Oluştan Gelen Doğuş

71

 

Beşiktaş transfer komitesinin yabancı transferi için Fransa’ya gitmesi.

Fenerbahçe’nin, Arjantin’li yıldızlardan Ortega ve Almeyda’nın transferine kilitlenmesi.

Galatasaray’ın İtalya’da ve İsviçre’de çeşitli oyuncu ve kulüplerle transfer görüşmeleri yapması. (Zaman-Spor, 22. 5. 2002)

Fransa Millî Takımı futbolcularının büyük çoğunluğunun sömürge ülkelerin kimliklerini taşıması. Yani Fransa’nın medar-ı iftiharı Zidane’nin Cezayir; Dessaily’nin Gana; Karembeu’nun Caledonia Adası; Henry’nin Martiniqe Adası; Djorkaef’in Ermenistan; Pıres’in Portekiz asıllı olmaları…1940’larda Fas’lı Ben Barek’in Fransız Millî Takımı’nın yıldızı sayılması. Hattâ bu yüzden Fransa’nın zaferinden sonra yeni bir ulus bilinci oluşturduğu bile iddia edilmesi.

1998 Dünya Kupası’nı alan Fransa’nın, Hırvatistan’ı; Guadeloupe Adaları’ndan transfer edilen zenci futbolcu Thuram’ın attığı golleriyle 2 – 1 yenmesi, maçın ardından kendisine mikrofon uzatılan ırkçı bir Fransızın bile: “Fransa için gol attığı sürece onu seviyorum.” Demesi.

Fransa Millî Takımı’nın orta saha oyuncusu olan Patrick Vieira’nın Senegal doğumlu olmasına rağmen Fransa millî forması altında ülkesine karşı oynaması. (Zaman-Spor, 1. 6. 2002)

Ankaragücü’nün gündemindeki ismin George Hagi olması. (Zaman-Spor, 17. 5. 2002)

Lucescu’nun; Siyah-Beyazlı takımın başına geçmesinin ardından Kartal’ın, Mondragon’un peşine düşmesi. (Zaman-Spor, 18. 5. 2002)

Beşiktaş’ın yeni Teknik Direktörü’nün Romen hoca Mircea Lucescu olması. (Zaman-Spor, 13. 5. 2002)

Fenerbahçe’nin Teknik Direktörü’nün Alman Lorant olması. (Zaman-Spor, 13. 5. 2002)

Almanya’nın ünlü Bayern Münih takımının ve İngiltere’nin Westham United ekibinin, Fenerbahçe’li millî futbolcu Serhat Akın’a transfer teklifinde bulunması. (Zaman-Spor, 13. 5. 2002)

Beşiktaş’ın Fransa’da Pascal Nouma ile her konuda anlaşmaya varması. Üstelik Kolombiya Millî Takımı’nın kalecisi Oscar Cordoba’ya teklif götürmesi. (Zaman-Spor, 29. 5. 2002)

Avusturya, tekvando tarihinin ilk madalyasını, Türk asıllı sporcusunun sayesinde kazanması.Aslen Türk olan Muhammed Öztürk’ün Avusturya Millî  Takımı’nı temsîl etmesi. Başarıları, bundan böyle Avusturya hanesine yazılması. Bu imkânı ona Avusturya Millî Takımı vermesinden ötürü çalışmasının artık Avusturya hesabına olması. Avrupa üçüncüsü olarak Avusturya tarihine geçmesi.

Üstelik, Avusturya’nın başarısını yine kendisi gibi Türk asıllı olan antrenör Mustafa Atalar’a borçlu olması. Bu bakımdan M. Atalar’ın bir Avusturya’lı sayılması. Ayrıca Avusturya Millî takımında beş Türk sporcunun bulunması. Avusturya Millî Takımı’nda Avusturyalıların azınlıkta kalması. Menşeleri ne olursa olsun. Nerede, niçin bulunduklarını bilen Türk oyuncuların bütün çalışmaları, Avusturya için olması. Başarılarının da, yenilgilerinin de Avusturya’nın sayılması. Dokuz kişilik sporcu grubunda, altı Türk, üç Avusturyalı olması. (Zaman-Spor, 10. 5. 2002)

Bütün bunlar “Doğuş”un değil; “Oluş”un; somut, elle tutulur örnekleridir.

Nitekim kişi; aklıyla, fikriyle iş başarır. Ama “Aklım, fikrim bu işi başardı.” Demez. Ya ne der? “Ben başardım.” Der.Kişi; koluyla kanadıyla iş yapar. Ama  “Kolum kanadım bu işi yaptı.” Demez. Ya ne der? “Ben yaptım.” Der.Kişi; ayağıyla gider. Koluyla tutar. Ama “Ayağım gitti.

1037

Kolum tuttu.” Demez. Ya ne der? “Ben gittim. Ben tuttum.” Der.

