Nasıl Bir Milletiz? (3)

83

 

8 Ocak 1996 günü, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Nihat Bayşu Konferans Salonu’nda, genç bir ilim adamımız tarafından faydalı, güzel bir konferans verildi. Sayın Arş. Gör. Abdullah Emin Çimen, resmen görevli olarak gittiği ve bir süre kaldığı Mısır’dan dönmüş ve ayağının tozuyla izlenimlerini, slayt gösterisi eşliğinde, dinleyicilerine sunmak istemişti.

Mısır’da bulunduğu süre içinde, fırsat buldukça Mısır’ı, Nil nehri boyunca kuzeyden güneye, adeta arşınlamış, dünüyle bugünüyle, alıcı bir gözle tanımaya çalışmış, hemen hemen, bütün tarihi yerleri görerek ve ta Asuan Barajı’na kadar giderek ve hatta Tur Dağı’na çıkarak, bugünkü mekanların -tayy -ı zaman ederek- tarihi olaylarını yeniden yaşamış, bizlere de aynı havayı teneffüs ettirmek iştiyakını duymuş.

Bunun üzerine “Mısır’daki önemli eserler, günlük hayat ve Türk eserleri” konulu bir konferans verdi. Zevkle dinlediğimiz konferansından, bazı tespitlerini naklediyorum.

Genç arkadaşımızın dikkatini çeken önemli hususlardan biri, “Her şey, zıddıyla anlaşılır, bilinir.” hükmünce, Türkiye’mizin, cennet vatanımızın,  nazlı bayrağımızın, şanlı tarihimizin ve güzel insanlarımızın yani birbirimizin değerini -ne yazık ki- güzel ve şirin yurdumuzdan, ayrı düşünce anlamış olması.

Nitekim, Mısır’daki Türk öğrencilerin, kaldıkları odaların duvarlarını, vatan hasretini dile getiren kocaman Türk bayrakları ve rengarenk Türkiye haritalarıyla süslemiş olduklarını görmesi. Türk talebelerin kaldığı binanın girişinde bile Türk bayrağının asılı bulunması.

Sayın Abdullah Emin’in, enteresan addettiği, bir diğer gözlemi ise, başka milletlere ait öğrencilerin kaldığı, bu çeşit yerlerde, böyle milli duyguların sergilenişine rastlamaması!     Bir başka tespiti , – diğer ülkelerde olduğu gibi – Mısır’da da, azımsanmayacak sayıda, Türk asıllı Mısırlıların varlığı. Ve bunların elit / aydın tabakayı teşkil etmeleri ve – yeri gelince – Türk asıllı olmalarından sitayiş ve övgüyle bahseder oluşları.

Osmanlı’nın asırlarca kaldığı, adaletle idare ettiği ve maddi – manevi derin izler bıraktığı Mısır’da, Türklere karşı samimi bir teveccüh / sevgi emaresi ve alakanın ber-devam oluş keyfiyeti de, genç arkadaşımızın ayrı bir gözlemi.

Gerçekten, Güneş balçıkla sıvanmıyor. Bir buçuk asırdan beri Batı; Türk’e Arap, Arab’a Türk düşmanlığı aşılamaya çalıştığı ve bunda kısmen muvaffak olduğu halde, yine de sevad-ı a’zam / asıl çoğunluğun yani İslam’ın, birbirine Halef – Selef  kıldığı, bu iki büyük milletin arasını açmayı başaramamıştır.

Velhasıl, Mısır’da da “Türk’e hasretin alev alev” olduğunu, genç seyyahımız, heyecanla müşahede etmiş ve gözlemlemiştir.

Mısır’da kaldığı süre zarfında, resmi bir hüviyet taşıdığı halde, gezerken, dolaşırken, fotoğraf çekerken, kendini tedirgin hissetmesi, hep gözetlenme ve takip edilme ve tevkif edilme endişe ve korkusunu taşıması. Mısır’da bir kısım Mısırlıların (Bu husus, Mısır’ın iç meselesi olup, Mısır hükümetinin haklı haksız oluşu, konumuz dışındadır.) bu nevi bir atmosfer ortamında, kuşkulu ve endişeli yaşayışlarının, kendisinde bıraktığı menfi bir tesirle, kendisini bir türlü rahat hissedemeyişi.

Ve tabii Türkiye’deki hür ve emin havanın farkına varması ve bu vesileyle “Türkiye’mizin her cihetçe kıymetini bilelim.” mesajını vermesi.

Bir diğer tespiti ise, Mısır’da da halkın Türklere ve Türkiye’ye lider gözüyle bakması.

