Mevlânâ’nın Mesnevîsi (10)

95

Evet, vicdan insana büyük bir nimettir. Ama vicdan denilen içimizdeki his; ancak gidilen inanç yolunun yani mezhebin; iyi, fena ve kötü olarak gösterdiği esası koruyabilir. Yoksa, meselâ Afrika’da bilinen bazı kabîlelere göre insan yiyenler için bir ceza, bir günah gösterici mezhep / inanç yoktur. Uyacakları hak dinleri olmadığından; insan öldürmek ve onu yemek gibi vahşî ve zâlimce bir fiilden ötürü vicdanları onları hiçbir zaman engellemez, cezalandırmaz.

Eğer vicdan; mezhep ve inancın koyduğu kanunlara muhtaç olmayan özel bir kuvvet olsa; her kavimde aynı uslûp ve tarzda bulunmalı. İnsanı öldüren, yiyen bu zâlimleri engelleyip cezalandırmalı idi.

Yine ruhaniyete sataşanlar derler ki: Madem, ruhaniyet ve manevî bir adalet vardır. Niçin zâlim ve fena olan adamlara Allah’ın kahrı dünyada iken ceza vermez?

Nasıl ceza vermez? Zâlimlerin belki yüzde doksanı ve hatta daha çoğu; dünyada da çeşitli cefa ve zilletlere, kanun ve nizamların şiddetli tokatlarıyla karşılaştıkları, açıkça görülen bir durumdur. Üstelik çoğu vicdan azabından kurtulamazlar.

Özellikle zâlimlerden herhangi birileri, dünyada ceza ve cefa görmezler ise, en bahtsız zâlimler onlardır. Zira hikmet gözüyle bakılınca anlaşılır ki, dünyada ceza görmeyen zâlimlerin cür’etleri, zulümleri, fenalıkları artsa bile, dünyadaki ömür süreleri; vefatlarından sonra gelecek milyonlarla azaplı yıllara nispeten bir anlık zamandan bile daha azdır.

Bundan dolayı zâlimler dünyada bir an cezasız kalsalar bile, ahiretteki daimî azaptan kurtulamıyacaklardır. Bundan şiddetli ceza mı olur? Zâlimlerin cezaları hususuna diğer bir noktadan bakılınca, başka hikmetler de görünür:

Evvelâ, mutlak âdil olan Allah’ın; kötülüğe cesaret edenlerin uygun bir süre için cezalarını ertelemesi vardır. Bu geciktirmesi ihtimal ki dünyada aceleci olan bazı hâkimlere bir çeşit emir ve işarettir ki, ceza vermekte acele davranmasınlar. Tam bir inceleme yaptıktan sonra, lâyık olan cezayı versinler. Zira acelede yanlışlık ve hata olur. Bir masum, âsî sanılabilir.

İkinci olarak Cenabı Hakk cezayı aceleye getirmez ise buna şaşılmaz. (s. 27) Çünkü zâlimler daima Rabbin iradesi / istenci altındadırlar. Kaçamazlar, kurtulamazlar.

İnsanlar bile, bir suçluyu tutup, hapisle ellerinden firar edemeyeceğini kuvvetli bir şekilde bildikten sonra, ceza vermekte acele davranmazlar.

Üçüncü olarak Yüce Allah’ın âlemin intizamı için yaptığı plân, program ve düzen o kadar geniştir ki, onun sırlarına, hikmetine vâkıf olmak ve maksadını anlamak; insan için imkânsızdır.

Bu gizli sırlar ve geniş ve kuşatıcı hükmün gereklerinden olabilir. Ki, bir zâlimin cezası bir süre geciktirilir. Ta ki cezadan önce o zâlimden âdil, adaletli bir evlât, bir çocuk meydana gelsin. Yahut hayırlı, faydalı fiil ve eylemlerin ortaya konuşu gibi, âleme hizmet edici durumlar ortaya çıksın. Ya da zulmeden zulmünden pişman olup, doğru yola yürümüş olsun. Hayırlı işlerde ve kusur ve günahlarının affedilmesi için yalvarış ve yakarışta bulunsun.

Bundan ötürü filân zâlim, filân fena adam niçin dünyada ceza görmemiş denmesin. Çünkü cezasızlıkta büyük bir ceza vardır. Cezayı ertelemekte birçok hüküm ve gizli sebepler vardır. Bütün bunlarda Cenabı Hakk’ın tam bir san’atla yaratması vardır. Kudreti vardır. Ruhun varlığı, bekası / kalıcı olması sözkonusudur. Hakk yolda olanlara mükafat / ödüller verileceği muhakkaktır. Zâlimlere cezalar verileceği kesindir. Bu olası durumlar bir gerçektir. Dikkatle bakan bunları görür. İnsaflı olan akıllılar için bütün bunlar bin türlü aklî ve ruhanî delil ve kanıtlar ile sabittir.

Ama bazı insanlar akıl ve doğruyu yanlıştan ayırma hasletine sâhip olmayan kimsedirler. Veya aklı noksan kişilerdir. İnatçıdırlar. İnançsızlar zümresindendirler. Böyle inkârcıların sathî / yüzeysel sözlerine aldanmış olan insanlar vardır. Ya da hakikaten dikkat etmek istemeyen insanlar vardır. Bunlar için aklî ve ruhanî deliller ne yapabilir?

(Abidin Paşa’nın (1843 – 1908) “Terceme ve Şerh-i Mesnevî-i Şerîf” adlı eserinden sadeleştirilerek alınmıştır.)

 

 

Önceki İçerikYaşar Yakış ve Onur Öğmen’le Ufuk Turu
Sonraki İçerikMevlânâ’nın Mesnevîsi (12)
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.