Oğuz Çetinoğlu: Oruca niyet
ediliyor. Bütün ibadetlerin niyetle başlamasının hikmeti nedir?
Prof. Dr. Faruk Beşer: ‘Bilindiği
gibi ameller ancak kişinin niyetine göre karşılık görür’. Neye niyet
ederseniz onu bulursunuz. Niyet öyle ilginç bir tohumdur ki, onu ne kadar engin
tutarsanız onunla o kadar çok verim alırsınız. Onun için ‘müminin niyeti
amelinden hayırlıdır’ denmiştir. Çünkü insanın ameli en nihayet gücü kadardır,
ama niyeti bütün insanlığı kurtarmaya, dünyayı güllük gülistanlık yapmaya
yeter. Niyetsiz ameller cansız bedenler gibidir.
Çetinoğlu: Hangi oruca günün
hangi vaktine kadar nasıl niyet edilir?
Prof. Beşer: Bunun kuralı şudur: Bayram hariç bütün günler oruca
elverişlidir. Ramazan günleri sadece Ramazan orucuna, kişinin adak için kendi
belirlediği günler de sadece o adak orucuna tahsis edilmiş sayılır. Sair bütün
günler ise nafile oruç için müsaittir. Dolayısıyla Ramazan orucu, günü
belirlenmiş adak ve nafile oruç, yeme içme olmadıktan sonra kendi günlerinde
otomatik olarak sahurla başlar ve öylece devam eder. O halde bu oruçlara kaba
kuşluğa kadar niyet edilebilir.
Ama kaza orucuna veya günü
belirsiz adak orucuna sahur bitmeden niyet etmek gerekir. Çünkü bu oruçlar
vaciptir ve o sair günlerde olacaktır. Oysa yememiş içmemiş olması halinde o
gün oruç nafile olarak başlamış sayılır ve nafilenin kuşlukta vacibe çevrilmesi
uygun olmaz, başlananı değiştirme olur. Güçlü zayıf üzerine bina edilmez.
Çetinoğlu: Bir de sahur ve
imsak vakti meselesi var.
Prof. Beşer: Ne yazık ki, fırka İslam’ı varlığını başkalarına ters
düşmeye borçludur, bu sebeple, onlar öyle diyorsa biz böyle demeliyiz diye
düşünülür. Bu anlayış çok kötüdür. Hakikat, hakikat olduğu için kabul edilir,
bizimkiler söylediği için değil. Bizden istenen şey vahdettir. Onun için bazen
yanlışa rağmen birlik olma, doğru olanı yapmaktan evladır. Ramazan’a başlama ve
bayram etme meselesi böyledir.
Çetinoğlu: Bu hükme nereden
varılıyor?
Prof. Beşer: Bunu hadisi şeriften anlıyoruz. ‘Orucunuz herkesin
oruç tuttuğu gün, bayramınız da herkesin bayram ettiği gün olsun’. Böyle
konularda bizim iddiamız doğru olsa da onu kabul ettiremedikçe herkesle
birlikte hareket etmemiz daha uygundur. Fakir bu sebeple Ramazan’a herkesle
birlikte salı günü başladım.
Bu konularda uzun yıllar kafa
yormuş birisi olarak söylüyorum; Diyanet takvimi şu anda en isabetli ve
çoğunluğun kullandığı takvimdir. Aksini iddia edenleri katıldığım o takvim
toplantıları sonucunda hiç samimi ve haklı bulmadım. Diyanet’in laik bir
devletin kurumu olması hakikati, güneşin doğma ve batma saatlerini değiştirmez.
Biz Diyanet’in takvimine o filan devletin kurumu olduğu için değil, konuyu
usulüne uygun belirlediği ve herkesin ittifak edebileceği bir takvim olduğu
için uyulsun diyoruz. Diyanet’in her dediğine uymak zorunludur da demiyoruz.
Çetinoğlu: Oruç tutmamayı mâzur
kılan hastalığın sınırı hakkında bilgi lütfeder misiniz?
