 1920‘de Ankara’da toplanan TBMM’nin temelini teşkil etmiştir. İlk Anayasa olan Kanun-ı Esasi 20 Nisan 1921‘e kadar, İntihab-ı Mebusan (Seçim) Kanunu ise 1942‘ye kadar, kısmen uygulanmıştır.

Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’da Meclis toplanması için 19 Mart 1920‘de illere yayınladığı tebliğe göre; seçim İntihab-ı Mebusan Kanunu’na uygun yapılacak, seçimde livalar esas alınacak ve her livadan 5 üye seçilecek, seçim her livada aynı günde yapılacak, seçim gizli oy ve mutlak çoğunluk yöntemine göre yapılacak ve Meclis üyeliği için her fırka-zümre ve cemiyet aday gösterebilecektir. Ankara’da 23 Nisan 1920‘de kurulan I. TBMM; livalardan seçilen 394 mebus ile Meclis-i Mebusan’dan Anadolu’ya geçebilen 92 mebustan oluşmuştur. TBMM 20 Ocak 1921‘de hazırladığı Teşkilatı Esasiye Kanunu ile “Yeni kurulan Türkiye’de hâkimiyet ka­yıtsız ve şartsız millete aittir ve bu yet­ki halk adına TBMM tarafından kullanılacaktır” demiş ve meclisin yasama ve yürütme yetkisini elinde topladığı, kuvvetler birliğine dayalı Meclis Hükümeti oluşturmuştur. İstiklal Harbi kazanılıp 24 Temmuz 1923′de Lozan Barış Anlaşmasının imzalanmasından sonra, saltanat kaldırılmış ve seçime gidilmiştir. İki dereceli mutlak çoğunluk yöntemiyle yapılan seçimi tek parti olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kazanmış, Halk Fırkası adını alarak II. TBMM’ni kurmuştur. Meclis 29 Ekim 1923‘te T. C. Devleti’ni ilan etmiş, 1924‘de kabul edilen Teşkilatı Esasiye Kanunu ile Cumhurbaşkanı seçimlerini hükme bağlanmış ve Atatürk’ü İlk Cumhurbaşkanı seçmiştir. Kuvvetler birliği devam ettiğinden, kurulan siyasi rejim; meclis hükümeti ile parlamenter sistemin karışımı olmuştur. 1920‘de Sivas’ta Muvakkat Temyiz Heyeti adıyla kurulan mahkeme, Temyiz Mahkemesi olarak değiştirilmiş ve 1924‘de Eskişehir’e taşınmıştır. 17 Kasım 1924‘de Kazım KARABEKİR başkanlığında ilk muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuş, ancak çıkan isyanlarının odağı olduğu gerekçesiyle 3 Haziran 1925‘de kapatılmıştır. 31 Ağustos 1927 seçimini tek parti olan Cumhuriyet Halk Fırkası almış ve İsmet İNÖNÜ Başbakan seçilmiştir. 12 Ağustos 1930‘da Fethi OKYAR başkanlığında Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuş, ancak 17 Kasım 1930‘da feshedilmiştir. SCF ile ayni dönemlerde kurulan Ahali Cumhuriyet Fırkası ile Türk Cumhuriyet Amele ve Çiftçi Partisi de hükümet tarafından kapatılmıştır. 1931 seçimini tek başına girerek kazanan CHF, 1935 Büyük Kurultayında CHP adını almıştır. Bağımsızların katılmasına izin verilen 1939 seçimini de yine tek parti olan CHP almıştır. Seçilen 423 vekilin, 23 tanesi bayandır. Mecliste “partili vekiller arasından Kurultay’ın seçtiği ve CHP meclis grubu dışında faaliyet gösterecek” müstakil grup uygulamasına geçilmiştir. 1942‘de 4320 sayılı ilk seçim yasası çıkarılmıştır. Yeni yasa ve son kez tek parti ile girilen 1943 seçimini CHP almıştır. 10 Ocak 1945‘de Teşkilatı Esasiye Kanunu “Anayasa” temyiz mahkemesi  “Yargıtay” olarak değiştirilmiştir. Bu dönem yapılan seçimlerde, HF/CHF/CHP’nin listeleri seçmenin önüne tek tercih olarak sunulmuş ve halka bu listeleri onaylamaktan öte seçme hakkı tanınmamıştır. 1945‘te II. Dünya Harbi bitince, ırkçı akımlar yerini demokratik rejimlere bırakmıştır. Demokratik Batılı Ülkelerin baskısıyla, Türkiye’de çok partili hayata geçmiştir. 18 Temmuz 1945‘de “CHP’den ayrılan bir grupça” Türkiye Kalkınma Partisi, 7 Ocak 1946‘da ise DP kurulmuştur. DP’nin baskısıyla 5 Haziran 1945‘de 4918 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu çıkarılmıştır.

