Neden İmam – Hatip Okulları?

56

Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılan bir araştırmada velîlere: “Niçin İmam – Hatip Okulu’nu tercîh ettikleri?” sorulur. Çocukları İmam – Hatip’te okuyan velîlerin yüzde 74.4’ü; çocukları İmam – Hatip’te okumıyan velîlerin ise yüzde 44.3’ü bu okullara karşı ilgiyi: “Millî, mânevî değerlere bağlılıkla îzah” ederler. Böylece ezici çoğunluğun bu okulları: “Dindar ve mânevî değerlerine saygılı mezûn yetiştirdiği” için sevdikleri anlaşılır. (Enis Berberoğlu, Hürriyet, 11 Ağustos 1997 s.10)

Demek ki, ârif olan insanımız, çocuğunun hem aklına hitâp edecek  -ki bunlar fen bilimleridir-  hem de kalbine seslenecek  -ki onlar da dîn ilimleridir-  malûmatla mücehhez / donanmış olarak yetişmesini istiyor.

Çünkü insan hem madde / beden, hem de mânâ / rûh’dan ibaret. Öyleyse hem maddesini, hem de mânâsını ihya etmek / diriltmekle mükellef ve yükümlü. Yâni madde – mânâ atbaşı gitmelidir. Bu husûsta en güzel ifâde, İki Cihân Güneşi Hz. Muhammed’in bizleri, hiç ölmiyecekmiş gibi Dünya’ya; yarın ölecekmiş gibi de Âhiret için çalışmaya sevkeden altın sözüdür.

Öyle muhteşem ve pür-mânâ/ anlam dolu bir düstûr ki, ne Dünya’ya Âhireti; ne de Âhiret’e Dünyayı feda ettiriyor. İkisine de gereken değeri veriyor.

İki Dünya Saâdeti’ni te’mîn eden / sağlıyan, bu yerinde bakışın aksine, sâdece maddî eğitim sürecinden geçerek üniversite sıralarına gelmiş ve fakat kendisi gibi binlerce gencin fikir ve düşüncelerine de tercüman olan açık sözlü, samîmî bir gencimizin âdeta îtiraf mâhiyetindeki şu satırları azîz ve mübârek milletimizin neden İmam – Hatip Okulları’nı tercîh ettiklerinin de müşahhas / somut, düşündürücü bir gerekçesidir:

“Liseden beri davranışlarımı düzensizleştiren, kendimi kötü hissetmeme neden olan ve içinden çıkamadığım iki sorunum vardı. Amaçsızlık ve bilgisizlik duygusu. Bu durumda olan başka insanların da (özellikle gençlerin) bulunduğunu bildiğimden bu sorunlarımı nasıl çözmeye çalıştığımı tartışma biçiminde size yazmak istedim.

“Varlığım tümüyle amaçsızmış gibi. Ne diye yaşıyorum? Ne için buradayım? Nasıl varoldum? Eğer çözümü…bulmamışsak, bu sorulardert olmaya başlıyor. Büyük bir bilgisizlik içinde olduğumu hissediyorum. Hiçbir şey bilmiyor muşum gibi geliyor. Bu duygu sâdece kendi adıma değil. Başkalarının da fazla bir şey bildiklerini sanmıyorum. Ne kadar ilerledik ki?…Hep gizemli kalan bir sınır var. Başlangıçta ne vardı? Bu soruyu kısır döngüyle (bir patlayıp, bir genişleyen evren düşüncesi) açıklasak bile maddenin asıl kaynağını açıklıyamıyoruz. Zaman nedir? Açıklıyabilecek olan var mı? Bunun gibi çok örnek var.

“Peki neden bilmiyoruz?…Bir maymuna basit bir toplama işlemi yaptırabilirsiniz. Ama karmaşık bir matematik problemi söz konusu olunca iş değişir. İnsan için de böyle bir sınır var. Arada sırada gelen dâhiler bilimde bâzı sıçramalar yaptırıyorlar ama ne de olsa onların da sınırları var…

“Doğayla ilgili problemler çözüm bulsa bile, neden yaşıyoruz sorusu hâlâ sorun olacaktır. Amacım ne? Kendime bir ideal bulup peşinden mi koşmalıyım, yoksa ‘İnsan madde döngüsünün bir parçasıdır, nasıl yaşarsam yaşıyayım sonuç değişmez’ diyerek her şeye boş mu vermeliyim?…” (Orçun Törer -Çukurova Üni. Tıp Fak. Öğrencisi-  BİLİM VE ÜTOPYA, Ağustos 1997, s.4)

351

 

Yine kalbî gıdadan mahrûm gönüllerin maddî düzeyleri ne olursa olsun, asla hayattan lâyıkı veçhiyle tam bir lezzet alamıyacaklarının göstergesi olan şu satırlar da dikkatimizi çekecek mâhiyettedir:

“Mutluluk için Dünya’da ne gerekse onu hep elde ettim. Fakat hiçbir vakit tuhaf bir eksiklik duymaktan kurtulmadım. Anlıyorum ki herkesin, hattâ insanların en talihsizinin, en aşağısının bile kalbine uğrıyan bir şey bana uğramadı. Âdeta kalbimde hiç dokunulmamış büyük, boş bir alan hissediyorum.” (Halide Edib – Adıvar, SEVİYYE TALİP  -4.Baskı-  Atlas Kitabevi, İstanbul – 1973, s.62)

Halkımızın neden İmam – Hatip Okulları’nı tercîh ettikleri açıkça anlaşılmıyor mu?

Önceki İçerikHesaplaşma Kiminle Olmalı?
Sonraki İçerikAvrupa’nın Sünnet Düşmanlığına Belgeselli Cevap
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.