Dr. Yahia Abdul-Rahman, 1968 yılında ABD’ye göç etmiş Mısırlı bir finans uzmanıdır. Bankacılık ve finans alanındaki çalışmalarıyla bilinmektedir. Kuzey Amerika’da İslami Bankacılığın (katılım bankacılığı) babası olarak bilinmektedir. 1987 yılında LARIBA’yı kurmuştur. LARIBA, ABD ulusal bankacılık tarihinin tam anlamıyla faizsiz (riba free / ribit free) bankacılık faaliyeti gösteren ilk kuruluşudur. Dr. Abdul-Rahman, aynı zamanda Al-Baraka Katılım Bankası’na danışmanlık yapmaktadır.
Dr. Abdul-Rahman’ın yayınlanmış iki kitabı bulunmaktadır. En bilinen eseri 2010’da yayınlanan The Art of RF (Riba Free) Islamic Banking and Finance” adlı kitabıdır. Bu kitap Türkçeye de çevrilmiş ve Sabahattin Zaim Üniversitesi tarafından yayınlanmıştır. Bu yazının başlığında geçen “Müslüman olmanın (!) bedeli” ifadesi bu kitabında geçmektedir.
COBM (the Cost of Being Muslim)
Dr. Yahia Abdul-Rahman, ABD’de kurulan ilk katılım bankalarını anlatırken şöyle bir anektoddan bahseder. ” ‘İslam Bankası’ adını ve alamet-i farikasını taşıyan kurumlar ile birlikte yatırım işlerine girişen ve sonunda para kaybeden bazı müşterilerine banka sorumlularının dönüp ‘Şayet uygulamada kâr ve zarara iştirak varsa, bu onun İslami (banka) olduğunu ispat eder’ diyorlardı. Gerçekten de ABD’nin Doğu kıyılarında üzerinde iyice düşünülmüş incelemeler yapılmadan girişilen çok sayıda gayrimenkul projeleri işinde sadece bilgisizlik ve tecrübesizlik sebebiyle yatırımcıların (katılımcıların) para kaybetmelerine sebep olan İslam finans şirketi (kurumu) ‘şükrederek’ bu durumun kâr ve zarara iştirak anlayışını ispat eden bir nitelik kazandığını iddia etmiş ve bu şirketin başkanı buna ‘Müslüman olmanın bir bedeli, karşılığı’ adını vermiş ve hatta bunu İngilizcede kısaltma bir sözle şöyle ifade etmiştir: COBM (the Cost of Being Muslim). Bu anlayış ve bu kısaltma terim, bugün dahi birçok İslam bankası idareci ve çalışanı tarafından da kullanılmaktadır.” (*)
Herkesin Kahramanı Kendine Uygun Oluyor
Bir arkadaşım, Kadir Mısıroğlu’nun öldüğü gün Facebookta şöyle bir paylaşım yapmış; “2005 yılı Almanya ziyaretim sırasında bir grup gurbetçi ile sohbet ediyordum. Konu dönüp dolaşıp Jet Fadıl’a geldi. O zamanlar çok popülerdi. Birçok kişiyi dolandırmış, herkes ‘acaba paramızı geri alabilir miyiz?’ diye soruyor. Bir gurbetçi; ‘abi bizi de dolandırdılar ama üzerinden çok sene geçti, dava açsak bir şey çıkar mı?’ diye sordu. Olay 1980’li yıllarda meydana gelmiş, hatta ‘bu işleri ilk çıkaran kişi odur’ dedi. Ben, ‘kim bu adam ismini biliyor musunuz?’ Diye sorunca Adam: ‘Kadir MISIROĞLU’ dedi. Konu ilerleyince Feslinin Türkiye de ünlü olduğundan haberleri olmadığını anladım. ‘Bu adam Türkiye de bilinen birisi’ deyince çok şaşırmışlardı. Boşuna değil iktidar cenahının bu adamı kahraman ilan etmesi, zira herkesin kahramanı kendine uygun oluyor.”