Türk siyasi hayatı “seçmenlerin önce delegeleri (ikinci derece seçmen/büyük seçmen) seçtiği, bunların da yeni bir seçimle vekilleri seçtiği” İki dereceli tek partili seçimlerle başlamış, ancak bu uygulama 1946‘da terk edilerek, tek dereceli çok partili seçimlere geçilmiştir. Çok partili hayata geçişten bu güne kadar ki 67 yıllık süreçte, 7 farklı seçim sistemi uygulamış, değişiklikler “bazen ülkenin meselelerini çözmeye ve halkın taleplerini karşılamaya, bazen de siyaseten gelecek seçimleri garanti etmeye ve bir görüşün önünü kesmeye” yönelik olmuştur. Açık oy, gizli tasnif usulü ve yürütmenin denetiminde yapılan 1946 seçiminde “parti esaslı liste usulü tek turlu basit çoğunluk sistemi” uygulanmış ve CHP 397, DP 61 ve bağımsızlar 7 vekil çıkarmıştır. DP seçimler antidemokratik yapıldığından mahalli seçimlere girmemiş, kamuoyu baskısıyla 16 Şubat 1950‘de çıkarılan 5545 sayılı Milletvekili Seçimi Kanunu ile genel, eşit, gizli oya geçilmiştir. En önemlisi seçimlerin yargı gözetimi ve denetimi altında yapılması ve anlaşmazlıkların yargı mercilerinde halli esası getirilmiştir. Yine tek turlu çoğunluk sisteminin uygulandığı 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinde DP tek başına iktidara gelmiş ve CHP’nin 27 yıllık iktidarı sonlanmıştır. 1950 seçiminde; DP 420, CHP 63, MP 1 ve bağımsızlar 3 vekil çıkarmıştır. 1954 seçiminde;  DP 505, CHP 31, CKMP 5 ve bağımsızlar 1 vekil çıkarmıştır. Ancak %57,6 oy alan DP vekillerin %93.2‘ni, %35,4 oy alan CHP vekillerin %5.8‘ni kazanmıştır. Buna göre bir vekili; DP 10.939 seçmen ile, CHP 45.870 seçmen ile çıkarmıştır. DP’den ayrılanların kurduğu Hürriyet Partisi ile CHP ve CKMP’nin seçim işbirliği yaptığı 1957 seçiminde; DP 424, CHP 178, CKMP 4 ve HP 4 vekil çıkarmışlardır. DP’nin muhalefeti susturmak için sergilediği baskıcı tutum, seçim sonuçlarında görülen temsilde adaletsizlik vb. gerekçelerle yapılan 27 Mayıs 1960 darbesiyle başa geçen Milli Birlik Komitesi “nispi temsil esaslı çevre barajlı D’hondt Sistemi” getirmiştir. 1961 seçiminde; CHP 173, AP 158, CKMP 54, YTP 65 vekil çıkarmış, CHP-AP hükümeti kurulmuş, temsilde adalet sağlanmış, partilerin aldıkları oy ile çıkardıkları vekil arasındaki fark azalmış, ancak ülke koalisyonlarla tanışmıştır. Liste usulü çoğunluk sistemi ile yapılan senato seçiminde ise; AP 71, CHP 36, CKMP 27, YTP 16 senatör kazanmış, Cumhurbaşkanınca 15 senatör seçilmiştir. Bileşik oy pusulası ile ön seçimin getirildiği ve parti sayısının arttığı 1965 seçiminde “seçim çevresi düzeyinde nispi temsil ve milli bakiye sistemi” uygulanmış, artık oylar değerlendirilmiş ve AP 240, CHP 134, MP 31, YTP 19, TİP 15, CKMP 11 vekil çıkarmış, AP %52.9 oyla iktidar olmuştur. Barajsız D’hondt sisteminin uygulandığı 1969 seçiminde; AP 256, CHP 143, CGP 15, BP 8, MP 6, YTP 6, TİP 2, MHP 1, bağımsızlar 13 vekil çıkarmış ve AP %46.5 oyla iktidarını korumuştur. Küresel krizin neden olduğu siyasi-ekonomik istikrarsızlığa çözüm bulunamadığı gerekçesiyle verilen 12 Mart 1971 muhtırası ile ara yönetim dönemine girilmiştir. Barajsız D’hondt tercihli oy sisteminin uygulandığı 1973 seçiminde; CHP 185, AP 149, MSP 48, DP 45, CGP 13, MHP 3, TBP 1, bağımızlar 6 vekil çıkarmış ve CHP-MSP koalisyonu kurulmuştur. Ancak