O sabah Kıbrıs’ta yaşanan tarihsel
olayların akışına nokta koyacak bir harekâtın yapılabileceğini hiç kimse
bilmiyordu!
20 Temmuz 1974’ün ilk saatlerini yaşıyordu ada…
Bir tatil gününün rehaveti adayı saran
cehennemi sıcaklıkla birleşmiş; sakin, sessiz bir güne uyanmıştı ada halkı…
Sanki hiçbir şey yaşanmıyorcasına, sanki
ada Türkleri bir ölüm çemberine alınmamışçasına, sanki adalı Rumlar ellerinde
silah, yakaladıkları Türkleri katletmiyorlarcasına her yer sessizdi.
Sanki yaşamın izi dahi yoktu adada!
Ya
karşı kıyıda neler oluyordu?
Hani
Rumların, yıllardır adalı Türklerle, ‘’Bekledim de gelmedin. Bu Kaçıncı Bahar’’
diye alay ettikleri ana vatanlarında, Türkiye’de neler oluyordu?
Türkiye
adada yaşanan katliamlara daha fazla kayıtsız kalmamış, ata yadigârı Kıbrıs
adasında yaşayan soydaşlarımızı Rum mezaliminden kurtarmaya karar vermişti.
Daha önceki kararlar gibi bu kararında
uygulanmayacağına inanan dünya devleri dahi o sabah adaya hareket eden
Mehmetçiğin Kıbrıs semalarında göründüğünü, Girne kıyılarına çıktığını işte o
saatlerde öğreniyor; çok acil, çok önemli koduyla dünya kamuoyuna duyurmak
zorunda kalıyordu!
Evet, Mehmetçik nihayet adaya ayak basmış,
Kıbrıs Türk’ü özgürlüğe giden yola ilk adımını atmıştı…
Her şey öylesine çabuk, böylesine zor bir ada
harekâtı öylesine başarıyla gelişmişti ki, Rumların asla geçilmez dedikleri
Beşparmak dağları, daha ilk günden geçilmiş. Girne’ye girilmiş, iki gün içinde
Boğaz-Gönyeli-Lefkoşa üçgeninde sıkışıp kalan Kıbrıs Türk Halkı Mehmetçikle
kucaklaşmıştı bile…
Sonrasında
ikinci harekât, Mağosa-Güzelyurt-Yeşilırmak ve bugün Türk tarafının yaşadığı
tüm topraklar adanın gerçek sahipleriyle buluşuvermişti.
Kıbrıs Türk’ünün yıllar boyunca vermiş olduğu
o muhteşem direniş mutlu sonla bitmiş; anavatan Türkiye sayesinde özgürce
yaşama kavuşmuşlardı.
Adanın
kuzeyinde 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983’te KKTC
Devleti kuruldu…
Bir zamanlar, göçmenliğin zor şartlarıyla
Hamitköy ovasında çadırlarda yaşayan! Bir yerden, bir yere gitmek için Rumlardan
izin almak zorunda olan, değil evi barkı, sürecek tarlası dahi kalmayan Kıbrıs
Türk’ü; artık kendi devletinde yaşamanın, 1963 öncesinde kaybettiği mal, arazi,
ev varlığına yeniden sahip olmanın zenginliğini yaşıyordu…
Yıllar, yılları kovaladı…
Adanın güneyinde yaşayan Rumlar, yasal
hükümet olarak tanınmanın gücünü, AB’ye üye olmanın avantajını her platformda
kullandı.
Ancak adanın kuzeyinde Kıbrıs Türk’ünün
yaşadıkları, adalı Rumlarla gelişen ilişkilerin izdüşümü adanın kuzeyini öylesine
etkiledi, bu etkileşim öylesine büyük oldu ki!
KKTC devleti 2004’te neredeyse Annan
planı ile tarih oluyor, Türkiye AB’ye üye olabilmek adına Kıbrıs Milli
Davamızdan bazı tavizler vermenin zamanı geldi diyordu!
Gün
geldi, Kıbrıs Milli Davamızın lideri KKTC devletinin kurucu Cumhurbaşkanı
rahmetli Denktaş dahi, aktif siyaset hayatına veda etmek zorunda kaldı…
Gün
geldi, Annan Planı öncesinde Kıbrıs konusunu Anadolu insanımıza anlatmak adına
Türkiye’de konuşmalar yapan Denktaş’a; ‘’Siyaset yapacaksan ülkende yap. Git
davanı kendi ülkende anlat’’ dendi!