Prof. Beşer: Hastaların,
yolcuların, oruca güç yetiremeyen yaşlıların, hamilelerin ve emziren annelerin
oruç tutmama haklarının olduğunu herkes bilir. Peki, oruç tutmamayı mazur kılan
hastalığın miktarı ve sınırı nedir? Bunun kuralı da şudur: Oruç tutunca artacak
ya da iyileşmesi gecikecek olan her hastalık oruç tutmamanın bir mazeretidir.
Sağlığına kavuşunca kaza edilir. Bu da iki yolla anlaşılabilir: Kişinin kendi
tecrübesi ve adil bir doktorun haber vermesi. Ama adil doktor meselesi de
önemlidir. Türkiye’de artık ideolojik davranıp uzmanlığının gereğini değil,
dine zıt olanı söyleyen doktorlar yok demeyi arzu ediyoruz. Aynı şey ideolojik
fetva veren fırka hocaları için de geçerlidir.
Çetinoğlu: Herkes bilir yine de
tekrarında fayda var. Orucun bozulmasında kaza ve kefaret ile alakalı genel
hükümler nelerdir?
Prof. Beşer: Bunun kuralını söyleyelim: Orucu sadece yeme, içme ve
cinsel ilişki bozar. Bunun hem şeklen hem hakikaten olanında bir ihtilaf
yoktur. Bir miktar su içmek, bir lokma yemek yemek ve cinsel ilişkide bulunmak
böyledir. Bunu kasten ve mazeretsiz yaparsa hem kazası hem kefareti gerekir.
Ama mesela ağaç kabuğu yemek ya da istimna yapmak sadece şeklen ya da sadece
manen böyledir. Bunlar da orucu bozar ama sadece kaza gerektirir.
Çetinoğlu: Günümüzün aktüel
konusu: aşı ve iğne meselesine de bakabilir miyiz Hocam?
Prof. Beşer: Aşıya ve iğneye gelince, bunlar işin başlangıcında
bulunmadığı için ihtilaf bunların yeme içme sayılıp sayılmayacağı yorumundan
kaynaklanmıştır. Sayılmaz diyenler aşının veya iğnenin orucu bozmayacağını,
sayılır diyenler bozacağını söylemiştir. Bize göre doğru olan iğnenin orucu bozacağıdır.
Çünkü bugünkü iğnelerle vücuda farklı miktarlarda sıvı ve gıda verilebilir. Ama
bozmaz diyen müçtehitlere saygı olarak, aşı ya da iğne yaptırmak zorunda olan
yaptırır, orucuna da devam eder, sonunda da ihtiyaten bir gün kaza ederse
güzel, etmezse de bir şey gerekmez dedik.
Çetinoğlu: Hocam, oruçla
alakalı genel konular etrafında kısa bir gezintinin faydalı olacağını
düşünüyorum. Orucun hikmeti konusunda neler söylemek istersiniz?
Prof. Beşer: Orucun, insanın yaratıcısı tarafından belirlenen bir
ibâdet olarak elbette sonsuz hikmetleri vardır, ancak daha çok sevap vadedip
insanları cuş’u hurûşa getireceğiz diye uydurma hadisler, garip menkıbeler
zikretmek de kaş yapayım derken göz çıkarmak olur. Ayrıca ibadetler ve diğer
görevlerimiz arasındaki dengeyi bozmuş oluruz. Resulüllah (sa) ‘kim benim
söylemediğim bir sözü bile bile bana nispet ederse cehennemdeki yerine hazır
olsun’ buyurur. ‘Biz bilerek
söylemiyoruz, onun sözü olduğunu sanıyoruz, değilse değildir’ gibi bir
mazeret insanı kurtarmaz.
Çetinoğlu: Güvenilir olduğu
zannedilen bir kaynakta okunan ve hadis olduğu belirtilen, mantıklı bulunan, bilgiçlik taslamak için
değil, faydalı olunacağı düşünülerek nakledilen sözlerin tekrarlanmasında sorumluluk
söz konusu mu?