Kıbrıs Barış Harekâtından sonra uygulanan ambargo ülkeyi ekonomik istikrarsızlığa sürüklemiştir. Barajsız D’hondt sisteminin uygulandığı 1977 seçiminde; CHP 213, AP 189, MSP 24, MHP 16, CGP 3, DP 1, bağımsızlar 4 vekil çıkarmış ve AP-MSP-MHP (MC) koalisyonu kurulmuş, AP’li 11 vekilin yerel seçimden sonra istifa etmesi ve Ecevit’in gensorusu ile düşürülmüş ve yerine 1978‘de CHP hükümeti başa geçmiştir. Artan istikrarsızlık nedeniyle Ecevit 1979‘da istifa etmiş ve yine Demirel’in Başbakanlığında MC hükümeti kurulmuş, ancak sağ-sol çatışmaları artarak devam etmiştir. 1961-1977 arası seçimlerde “partilerin mecliste tek başına çoğunluk sağlayamaması yüzünden” kurulan koalisyonların ülkeyi siyasi-ekonomik-sosyal istikrarsızlığa sürüklemesi, artan anarşik hadiseler vb. gerekçelerle yapılan 12 Eylül 1980 darbesinden sonra başa geçen Milli Güvenlik Konseyi “nispi temsil esaslı ülke geneli ve seçim çevresinde çifte barajlı D’hondt sistemini” getirmiştir. 1983 seçiminde; ANAP 211, HP 117, MDP 71 vekil çıkarmış, ANAP hükümeti kurulmuş ve 1984 Eruh baskınıyla PKK terörü hayatımıza girmiştir. 1987 seçiminde “çifte barajlı D’hondt+kontenjan sistemi” uygulanmış; ANAP 292, SHP 99, DYP 59 vekil çıkarmış ve ANAP iktidarını korumuştur. 1991 seçiminde “çifte barajlı D’hondt + kontenjan + tercihli oy” sistemi uygulanmış, fakat barajı aşmak için “MÇP ve IDP RP çatısı altında, HEP ise SHP çatısı altında” seçim ittifakı yapmış; DYP 178, ANAP 115, SHP 88, RP 62, DSP 7 vekil çıkarmış ve DYP-SHP koalisyonu kurulmuştur. Yani seçim sistemiyle zorlamaya rağmen parti sayısı azaltılamamış ve yönetimde istikrar sağlanamamıştır. 1995 seçiminde çevre barajı kaldırılıp “ülke barajlı D’hondt” sistemi uygulanmış; RP 158, DYP 135, ANAP 132, DSP 76, CHP 49 vekil çıkarmış ve kısa ömürlü RP-DYP (Refahyol) hükümeti kurulmuştur. Ancak 28 Şubat 1997 e-muhtıra sonrası DYP’den kopan vekiller ile ANAP-DSP (ANASOL-D) koalisyonu başa geçirilmiş ve RP “Dini ideolojiye dayanması ve laik Cumhuriyete karşı köktendinci söylemleri gerekçesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Anayasa Mahkemesi’ne açtığı dava sonucu” ocak 1998‘de kapatılmıştır. Yine “ülke barajlı D’hondt” sisteminin uygulandığı 1999 seçiminde; DSP 136, MHP 129, FP 111, ANAP 86, DYP 85 vekil çıkarmış, başa geçen DSP-MHP-ANAP iktidarı “en geniş tabanlı koalisyon hükümeti olmasına, başarılı icraatlar yapmasına ve terörü durdurmasına rağmen” partiler arası sürtüşmeler, DSP’nin kendi içindeki anlaşmazlıkları ve çıkan ekonomik kriz yüzünden; halkı yönetimde istikrar arayışına itmiştir. 2002 seçiminde; AKP 363, CHP 178, bağımsızlar 9 vekil çıkarmış, AKP %34.28 ile hükümet kurmuş, kullanılan oyların %45,3‘ü meclis dışı kalmış ve siyasi hayatın en büyük temsil adaletsizliği yaşanmıştır. 2007 seçiminde; AKP 341, CHP 112, MHP 71, bağımsızlar 26 vekil çıkarmış ve AKP %46.58 ile iktidar olmuştur. 2011 seçiminde; AKP 326, CHP 135, MHP 53, bağımsızlar (BDP) 36 vekil çıkarmış ve AKP %49.90 ile iktidarını korumuştur. Ancak “keyfi yönetim, taraf tutma, aykırı sesleri susturma, küresel güçlere verilen tavizler, artan terör hadiseleri, demokratik açılım süreci, yeni Anayasa gerilimi ve egemenlik tartışmaları” nedeniyle ülke uçurumun kenarına gelmiştir.