Nasıl bakmasınlar ki, Alemi İslam’da – her şeye rağmen – Jeo-Stratejik konumu, nüfus potansiyeli, teknik üstünlüğü, Cihan Devleti Osmanlı’nın varisi olması ve dünyanın idare edilebileceği bir şehir olan “Dünya Cenneti İstanbul”a sahipliği v.b. gibi sebepler ve dünyanın gidişatı, Ahir zaman’da Muhyiddin İbn-i Arabi Hazretleri’nin de, gayb-aşina işaretleriyle   

308

( Muhyiddin İbn-i Arabi’nin Edirne Kütüphanesi’nde bulunan ve “Efrani” tarafından tercüme edilen Şeceretü’n – Numaniyye fi’d-Devleti’l-Osmaniyye adlı kitabından naklen: Abdullah Aymaz, Kader, İzmir-1983 s.17), İslam’ın yeniden yükselişinin sinyallerini vermesi; bu inkişafın, yine Türkiye’nin önderliğinde gerçekleşeceğini göstermektedir.

Nitekim, eski Milli Eğitim Bakanı Ali Naili Erdem’e, 1975’de Estergon Kalesini gezerken, bir ressam tarafından, heyecanla: “Türk, çok büyük bir şeydir! Çok büyük! Keşke Estergon’dan gitmeseydiniz de Macaristan’da hala adalet hüküm sürüyor olsaydı.” denmesi.

1989 yılında Romanya Kültür Bakanı Andrei Rleşu, Türk gazeteciye: “Türkler zamanında dedelerimiz refah içinde yaşamışlar. Keşke Çavuşesku ve Krallık Devrini göreceğimize Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyetinde kalsaydık.” ( Servet Kabaklı, Cüneyd Özlen Bükreş’ten Bildiriyor, Türkiye Gazetesi 24 Ocak 1990 ‘dan naklen: Türk’e Hasret Alev Alev, Mehmet Ozan Semerci, Tarih ve Medeniyet, Sayı: 20; Ekim 1995 s.31) diye hayıflanması.

Yine Polonyalı piyanist Pederevski’nin: “Türk atlıları, ne zaman Vistül’den su içerse, Polonya ancak o zaman hürriyetine kavuşur!” ( Mehmet Ozan Semerci, Türk’e Hasret Alev Alev, Tarih ve Medeniyet, Sayı: 20; Ekim 1995 s.31) diye temennisini dile getirmesi.

Kudüs Müftüsü Sadeddin Alemi’nin: “Osmanlı’yı arıyoruz! Osmanlı idaresinde Filistinliler en mutlu, en güzel günlerini geçirdiler. Mescid-i Aksa’nın koruyucusu Osmanlı idi. Şimdi Osmanlı’nın torunları nerede?” ( Şeref  Özata – Selami Çalışkan’ın Haberi, Türkiye Gazetesi, 20 Kasım 1990’dan naklen: Mehmet Ozan Semerci, Türk’e Hasret Alev Alev, Tarih ve Medeniyet S: 20; Ekim 1995 s.33) diye sorması.

Sayın Enver Ören’in Ocak 1986’da Tunus, Mısır ve Katar’a yaptığı gezi sonucunu: “Her İslam Ülkesi’nde, hasreti çekilen bir baba, bir ağabey muhabbeti ile karşılaştık. Lider olmak Türkiye’nin iddiası değil.” ( Enver Ören, “Mısır, Tunus ve Katar ziyaretleri”, Türkiye Gazetesi, 4 Şubat 1986’dan naklen: Mehmet ozan Semerci, Türk’e Hasret alev alev, Tarih ve Medeniyet, Sayı: 20; Ekim 1995, s.33) şeklinde değerlendirmesi.

Velhasıl, Birinci Dünya Savaşı esnasında, Mekke Emiri Şerif Hüseyin Paşa, Medine’yi müdafaa eden Fahrettin Paşa’nın kuvvetlerine kurşun sıkarak, Türk Ordusu’nun İngiliz’e mağlubiyetinde önemli rol oynadığı halde, sonraki günlerini “Ben, velinimetine ihanet etmiş asi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olacağımı sandım, Tanrı beni sürgünlüğe düşürdü. (Nitekim) bu bizim başımıza gelenler ve (daha da) gelecek (olanlar), ekmek kapımız (velinimetimiz), koruyucumuz ve asırlar boyu Efendimiz olan Osmanlı Devleti’ne karşı işlediğimiz günahların, giriştiğimiz isyanların ilahi bir cezasıdır!” dediği Osmanlı (Türk) idaresindeki mutlu günlerin hasretiyle geçirmesi ve ömrünü “Türk olmadan İslam Dünyası, sadece bedbaht olur!” diyerek kehanet-vari bir tespitle tamamlaması ( Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 yıl, 1.cilt, 2. baskı, Ankara-1987 s. 125-126; Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, c: 3, İstanbul-1985 s. 291-292; İlhan Bardakçı, Tercüman Gazetesi, 30 Mayıs 1982’den naklen: Mehmet Ozan Semerci, “Türk’e Hasret Alev Alev”, Tarih ve Medeniyet, Sayı: 20; Ekim 1995, s: 32) Türklerin nasıl bir millet olduğunu, somut bir şekilde kanıtlayan, canlı delil ve misallerdir.

Önceki İçerikGünün Kutlu Olsun Öğretmenim
Sonraki İçerikVan Depremi ve Düşündüklerim
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.