Prof. Beşer: Bugün herhangi bir hadisin sıhhat derecesini en çok
iki dakika içerisinde tespit edebiliyoruz. Hadis nakledenler, din adına, Allah
adına konuştuklarını bilerek naklettikleri sözün, usulüne uygun şekilde
sıhhatini ve anlamını araştırmak zorundadırlar. Bir de bunu hem araştırmayan
hem de doğrusunu söyleyenlere de itiraz edenler var ki, onlar iki kez hata
etmiş olurlar.
Çetinoğlu: ‘Ramazanın gelmesine sevinen insanın bedenini
Allah ateşe haram kılar’ mânâsında bir sözden bahsediliyor. İlk bakışta İslâm’ın müjdeleyici ve inşirah
verici özelliğini hatırlatıyor ise de doğruluğundan emin olmak zor. Sizin
değerlendirmeniz nasıl?
Prof. Beşer: Elbette ramazanın gelmesine sevinmek üstün bir mümin
vasfıdır. Resulüllah Efendimiz ramazanın gelmesine sevinmiş ve onun gelişini
müminlere müjdelemiştir. ‘Oruçta mümini
sevindiren iki an vardır; iftara ulaştığı ve rabbine kavuştuğu an’ diye
buyurmuştur. Ama söylemediği bir sözü Resulüllah’a nispet etmek de bir nifak
alametidir. Bu söz nakledildiği şekliyle hadis kaynaklarında bulunmadığı gibi
Arapça internet sitelerinde ararken de tek kaynak olarak hep bizim bir hocamıza
ulaşıyorsunuz. Demek onlar hadis uydurma becerisinde bizden geriler.
Çetinoğlu: Orucun faydaları
konusunda sınırın aşıldığı görülebiliyor…
Prof. Beşer: Orucun gayesi ve faydaları anlatılırken de aynı uçuk
edebiyatla karşılaşıyoruz. Oysa Allah (sa) orucun önceki milletlere farz
kılındığı gibi bize de farz kılındığını söylerken orucun hedefi ve gayesi
olarak ‘korunabilesiniz yani takvalı
olabilesiniz diye’ hikmetini söyler.
Çetinoğlu: Korunmak/takvalı
olmak sözünü açıklamanız mümkün mü Hocam?
Prof. Beşer: Korunmak/takvalı olmak öncelikle ebedi azaptan
korunmaktır ama bunun, diğer bütün ibadetlerde olduğu gibi dünyaya bakan yönü de
vardır ve oruç insanı dünyada da gerçekten cimrilik, bencillik gibi pek çok
kötü huylardan, hatta hastalıklardan korur. Bunun ilmi ispatı sayılamayacak
kadar çoktur. Ancak tam bir mümin, hastalıklardan kurtulmak için değil sadece
ve sadece Allah’ın emri olduğu için oruç tutar ve bununla o sözü edilen
takvaya/korunmaya da yine ulaşır.
Bununla beraber sağlıkla ilgili
faydalarını hesaba katarak oruç tutanlar, niyetlerinde Allah rızası da varsa
yine de o nispette sevap alırlar. Gerçi burada Gazzalî’nin şu formülünü de
hatırlamak gerekir. O niyet bahsinde der ki, ‘niyet insanı bir eyleme götüren
kalbi saiktır. Bir şeye niyet ancak yüzde ellinin üzerindeki bir saikla
gerçekleşir. İbadetlerde böyle olmayan bir niyet Allah için olmuş olmaz’. Yani
birincil sebep Allah rızası olmuş olursa diğer faydalarını düşünmek de onu
ibadet olmaktan çıkarmaz. Biz Allah’ı hakkıyla tanıdıktan, O’nun Hakîm olduğunu
bildikten sonra onun emir ve yasaklarında bize dünyamız için de ahiretimiz için
de faydalar olduğunu bilir, O’na güvenir ve ne buyurmuşsa onu öyle buyurduğu
için yaparız.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim.
Deniliyor ki; Biz oruç tutarken, oruç da bizi tutmalı. Elimiz, gözümüz,
kulağımız, dilimiz, ayaklarımız, kalbimiz, aklımız… hâsılı bütün organlarımızı
bizi yâni nefsimizi tutmalı… Böyle yapabilenler gıpta edilir.