Yaşadığımız tarihsel süreç üç döneme (1946-1960, 1961-1980 ve 1980 sonrası) ayrılabilir. Yönetimde istikrarı sağlamak için çoğunluk esaslı sistemle başlayan seçimler “beklendiği gibi tek parti hükümetlerini ortaya çıkarmış, fakat iktidara gelen partilerin aldıkları oy oranından daha çok temsil edilmelerine ve ciddi bir oyun meclis dışı kalmasına” neden olmuştur. 1961 Anayasası “tek parti iktidarının getirdiği keyfi yönetim, taraflı davranma, muhalefeti susturma vb. olumsuzluklar ile temsilde adalet ihtiyacı nedeniyle” kuvvetler ayrılığını, cumhuriyet senatosunu ve nispi temsile dayalı seçim sistemini getirmiş, yasama ve yürütme üzerinde yargı denetimi güçlendirmiş, hak ve özgürlükleri genişletmiştir. Ancak TBMM egemenliği millet adına kulla­nan tek organ olmaktan çıkartılarak “Senato, Anayasa Mahkemesi, MGK, DPT, TRT, Üniversiteler vb.” organ­larla paylaşan konuma getirilmiştir. Temsilde adaletin sağlandığı bu dönemde; parti sayısı artmış, yönetimde istikrar bozulmuş, ülke koalisyonlara mahkum olmuş ve sağ-sol çatışmaları ile siyasi-ekonomik-sosyal istikrarsızlığa sürüklenmiştir. Senatoyu kaldıran 1980 Anayasası; yönetimde istikrarı amaçlayan, büyük partileri destekleyen, mecliste çoğulculuğu kısıtlayan “çifte barajlı D’hondt sistemini” getirmiş ve Cumhurbaşkanına verilen yetkiler yarı başkanlık sistemini çağrıştırmıştır. Hiçbir demokratik ülkede %5 üzeri baraj yokken, %10 barajı çok yüksek olmuştur. 1983 Seçim Kanuna göre; kullanılan geçerli oy toplamının, o çevreden çıkacak vekil sayısına bölünmesiyle elde edilecek rakamdan az oy alan siyasi parti ve bağımsız adaylar vekil çıkaramamaktadır. Artı fazla nüfuslu iller 7 vekili aşmayacak birden fazla seçim çevresine bölünmüştür. Ayrıca her ile nüfusuna bakılmaksızın önce birer vekil tahsis edilmiş, sonra geri kalan milletvekillikleri için nüfus esası uygulanmıştır. Bu kanun; büyükşehirlerin aleyhine olmuş ve nüfusla vekil sayısı arasında orantısızlık yaratmıştır. 1991 seçiminde “Hakkari’de 28.969 kayıtlı seçmene bir vekil, İstanbul (2) numaralı seçim çevresinde 106.611 kayıtlı seçmene bir vekil” düşmüştür. 1983‘den 1995‘e kadar uygulanan bu sistem, seçim çevresi ve ulusal bazda orantısızlığı arttırmış ve küçük partilerin mecliste temsilini zorlaştırmıştır. Nitekim 1983 ve 1987 seçimlerinde üç parti meclise girebilmiştir. Ancak 1991 seçiminde seçim ittifakı ile meclise girmeyi başaran beş parti; sistemi tasarlayanların, iki veya üç partili düzen beklentilerini boşa çıkarmıştır. Tüm bu seçim sonuçları “bir partinin tek başına hükümet olmasında” seçim sistemleri kadar; iç ve dış konjonktür, toplumsal faktörler, seçimlerde birinci olan partinin oy oranını vb. hususların da belirleyici olduğunu göstermektedir.

