Nehri Tersine Akıtmak

110

Millet; aynı doğuşta olanlarla, ayrı doğuşta olanların aynı oluşta birleşmelerinden meydana gelmiştir.

Elbette, teferruat ve ayrıntılarda farklı unsurların aralarında farklılıklar vardır. Ve bu çok tabii, çok doğaldır.

Fakat kökenlerdeki bu değişik oluşumlardan ötürü bir araya gelerek sentez, terkip yani çözülmez ve ayrışmaz bir bütün oluşturmuş değillerdir.

Farklılıkları bir gerçektir. Lakin birliği oluşturmaya engel şeyler değildir.

Unsurları, bir arada tutan harç aynı VATAN’da bulunuşlarıdır. Aynı DİN’e bağlı oluşlarıdır. Aynı DİL’i konuşmalarıdır.

Elbette, dini farklı olanlar vardır. Ama bu millet oluşumunda yer almaya engel değildir. Çünkü, VATAN ve DİL birliği de, MİLLET olmayı sağlar.

Başka dil bilmeler ve konuşmalar da MİLLET yapısında yer almağa ters düşmez.. Zira  bir ve aynı oluşun asıl temellerinden biri de; müşterek ve ortak KÜLTÜR içinde kendilerini bulmuş, bilmiş olmalarıdır. Ortak KÜLTÜR’le asırlar içinde yoğrularak, iç içelik kazanmalarıdır.  

Bu müştereklikler; ayrıntılardaki farklılıkları yok bilmeyip inkar etmedikleri halde; öne geçerek daha doğrusu geçirilerek BÖLÜNMEZ BÜTÜNÜ yani VATANI ve MİLLETİ ortaya çıkarmıştır.

Bu güzel sonuca, tarihsel bir süreç neticesinde, tabii bir şekilde ulaşılmıştır. Nitekim:

Dağlardan taşlardan, başını taştan taşa vurarak inen.

Çağıl çağıl köpürerek çeşitli yönlerde ileri geri kavisler çizerek akan.

Böyle rasgele akışlar sonunda, başka dere ve ırmaklarla birleşen.

Nihayet vadilerde nehir olup dinginleşen; ağır vakur bir hal alan suların hikayesi; çeşitli kavimlerin MİLLET oluş hikayesi gibidir.

Şimdi aynı oluşu sağlayan temelleri, daha da sağlamlaştırmak gerekirken; fert ve bireyleri; sarsıcı, ayırıcı, kendi başlarının çaresine bakmak zorunda kalacakları bir duruma, adeta zorluyoruz. Onları kendi başlarına bırakacak, onları yalnızlık hissine düşürecek; yanlış adımlar atıyoruz.

Aynı bedenin parçası olmaktan çıkarıyor, her birinin ayrı birer beden olmak peşinde koşmalarına çanak tutuyoruz!

Onları başka bedenlerin parçaları olmaya, hem de kendi ellerimizle itiyoruz!

Her insan, farklı bir insandır. Hepsinin ayrı birer dünyası vardır. Görünüşte, herkes; insan görünüşlü ise de, manen farklı his ve düşünce sahibidirler.

Ama bu insanlar arkadaş edinirler. Bazıları bazılarıyla bir araya gelir. Öyle olur ki, içtikleri su ayrı gitmez, yedikleri aynileşir. Hatta yaptıkları birbirine benzer.

İşte farklı dünyaların insanlarını bir araya getiren şey; birbirlerinde bulup gördükleri müşterek ve ortak yapıları, anlayış, tavır ve davranışları, fikirde, iş’te aynı duyuş, düşünce ve doğrultuda olmalarıdır.

Hakikat, bu merkezde iken, bir nehri geriye akıtmak istercesine bir sentez, bir terkip hükmünde olan MİLLET kayasına balyozlar indiriliyor, MİLLET mefhum ve kavramı un ufak edilmek isteniyor.