Prof. Beşer: Orucun sağladığı önemli faydalardan bir diğeri, onun
diğer eylemlerimizi de ibadete dönüştürme vesilesi olmasıdır. Oruç manevî bir
hal olarak içimize siner ve bütün amellerimizin arka fonu haline gelirse,
kısaca onu oruç ahlakıyla tutarsak her amelimiz onunla ibadete dönüşür. Bunun
sadece iki şartı vardı: Yaptığımız işin doğru olması ve onu halis bir niyetle
yapmış olmamız. Böylece bütün azalarımıza oruç tutturmuş oluruz.
Çetinoğlu: Nefsine hâkim
olamayanlar hatâ yapabiliyorlar.
Prof. Beşer: Bilindiği gibi bazı büyük hataların dünyadaki cezaları
arasında onun için üç gün, on gün, altmış gün oruç tutmak vardır. Demek ki oruç
aynı zamanda iyi bir temizleyicidir. Onun için Resulüllah Efendimiz (sa) ‘Kim imanla ve karşılığını sadece Allah’tan
bekleyerek Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları affolur. Yine kim imanla ve
karşılığını sadece Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini ihya ederse geçmiş
günahları affolur’ (Buhari, Müslim) buyurmuştur. Demek ki, biz oruç tutmakla
sadece o vaat edilen sevapları almıyor, aynı zamanda günahlarımızı da
sildiriyoruz. Kefaret örtme silme demektir. Bu da bütün azalarımızla oruç
tutmamızla yakından alakalıdır.
Çetinoğlu: Kefaret ve fidye
kavramlarının karıştırıldığı görülüyor. Açıklık getirir misiniz?
Prof. Beşer: Kefaret ceza anlamı içeren bir ibadettir, fidye ise
safi ve bağımsız bir ibadettir. Kefaret kelimesinde örtme ve silme anlamları
vardır. Belli günahlara dinen belirlenen yaptırımlar uygulanırsa kefaret
tutulmuş ve o günah silinmiş olur, ama bu aynı zamanda bir ibadettir. Yeminini
bozanın on fakiri doyurması gibi. Fidye ise bir günahın karşılığı değil,
tutamadığı ve artık kaza da edemeyeceği bir oruç için verilen yardımdır, ceza
tarafı yoktur, salt bir ibadettir.
Çetinoğlu: Şöyle bir durum söz
konusu: İlerlemiş yaşın getirdiği sağlık problemleri sebebiyle oruç tutamayan
bir insan, iyileşince kaza orucu tutarım diye düşünüyorsa da beklenti
gerçekleşmiyor ve vefat ederken; ‘Şuradaki
paramla veya şu malımı satarak fidyemi ödeyin’ diye vasiyet ediyor. Vasiyet
yerine getirildiğinde oruç borcundan kurtulmuş olur mu?
Prof. Beşer: Elbette kurtulmuş olur. Çünkü bu insan geciktirmeyi
‘oruç tutabilirim’ düşüncesiyle yapmıştır. Gerçi bu düşünce ile olmasa da bu
böyledir. Varislerin bu vasiyeti yerine getirmeleri de zorunludur. Çünkü bu
vasiyet o insanın ölmeden önce kendi malındaki bir tasarrufudur.
Çetinoğlu: Bâzıları buna çirkin
yakıştırmalar isnad ediyor: ‘Cenneti
satın aldı’ veya ‘günahını sattı’
gibi… Durumu nasıl yorumlarsınız?
Prof. Beşer: Bunun günahı satmakla bir alakası yoktur. Sadece
Allah’ın kullarına olan merhameti sebebiyle onlara farklı alternatifler
sunmasından ibarettir. Böylece kul da Allah’ın kendine tanıdığı seçenekler
arasından birini tercih hakkını kullanmış olur. Allah’ın söylediği her şeyi
yapmak ibadettir.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim
Hocam. Oruçla alakalı meseleleri efrâdını câmi, ağyarını mâni ölçüler içinde
açıkladınız. Allah (cc) râzı olsun.
Prof. Dr. FARUK 1952 |