Çok partili demokratik yaşam 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbe ve muhtıraları ile üç kez kesintiye uğramış, ancak 1876 Anayasasından bu güne kadar parlamenter sisteme devam edilerek büyük tecrübeler kazanılmıştır. Bugün uygulanan “nispi temsil esaslı ülke barajlı D’hont sisteminin” nispi temsil esasıyla temsilde adalet, %10 ülke barajıyla da yönetimde istikrar sağlanmaya çalışılmaktadır. Fakat toplumsal dinamikler nedeniyle %10 ülke barajı mecliste temsil için yüksek olmuş ve HADEP ile devamı olan partilerin bağımsız adaylarla sistemi zorlamalarına yol açmıştır. Yani gerek çoğunluğa, gerekse nispi temsile dayalı barajlı sistemler; beklendiği gibi temsilde adalet ve yönetimde istikrar getirmemiş, sadece seçim sistemiyle oynayarak ülkeyi kalkındırmanın ve demokrasiyi geliştirmenin mümkün olmadığı görülmüştür.

DEMOKRASİ:

Demokrasi; Latince kökenlidir ve halk anlamına gelen “demos” ile egemenlik anlamına gelen “kratos” sözcüklerinden oluşur. Yani halk egemenliğidir. Halkın ülkeyi yönetenleri özgür iradesiyle seçebilmesidir. Abraham Lincoln “halkın halk için halk tarafından yönetilmesi” diye tanımlar.

Demokrasinin olmazsa olmaz şartları;

– Halkın iradesi yönetim yetkisinin temelidir.

– Etkin siyasal makamlar seçimle işbaşına gelmeli ve belirlenen süre kadar kalmalıdır,

– Seçimler düzenli aralıklarla tekrarlanmalıdır,

– Seçimler serbest olmalı ve bireysel-genel-eşit-gizli oy, açık sayım gibi ilkeler uygulanmalıdır,

– Birden çok siyasi parti var olmalıdır,

– Uydu partilerden ziyade, iktidar olma kudretine sahip muhalefet partileri olmalıdır,

– Düşünce, inanç, teşebbüs, örgütlenme, basın-yayın, toplantı-gösteri yürüyüşü yapma ve sendikal hürriyetler ile temel hak ve özgürlükler tanınmış ve güvence altına alınış olmalıdır.