Her unsura  -sanki mahiyet ve kökenini bilmiyormuş gibi- sen ille de busun densin isteniyor! Yani, ondan; kökeni nazara verilerek, onu nazarı itibara alması, onu daima ön plana çıkarması, hep gündemde tutması bekleniyor! Adeta MİLLET oluş keyfiyeti, ikinci plana itilerek; sanki ona unutturulmak isteniyor. İster istemez MİLLET yapısında, çatlakların oluşmasına sebebiyet veriliyor! Oysa, herkes aslını neslini bilir. Bilmesi de, çok tabii ve doğaldır. Yanlış olan; MİLLET oluş keyfiyetinin zaafa uğratılmasıdır.

Terkip hükmünde olan MİLLET mefhumu; lalettayin, yani sıradan bir karışımmış gibi görülmekte! MİLLET kavramı; her biri müstakil ve ayrışması her zaman mümkün olan mozaikmiş şeklinde, zihinlere nakş edilmek istenmekte.

Ve sanılıyor ki, bu şekilde uyandırılmış bilinçler ve bilinçlendirmeler, asrın bir gereğidir. Hiçbir tehlike ve mahzuru da yoktur! Çünkü  “vatandaşlık bağı (!)”  bir  ve bütün olmaya fazlasıyla yeter!

Halbuki, bu şekilde fitne uyandırılmış; her unsur küçük ayrı bir milletçik haline getirilmiş oluyor ki, sıçratılan en ufak bir kıvılcım, millet yapısını ateşe verebilir. Milleti hak ile yeksan yani yerle bir edebilir.

Peki öyleyse neye hizmet ediliyor?

Şüphesiz, iyi niyetle fakat muhakemesizce verilmek istenen bu gayri milli şuur; Türk Milleti’nin birlik bağlarını gevşetecek! Kötü ve art düşünceli kimselere, yeri ve zamanı gelince harekete geçmek için bekledikleri fırsat ve cesareti  verecektir.

Bir an önce silkinip kendimize gelmeli, birlik bağlarımızı, daha da kuvvetlendirecek hususlara el atmalıyız.

Yoksa, yanlış bir  “kimlik politikası”  güderek; Türk Milleti’ni 36 ayrı etnik parçadan ibaret görüp, yekpare / yekvücut ve tek millet oluşunu ve bunun adının  Türk Milleti olduğunu bir kenara bırakırsak; imamesini kaybetmiş tesbih taneleri gibi darmadağın olarak  emperyalizme yem olmaktan kurtulamayız.

Elbette, bütün; parçalardan oluşur. Ama artık bütündür. Ona artık bütün gözüyle bakmalı. Bir ve bütün olarak görmeli. Bir yumruk gibi algılamalıdır.

Bundan böyle, bu oluş; hükmünü icra etmeli. Mana, maddeye hakim olmalı. Manadaki birlik; maddesel farklılığı görmezden gelmeli. Dünyanın karşısına terkip ve sentez olarak yani MİLLET olarak çıkmanın şuurundan, kendimizi uzak tutmamalıyız.

Çünkü biz, milletiz. Bir ve bütünüz. Bir elin nesi var, iki elin sesi var. Diyenlerdeniz.

Nitekim, bu manaya Anayasa’nın değiştirilmesi teklif bile edilemeyecek olan 3. maddesi:

“Türk Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.” İşaret etmiyor mu?

Kavmiyet peşinde koşmak, akıtmak olur nehri tersine
Kurban etmek olur “MİLLET” kavramını, kuru hevesine
Vatandaşlık bağı  yeter diyen, berhava eder “MİLLET”i
Başka değil, yine de millet olur, bunun acı diyeti
Yine diyoruz: Doğuştan çok, oluşta birliktir “MİLLET”
Olur bunun aksi millet için, ancak acı bir zillet
Din, Dil, Tarih şuuru verilmezse; doğru dürüst iyice
Bu milletin başına çorap ören  çok olur, gündüz gece
Silkin de bak, etrafında bunca sayısız olup bitene
Haklılık yetmiyor asla, baksana gücü yeten yetene
Bil kıymetini MİLLET oluşun, üstelik keyfiyetini
Gör; sinsi gaye peşinde koşanların, gizli niyetini…

Önceki İçerikBaşka Bir Dünya
Sonraki İçerikGelir-Geçer (Nazire)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.