Açılımcı siyasi iktidar “açmadık” bir şey bırakmadı; Ermeni açılımı, PKK açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı, Şarkıcılar açılımı diye uzayıp giden bir sıralama… Ne gariptir ki her “açılan” şey “pat” diye kapanıyor…
İki yıl önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Erivan seferi” ardından Azerbaycan bayraklarına konulan yasak jestine rağmen yaranılmayan Sarkisyan’ın “Bursa işgali” ile başlayıp Tayyip Bey’in 17. ABD seferinden sonra açtıkları Ermeni açılım konusunu biraz irdeleyelim; bir soru soralım “Ermeni açılımında kim ne kazandı, ne kaybetti?” diye.
Kâğıt mezarlığındaki protokoller…
Hatırlatma yapalım; 10 Ekim günü İsviçre’de, emperyal güçlerin akbaba pençelerinin gözetiminde ve gölgesinde imzalanan protokoller, bugün artık “kâğıt mezarlığında” yerini aldılar. Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olan bu sonuç hakkında ilk kanaatimiz, bir sene önce, iyi niyetle ifade edilmişti; diplomatik yazım dili için şu ifadeyi kullanmıştık; “bu kadar diplomatik ustalıkla kaleme alınan metinlerle hiç kimse bir şey kazanamaz…” Meğer hata etmişiz… Kazanan oldu; Ermeniler…
Yine de bu kadar ülkelerarası seferlerin yapıldığı bir konuda, gerçekten kim ne kazandı ya da kazanacak veya ne kaybetti ne kaybedecek, sorusuna yanıt aramak için olayı farklı boyutlarda irdelemek gerekir, bunu yapmaya çalışalım.
Protokollerin onaylanması için zaman sınırlaması vardı; her iki ülke de altı hafta içinde bu metinleri onaylamalıydı. Olmadı ve bu süre sonunda ve daha da ötesinde gerekli siyasi uzlaşma çıkmadı, protokoller iki ülkenin meclislerinde onaylanmadı. Onaylanmayacağı baştan beliydi; varılan sonuç şudur “Eski tas eski hamam” örneği devam edecek.
Ermeni Anayasa Mahkemesi “imzalanan protokoller soykırım iddiamızı, toprak ve tazminat taleplerimizi saklı tutar” kararı aldı. Bu hükümler Ermenistan Anayasasında zaten vardı. Eloğlunun söylediği farklı bir şey de yok. Esas “hamlık” bizden; anayasalarındaki bu hükümlerine rağmen sen protokoller imzalıyorsun, sonra kalkıp “enek olmuş-dönek olmuş” bahane uyduruyorsun! Baştan bunun anlamı belliydi; “ben anayasanızdaki taleplerinizi ve iddialarınızı kabul ediyorum!”…
Türkiye, böyle bir karar karşısında “sızlanmaya” başladı. AB ve ABD ağabeylerine durumun vahametini güya anlattı. Ama kimse tınmadı bile. Hatta Ermenistan Anayasa Mahkemesinin kararını “doğal karşılamak gerekir” dediler, “bunu böyle olduğunu bilmeniz gerekirdi, abartmayın” dediler… Meğer herkes bu tuzağı biliyormuş bizden başka!
Bakar mısınız şu gaflete?!
Gölgesiyle barışanlar…
Resmen açıklanan protokol metinlerinde, Ermenileri hiçbir şekilde bağlayan hüküm içermemesine karşı Türkiye’yi “suçlu” pozuna sevk eden bir izlenim vermek için ince diploması kullanıldığı açıktır. Bunu anlamak için mutlaka diplomat olmak gerekmiyor. Ancak, dışişlerinde ömür tüketmiş deneyimli diplomatlar, konuya daha hassas yaklaşıyorlar. Satır aralarına yerleştirilmiş diplomatik şifrelerin olduğu ve Türkiye’ye yükümlülükler getirdiğini, bunun da hassas ifadelerle formülüze edildiğini söylemektedirler. Ki bunun sonucu da bugün göründü…
Çünkü protokollerde Türkiye-Ermenistan arasındaki esas sorun zikredilmiyordu. “Gölge sorun” niteliğinde bir yansıma vardı. “Gölgesiyle kavga eden” insanlar gibi protokolde de “gölgesiyle barışanlar” izlenimi ediniliyordu. Sorunun adı konulmadan “gölge sorunu” çözmek için varılan bir mutabakat metnin ömrü de bu kadar kısa oldu; şimdi “kâğıt mezarlığında” çürümeye terk edilmiş vaziyette…
Ermenistan protokolleri dondurdu, ardından güneş yanık tenli başkan Obama Türkiye’yi yine, tabir caizse, “payladı”… Daha on gün kadar önce Tayyip Bey 17. ABD seferinden dönerken, Başkanın, “24 Nisan’da ‘soykırım’ kelimesini kullanmayacağından eminim” dediğini “not edin” diye Yeni Çağ Gazetesi manşet yapmıştı. Sonuç Tayyip Bey’in söylediğinin tersi oldu…
Hayal beklentiler…
1- Ermenilerin isteği doğrultusunda sınırlar açılacaktı…
2- Tarihçilerin olmadığı ortak siyasi komisyon kurulacaktı…
3- Azeri-Ermenistan, uzlaşması olacaktı…
4- Ermenistan Türkiye’nin milli sınırlarını tanıyacaktı…
5- Toprak taleplerini değiştirecekti…
6- Diplomatik temsilcilik veya konsolosluk açılacaktı…
Bunların hiç biri olmadı.
Peki, ne olacak şimdi?