Bu şartları aralıksız yerine getirebilen çok az ülke vardır. Çünkü bireysel oy ilkesi çok insanın seçime katılması için uygulanmamaktadır. ABD, Almanya, Fransa, İngiltere vb. ülkelerde seçim günü “körler, hastalar, lohusalar, yatalaklar, dışişleri görevlileri, yolcular vb. neden ve engellerden ötürü sandık başına gidemeyenlerin” gıyabında oy kullanılması mümkün olmaktadır. Seçimlerin serbest yapıldığı Türkiye, İtalya, Yunanistan, Avusturya, Belçika vb. ülkelerde oy verme kanunlarla zorunlu sayılmıştır. Son yıllarda seçmenlerin oylarını posta ile göndermeleri yöntemi de uygulamada kolaylık sağlaması açısından benimsenmiştir. Bilişim teknolojisindeki gelişmeler bazı ülkelerde elektronik yolla seçim yapılması yöntemini öne çıkarmıştır.

Toplumun çoğunluk tarafından yönetilmesini kabul etmekle birlikte, çoğunluğun azınlığın temel hak ve özgürlüklerine saygı göstermek zorunda olduğunu düşünen anlayışa “çoğulcu demokrasi” denir. Çoğulcu demokrasilerde “gelenekler, kamuoyu ve anayasa ile sınırlandırılan” çoğunluk da hukuka uygun hareket etmek zorundadır. Herkes yasa önünde eşittir. Bireylerin doğuştan sahip oldukları hak ve özgürlükler vardır. Rejim baskıcı ve müdahaleci değildir. Anayasa ile korunan, serbest ve devamlı muhalefet esastır. Zaten sayısal çoğunluğa dayalı demokrasi, her zaman gerçek demokrasi değildir. Demokrasi her şeyden önce siyasi uzlaşma, toplumsal mutabakat, karşılıklı hoşgörü ve saygıyı gerektirir. Elbette tercihleri ve çıkarları birbirinden farklı olan bireylerden oluşan bir toplumun, hiç çatışma olmadan tam bir uyum içinde olması da hayaldir.

Egemenliğin kullanılması bakımından demokrasi tipleri; doğrudan demokrasi, temsili demokrasi ve yarı doğrudan demokrasi diye üçe ayrılır.

Doğrudan demokrasi: Atina demokrasisi diye bilinir. Halkın egemenliğini bizzat ve doğrudan kullandığı demokrasi tipidir. Sadece yürütme seçilir, yasama halkın tümüdür. Bütün kararlar yurttaşlar tarafından; doğrudan, aracısız ve temsilcisiz alınır. Ütopiktir ve yalnızca İsviçre’nin küçük bir dağ kantonunda uygulanmaktadır. Ancak internet altyapısı tamamlandıkça yaygınlaşacağı, birçok ülkede uygulanacağı ve insanlığa refah-huzur ve mutluluk getireceği söylenmektedir.

Temsili demokrasi: Halkın egemenliğini kendi seçtiği temsilcileri aracılığıyla kullanmasıdır. Artan nüfus ve toplumu oluşturan farklı düşünce grupları; halkın egemenliğini doğrudan değil de, seçtiği temsilciler aracılığıyla kullandığı “temsili demokrasi” uygulamalarını geliştirmiştir. Halk oy vererek kendini yönetecek insanları belirli bir dönem için seçer ve görevi bir sonraki seçimlere kadar biter. Ancak egemenliği millet adına kullanan meclis; yürütmeyi ve tüm devlet organlarını millet adına denetler ve hükümet veya bakanlardan biri­nin halkın yararına olmayan işlemiy­le karşılaşınca, güvensizlik oyu ve gensoru gibi araçlar ile müdahalede bulunur. Türkiye, Almanya, İngiltere, ABD, Japonya gibi ülkelerde uygulanır. Halkın egemenliğini temsilcilerine devrettiği bu sistem; emredici vekalet teorisi ve temsili vekalet teorisi olarak ikiye ayrılır. Emredici vekalet teorisinde; seçmenle, temsilcileri arasındaki ilişki emredici niteliktedir. Seçmenler vekillerini istediği zaman görevden alabilir. Vekiller seçmenlere hesap vermekle yükümlüdür. Vekil maaşları genel bütçe değil, seçim çevresindeki seçmenlerce ödenir. Günümüzde uygulayan ülke kalmamıştır. Temsili vekalet teorisinde; millet ile vekilleri arasındaki ilişki emredici değildir ve özel hukuktaki bireysel vekaletten farklı, siyasi ve kolektif bir vekalettir. Yani seçmenler vekillere emir ve talimat veremez ve azledemezler. Vekiller seçildiği seçim çevresini değil, milleti temsil ederler. Buna milletin temsili ilkesi denir. Ancak vekillerin yetkisi anayasa ve kanunlar ile sınırlıdır.