Bizim gurbetçiler Müslüman olmanın (!) bedelini Jet Fadıl’dan çok önce Kadir Mısıroğlu’nun eliyle ödemişler anlayacağınız.
Feslizede, Fadılzede, İhlaszede, Tosunzede
10-15 yıl kadar önce, Anadolu’nun pek çok yerinde misyonerlerin insanlara ücretsiz olarak İncil dağıttığı, hatta üstüne bir de 100 Dolar para verdiği ve Türk insanının İncil dağıtılarak Hıristiyanlaştırılmak istendiği haberleri çıktığı zaman birisi şöyle demişti; “Yahu korkmayın, bizim insanımızda kitap okuma alışkanlığı yoktur. Kimse evinde İncil var diye Hıristiyan olmaz. Yıllarca evin duvarında asılı duran Kur’an’ı okumayan millet İncil’i de okumaz.”
Bizim milletimizin Müslümanlık anlayışı atadan miras yoluyla geçtiği ve kimse tenezzül edip (!) kendi dininin kitabını okumadığı için, Türk insanında kulaktan dolma bir İslam anlayışı vardır. Türk milleti ekonomi bilmediği, matematik bilmediği gibi kendi dinini de bilmez. O nedenle, din adına konuştuğunu iddia eden herkese ve dine dair olduğu söylenen her şeye inanır. Bizim insanımızın Feslizede, Fadılzede, İhlaszede, Tosunzede olmasının nedeni Müslümanlığından değil, cehaletindendir.
Pirana Sürüsü
Siyaset alanında durum farklı mı? İnsanlardan oy alabilmek için kendini dindar olarak lanse eden, ağızlarından “inşallah” “maşallah” laflarını düşürmeyen bir güruh var Türkiye’de. İnsanlar bunları gerçekten dindar zannediyorlar, dindar olduklarını düşünerek peşlerinden fanatikçe gidiyorlar.
Kendilerini dindar olarak lanse eden siyasi grup ülkenin demokratik yapısını, yargı sistemini, ekonomisini, eğitim sistemini, sağlık sistemini “sistematik olarak” baltalıyor. Millete kanaatkâr olmayı telkin edip kendileri israfın dibine vuruyorlar. Millete çocuklarını İmam Hatip Okullarına göndermelerini salık verip kendi çocuklarını Amerikan Kolejlerine gönderiyorlar. Bu güruh, milletin imkânlarını kullanarak kendi servetlerine servet katarken peşlerinden fanatikçe gidenler dâhil millet git gide fakirleşiyor. Kamunun bütün imkânları adeta bir pirana sürüsü iştahıyla talan edilirken, millet yine Müslüman olmanın (!) bedelini ödüyor.
Türkiye Muzdarip
Uzmanlık alanım olmamakla birlikte, tıpta genel kabul gören bir anlayış vardır; bir hastanın iyileşmesi için öncelikle hasta olduğunu kabul etmesi ve tedaviye rıza göstermesi gerekmektedir. Türkiye muzdarip. Cehaletten muzdarip, umursamazlıktan muzdarip, doğruyla yanlışı ayırt edememekten muzdarip, haklının yanında değil güçlünün yanında saf tutmaktan muzdarip. Hepsinden beteri ise; hasta olduğunun farkında olmamaktan muzdarip.
Türkiye bütün sorunlarını çözer. Ekonomiyi de çözer, işsizliği de çözer, eğitimi de çözer, yargıyı da çözer, sağlığı da çözer. Ama her şeyden önce, Türkiye’nin hasta olduğunu kabul etmesi ve tedaviye rıza göstermesi lazım. Aksi halde daha çok bedeller öderiz.
(*) ABDUL-RAHMAN, Yahia, “İslam’da Bankacılık ve Finansman”, İstanbul, 2015, s. 420.