Kişi; kulağıyla dinler, beyniyle düşünür. Ama “Kulağım dinledi. Beynim düşündü.” Demez. Ya ne der? “Ben dinledim. Ben düşündüm.” Der.

Kişi; bütün uzuv ve organlarının yardımıyla, yani kollektif, müşterek ve ortak çalışma sonucu işi başarır. Ama, bütün uzuvlarını tek tek sayarak “Bunlar yaptı, etti.” Demez. Ya ne der? “Ben yaptım, ben ettim.” Der.

Hani derler ya “Âlet yapar, el öğünür.” Kişi de âlet hükmünde olan uzuvlarıyla iş yapar eder. Ama “Alet yapar, eder.” Demez. Ya ne der? “Ben yaparım, ederim.” Der. Çünkü uzuvlar birer âlet sayılır. Başarıları da onlara değil, onları kullanan kişiye verilir.

Aynen bunun gibi, bütün uzuvların katkısıyla ortaya çıkan başarı,hiçbir uzva verilmez. Ya kime verilir? Bedendeki ruhu, zatı ve benliği temsîlen Ahmet veya Mehmede verilir. “Ahmet veya Mehmet başardı.” Denilir.

Millet de insan gibidir. İnsan bedeni nasıl ki birçok uzuv ve organdan meydana gelir. Fakat beden hiçbiri ile anılmaz. Ancak onları bir arada tutan, harç hükmündeki ruhun adıyla anılır. Başarıları Ahmet Mehmet gibi isimlere verilir. “Ahmet veya Mehmet başardı.” Denir. Veya o ismin sahibi olan Ahmet ya da Mehmet “Ben başardım.” Der.

Aynen bunun gibi, Millet de birçok kavim, kabîle veya oymaklardan meydana gelir. Yani onların bir terkîbi ve sentezidir. Karılmış, katılmış, kaynaşmış; yeni, bambaşka fakat yepyeni bir oluşumdur. Kısaca millet, alt kimliklerin bir üst kimlik şemsiyesi altında birleşmesi, bir olması, pîr olmasıdır.

Tıpkı  “Amerikan”  diye bir ırk olmadığı hâlde, “Amerikan”  diye bir milletin var olduğu gibi.Nitekim her Amerikan vatandaşı alt kimliğini bilir. Bilir ama göğsünü kabartarak “Ben Amerikan vatandaşıyım.” Der. Bununla iftihar eder, öğünür. Çünkü o herhangi bir kavim ve kabîle mensûbu olmakla birlikte, aynı zamanda beden-ruh ilişkisinde görüldüğü üzere, artık bir millete mensup olmanın şuur ve bilincindedir.

Çünkü dünya literatüründe, mensup olduğu kavimle değil; mensubu bulunduğu millet kavramıyla mûteber, geçerli ve saygın bir duruma yükselmiştir.Artık bu bilinişle hakkını arayabilir, ancak bu şekilde hukukunu savunabilir.

İşte millet de insan gibidir. İnsan beden ve ruhtan ibarettir. Beden maddesi, ruh ise mânâsıdır. Beden çeşitli organların bir bütünüdür. Ama bu bütünlük ruhla sağlanır. Nitekim ruhu ayrılan beden; bir anda yıkılır kısa zamanda dağılır.

Demek ki, bedeni ayakta tutan, canlı kılan, insan yapan ruhtur.İşte “millet” de insan gibidir. Onun da madde ve mânâsı vardır.Maddesi birçok kavim ve kabîlelerdir. Mânâsı ise onları birbirine kaynaştıran, birleştiren ve bir bütün yapan ve ruh hükmünde olan “millet” oluş keyfiyetidir.

Kısaca “millet”; ruhlu beden gibidir. O da birçok uzuvdan yani kavimlerden oluşur.Uzuvların yaptıkları nasıl ki bağlı oldukları ruha  ve onu temsil eden isme verilirse; hangi alt kimliğe sahip olursa olsun, kavimlerin yaptıkları da mensup oldukları millete ve onu temsil eden isme mal edilir.

Demek ki millet, sırf doğuştan oluşanlardan ibaret bir toplulukdeğil.

Demek ki millet,doğuş ve oluşlardan oluşan; ruhlu bir terkiptir.

Demek ki millet, oluştur, sırf doğuş değil.

Demek ki millet, sadece doğuştan gelen bir oluş değil;oluştan gelenlerin de içinde yer aldığı müşterek bir millî bileşimdir.

Demek ki millet, doğuş ve  oluştan meydana gelen ruhlu bir toplumdur.

Kısaca demek lâzımsa, doğuş ve oluşun birlikteliğine MİLLET denir.

1038 – 1039

 

 

Önceki İçerikDilin Tetiği Bozuldu
Sonraki İçerikHeyecan Verici Değil mi?(İsmet Çenesiz Ağabeye ithaf)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.