Yarı doğrudan demokrasi: Temsili ve doğrudan demokrasinin bileşimidir. Temsil ve katılım ilkelerini bir araya getirir ve egemenliğin kullanılmasını, halk ile temsilcileri arasında paylaştırır. Aslında egemenliğin kullanılması yine halkın seçtiği vekillere verilmiştir. Ancak halk bazı durumlarda aşağıda sunulan “referandum, halk vetosu, kanun teklifi vb.” araçlarla egemenliğin kullanılmasına katıldığından, temsili demokrasiye göre daha gelişmiştir. Türkiye’de anayasa değişikliğinde kullanılan referandum dışındaki katılımcı yönetim araçları kullanılmamaktadır.

Seçim ve oylama mekanizması: Genel, eşit, gizli oy ve açık sayıma dayalı bir seçim sistemi ile halk kendisini yönetecek temsilcileri seçer.

Halkın kanun teklifi: Belirli sayıda seçmen, meclise kanun teklifi verme hakkına sahiptir.

Halk vetosu: Halk, kendi seçtiği temsilcilerden oluşan parlamentonun çıkardığı bir kanunu “belirli sayıda seçmenin imzasıyla” veto etme hakkına sahiptir.

Referandum: Ülke açısından büyük önem arz eden konularda halkoyuna gidilmesidir.

Geri çağırma hakkı (temsilcilerin azli): Halkın seçtiği temsilcileri, başarısız bulması halinde “belirli sayıda seçmenin imzasıyla” görevden alabilmesidir. Bu katılımcı yönetim aracının “özellikle küçük yerleşim birimleri ve yerel yönetimlerde” etkin uygulanabileceği savunulmaktadır.

Halkın meclis toplantılarına katılımı: Halkın, yerel meclis toplantılarına katılmasıdır.

Halk danışma kurulları oluşturulması: Belirli konularda uzman kişilerin “yerel meclislerde ve yürütme organlarında danışman olarak istihdam edilerek” yönetime aktif olarak katılmasıdır.

Bilgi Edinme Özgürlüğü: Vatandaşların, kamu yönetimi hakkında bilgi edinme hakkı ve özgürlüğünün anayasal ve yasal güvence altına alınmasıdır.

Ombudsman: Çevrenin korunması, trafik kurallarının ihlal edilip edilmediğinin gözetlenmesi vb. konular ile küçük adli problemlerin ve yönetimle ilgili şikayetlerin çözüme kavuşturulması amacıyla; saygınlığı genel kabul gören gönüllü kişilerden oluşan “ombudsman bürolarının” oluşturulması ve böylece halkın yönetimde daha aktif bir rol almasısın sağlanmasıdır.

YÖNETİM MODELLERİ:

Devlet; Arapça kökenlidir ve kelime anlamı iktidar, saltanattır. Yerleşik bir topluluğun hukuki ve siyasi teşkilatlanması sonucu oluşan tüzel kişiliğe ve egemenliğe verilen addır. Millet “milli bir kimlik altında ve dil, din, kültür, tarih ve ülkü birliği gibi ortak paydalar etrafında” bir araya gelen topluluktur. Devlet, millet üzerinde kontrolü;