Gün
geldi, Türkler Rumlarla iç, içe yaşamalıdır diyenler KKTC’de iktidara geldi.
Gün geldi, verilen şehitler pahasına Kıbrıs
Türk’ünün kazandığı egemenlik hakkı için; ‘’Egemenlik, uğruna ölünecek leyla’’
değildir, diyebilen bir siyasetçi KKTC’de Cumhurbaşkanlığı makamına geldi!
Gün
geldi adalı Türkler, oraya gelip de yerleşen Türkiyelilere bambaşka gözlerle
bakar oldu! Rumlar bu farklı bakışları kullandı, 1974 sonrası adaya gelenlere
‘’Yerleşikler’’ adını koydu!
Her müzakere döneminde ‘yerleşikler’ adayı
terk etmelidirler, hele ki, Türk askeri adayı terk etmediği sürece, Türklerle
anlaşma asla olmayacak dendi…
1968’den beri süregelen müzakerelerden bugüne
değin hiçbir sonuç çıkmadı! Bundan sonra da çıkacağı yoktur.
Çünkü
Rum tarafının bu müzakere sürecinden beklediği hiçbir şey yoktur! Onlar zaten
adanın yasal hükümeti olarak tanınıyor, AB üyesi olmanın tüm avantajlarını da
kullanmaya devam ediyorlar.
46 yıl sonra bugün adanın değişen yapısına,
yerleşimlerin paylaşımına, adalı Türklerle, adalı Rumların yaşam şartlarına
bakıldığında; her iki halk da mevcut koşullara alışmış, Kıbrıs adasının bugünkü
yapısını benimsemiş durumdadır.
Her iki tarafın anavatanları, Türkiye ve
Yunanistan Kıbrıs’taki soydaşlarına yardım etmeye devam etmektedir. Rum
tarafının diğer bir avantajı da AB üyeliğidir. Çünkü buradan gelen milyonlarca
avro onların kasasına girmektedir.
Aslında
adadaki yaşam rahat bırakılsa, taraflar bu süreci belki de daha iyi yönetecek,
belli bir süre sonra da mevcut durum karşılıklı özverilerle sona erecek, yasal
anlaşmayla kabul görecektir.
Kıbrıs
adası; Akdeniz ve ada çevresindeki zengin enerji kaynakları başta ABD olmak
üzere, hem çevre ülkelerinin, hem de AB ülkelerinin iştahını kabartmakta; bu
adanın stratejik konumunun avantajlarını, enerji kaynaklarının zenginliklerini
ne Türklere, ne de Rumlara bırakmak istememektedirler!
Rum tarafı da bu iştah kabartan avantajları
kullanarak emperyalist ülkelerle paylaşım anlaşmaları imzalamış; bu anlaşmalarla
hem Türkiye’yi, hem de ada Türklerini Kıbrıs ve Akdeniz’den dışlamanın sinsi
planlarını yapmaktadır!
1974’ten, 2020’ye Kıbrıs konusunun özetle gelişimi
budur.
Tüm yaşananlara rağmen ne Türkiye, ne de
Kıbrıs Türk’ü adadaki yasal ve tarihsel yaşam haklarından asla
vazgeçmeyecektir. Kıbrıs Türk Halkının ata yadigârı ada topraklarındaki
geleceği aydınlık, yarınları daha güzel olacaktır.
Çünkü Türkiye Kıbrıs Türk Halkının her
zaman yanında olma kararlılığındadır.
Çünkü adalı Türkler KKTC devletinin
kuruluşu öncesinde yaşadıkları acıları unutmuş değildir.
Çünkü Kıbrıs Türk Halkı adada yaşayabilmek,
devletinin kalıcı olabilmesi için daha çok çalışmaktadır.
Çünkü Kıbrıs Türk Gençliği vatan
topraklarının aydınlık geleceğine sahip çıkmanın bilincindedir.
(20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekâtının
46’ncı yıl dönümünü kutluyor, bu uğurda hayatlarını seve, seve feda eden
Şehitlerimizin aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor, mücadelede yer alan
Devlet büyüklerimizi minnetle yâd ediyor, Mücahit Gazi ve Gazi arkadaşlarımı
sevgiyle selamlıyorum.)