Olacağı belli; “yandı keten helvam, getirin gazooozzzz…” şarkısını çığırtacaklar ve “açılım aktörleri” kendilerine uygun konum arayacaklardır.
Ermeni çeteleri tarafından katledilen yüz binlerce vatan evladının devam eden soylarının temsilcileri şimdi şu soruyu soruyorlar; Türkiye’nin hassas olduğu “sözde soykırım”, “sınırların tanınması”, “toprak ve tazminat talepleri”, “Kars Anlaşması”, “Karabağ işgali” gibi temel sorunlar hakkında niyet ifade edilmeden, protokolün anlamı var mıydı?
Bu neyin açılımı oldu?
Konuyla ilgili olup da “naylon aydın”lardan olmayan her yurttaş bir şeyi daha merak ediyor; “Türkiye ve Ermenistan Cumhurbaşkanları arasında, gizli üst telefon trafiği” oldu mu, olmadı mı? Örneğin Abdullah Gül Cumhurun başı sıfatıyla, Sarkisyan ile görüştü mü görüşmedi mi? Bu merak ediliyor…
Cumhurbaşkanı neden “sessiz diploması” öneriyor?
Neden? Kimden ne gizleniyor?
Yine bazı pazarlıklar mı var?
Obama Ermenice “soykırım” dedi!
24 Kasım 2010 oldu; güneş yanığı tenli başkan Obama’nın mesajı can kulağıyla dinlendi, söyleyeceğini söyledi. Tayyip Bey’in “not ettirdiği” sözlerinin aksine Obama “soykırım” ifadesinin Ermenicesini söyledi. Buna tepki olarak Türk Dış İşleri Bakanlığı “teessüflerini” bildirdi resmi kanallardan… Olması gereken de buydu…
Fakat T.C. Başbakanı Tayyip Bey, Obama’nın bu açıklamasından “memnun” olduğu (basın haberlerinden) duyunca beynime kan sıçradı… TC Başbakanı olan zatın, bu açıklamadan “memnun olduğunu” ifade etmiş olması bağışlanmaz büyük bir hatadır. Düşünebiliyor musunuz TC Devletinin Başbakanı ile Dışişleri Bakanlığı ayrı telden çalıyorlar! Bu kadar önemli bir milli meselede hükümette bir söz birliği bile yok. Nasıl sıçramasın insanın beynine kan!?
Obama soykırımın Ermenicesini açıktan telaffuz etmiştir. Soykırım ithamını kelime olarak Ermenicesini söyledi diye başbakan “memnun” olmuş, dış işleri bakanlığı teessüflerini bildirmiş!…
Şimdi vatandaş Mehmet soruyor; Başbakan Tayyip Bey böylece “soykırım” iddialarını kabul etmiş mı olmuyor?
Cevabını Tayyip Bey verir herhalde…
Sonuç olarak, iki ülke arasında imzalanan, bize göre sadece taahhütlerde mutabakat niteliğinde olan, hiçbir uygulama garantisi olmayan protokollerin hayata geçirilmesi mümkün olmamış ve Ermenistan tarafından çöpe atılmıştır. Bu, Ermenistan açısından son derece başarılı bir diplomatik sonuçtur. Şahsiyetli siyaset uygulamışlardır ve sonucunu da almışlardır. Bir manevrayla başkan Obama’nın soykırım ifadesini kullanmasını sağlamışlardır. Bizim gibi esen rüzgâra göre “yalpalama” siyaseti göstermemişlerdir.
Başbakan, başkan Obama’nın soykırım ifadesinin İngilizcesi yerine Ermenicesini ifade etmesini “memnun olmuş” olmakla ne kadar büyük bir tarihi hata yaptığını farkında mıdır? Ermenilerin anayasalarına ters olan protokollerden medet umanlar ta işin başında yanlış yapmışlardır. Türk milletinin aleyhine bir işleme imza atmışlardır.
Sonuç
Türkiye ne kadar fedakârlık yapmak isterse istesin, karşı tarafın “yeterli” görmeyecektir… Protokollerin “anlam kazanması” için ancak, Ermenistan’ın Osmanlı Ermenilerinin devletine yaptıkları “ihaneti” kabul etmeleri gerekir; sonra da kin ve nefret kaynağı milli hedefleri olan 4T’den (tanıma, tazminat, toprak, teminat) vazgeçmesi gerekir ki, bu asla mümkün değildir, bunu zaten peşin olarak “ret” etmişlerdir. Ermenilerden beklenen de budur, aksi halde, kendini inkâr etmiş demek olacaktı. Bu arada gençler soruyorlar; “peki, hocam, o suratlardaki “sahte gülücükler”, “el sıkışmalar”, “tarih yaratma” havaları ne anlam taşıyor?” Onu ben bilemem, muhataplarına sormak gerek!…
Futbol maç seferlerinin mükâfatı olarak, başta Türk Bayrağı olmak üzere, Erivan seferi baş aktörü Abdullah Gül ve ABD seyahat rekortmeni Tayyip Bey’lerin ve dahi A. Davutoğlu’nun posterleri Erivan’da, 24 Nisan 2010 günü yakılmıştır; Türkiye’ye en büyük hakaretler yapılmıştır.
Ve buna karşı TBMM’den, Başbakan’dan ve Cumhurun Başından bir kınama dahi duyulmamıştır. Türkiye’nin onurunun ne durumlara düşürülmüş olduğunu bu olay bir kez daha göstermiştir. Güya “komşularıyla sıfır problem” politikanın ürünü işte budur.
Bunun telafisi yine Türk milletinin elindedir…
Kararı O verecektir…